“Bir kadını çıplak arayacaksın, dakikasında bundan rahatsızlığını beyan eder, bir sene beklemez. Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez. Bu kurgusal bir harekettir.”

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, geçen hafta böyle buyurdu. Sesini yükselterek yaptığı Meclis konuşmasında - memlekette alışık olduğumuz üzere - mağduru suçladı.

Çıplak aramanın ya da ne zaman beyan edildiğinin, onur ve ahlakla ne ilgisi var bilmiyorum ama böyle suçlamaların var. Siyasi düşmanlık sonucu edilmiş bu sözler, sadece siyasi mahpuslara karşı değil, düzenlerine itaat etmeyen herkesi kapsayarak aslında herkesi birer siyasi mahpus haline dönüştürüyor. Kaldı ki bu ekonomik düzende hırsızlıktan başlayarak tüm suçlar zaten siyasidir ya da bir Bakan’ın deyişiyle “ideolojik”.

Onur Yaser Can da, hem yaşam tarzı hem de şüpheli olarak ifadesi alınan olay itibariyle, bu “suçlulardan” biriydi. Onun adını bilmemizin sebebi ise yetkililerce “rutin” görülen bir işkence çeşidinin hayatına mal olmasıydı.

İktidarın hedefe koyduğu üzere ne bir kadın ne de bilindik anlamıyla “siyasi suçluydu”. Bu sebeple onun hikâyesi, tartışmanın hiç de dar bir çevrede kalmadığına örnek.

(Normalde intihar haberi yapmam, intiharla ilgili yazmam. Konuyla ilgili kendini rahat hissetmeyen varsa, bunan sonrasını okumayabilir.)

Onur Yaser Can, sistematik işkence sonrası sokulduğu ruh hali içerisinde yaşamına son verdi. Olay, Harbiye’de 2 Haziran 2010’da, İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü ekiplerince yakalanmasıyla başladı. İfadesinde ailesinin telefonu yazılı olmasına ve Anayasal bir gereklilik olmasına rağmen yakınlarına haber verilmedi. Yine yasal bir zorunluluk olmasına rağmen doktor muayenesi yapılmadı. Zaten hakkında gözaltı kararı da yoktu.

Götürüldüğü yerde “ince arama” denen, insanlık onuruna tamamen aykırı bir işlem devreye sokuldu. Ailesinin savcılığa verdiği suç duyurusunda, yaşadıkları şöyle anlatıldı: “Onur, nezarette çırılçıplak soyularak işkence ve cinsel istismara maruz bırakıldı, bu sırada acı içinde polislere yalvaran genç bir insanın sesi dinletildi, hakarete uğradı, tokatlandı, muhbirliğe zorlandı.”

Sonrasında yürütülen tüm resmi işlemler de prosedüre ve kanunlara aykırıydı. Polis, yaptıklarını kılıfına uydurmaya çabalıyordu. Hatta Onur Yaser, savcının, serbest bırakılması yönündeki talimatına rağmen aynı gün tekrar Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüp bir süre daha tutuldu. Burada zorla ifade tutanakları imzalatıldı.

Yapılanlar o gün bitmedi. Onur, bırakıldıktan bir gün sonra tekrar ifadeye çağrıldı. Emniyet’e gittiğinde, kendisine daha önce imzalatılan tutanaklara eklemeler yapıldı, önüne yenileri kondu. Loş bir odada tehditle bunları da imzalamak zorunda kaldı. Bırakıldıktan sonra da 20 gün boyunca bir polis ekibi tarafından adım adım izlendi.

Ve Onur Yaser’i, üçüncü kez ifade vermesi için Narkotik Şubeye çağırdılar. O akşam, 23 Haziran 2010 saat 22.00 civarında, evinde intihar etti.

Ölümünden bir gün önce konuştuğu arkadaşına şunları söylemişti: “Çırılçıplak soyuldum. Duvara yaslanmamı söylediler. Öksürtüldüm, çömeltilerek bekletildim. Bu süreçte ağlayan, polislere yalvaran bir kişinin sesi dinletildi, tokatlandım, sözlü olarak aşağılandım…” Arkadaşı da “Benimle konuşurken zorlanıyordu, hüngür hüngür ağlıyordu. Söyledikleri zor anlaşılıyordu” dedi.

O zaman başlayan hukuk mücadelesi halen sürüyor. Annesi Hatice Can 1 Mart 2014’te intihar etti, babası Mevlüt Can 9 Ekim 2019’da hayatını kaybetti. Onur Yaser Can öldüğünde 28 yaşındaydı, annesi Hatice Can 57 yaşında. Aileden geriye, bu süreçte avukat olan kardeşi Ezgi Sevgi Can kaldı. Omuzlarında çok ağır bir yükle ailesi için adalet aramaya devam ediyor.

Onur’a yapılanlar, onurunu zedelemek içindi, ama Bakan’ın söylediğinin aksine kişisel olarak onuruna veya “ahlakına” halel gelmedi. Ancak bu tür işkenceyle asıl hedef alınan, insanlık onuru dediğimiz kavram. Uzlaşmazlık, bu kavramın yanında olanlarla, karşısında olanlar arasında.