Onur Ünlü: Mağlubun hüznünü,  galibin kibrine tercih ederim

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

Çok seslilik, farkındalık, farklılık, üretkenlik, yaratıcılık, öznellik, nesnellik, başarı, başarısızlık…

Bu mucizevi milenyum çağı beklentilerini karşılayalım derken beynimiz sinyal vermeye başladı. Bu kadar fazla uyarıcıyla başa çıkamadı. En temiz yol, herşeyin netlik kazanmasıydı. Farkında mısın değil misin? Öznel misin nesnel misin? Farklı mısın, sesli misin? Başarılı mısın değil misin? Kısaca, kazanan mısın, kaybeden misin? Beyinleri yakmadan bu işten çıkmanın yolunu böyle bulduk. Kestirmeden sonuca varmak! Rahat ve konforlu. Kazanansa yanındasın, kaybedense arkasından vahlanansın. Peki, kime göre, neye göre?

KAYBEDENLER! Bu haftadan başlayarak dört hafta sürecek, dört farklı konukla ‘Kaybedenler’ başlıklı röportaj serimizi başlatıyorum. Beynimiz tütmelere doyamadı. Bütün frekanslar karıştı. Yukarıda yazdığım yazamadığım sayısız beklenti bizi şaşkın maymunlara çevirdi. Bu hiçbir şaşkınlık kriterine uymayan dört insanı karşımıza alalım, iyice beyinleri yakalım. Sonra da küllerimizden doğalım. Arasında oyuncusu var, yönetmeni var, yazarı var. Sinemacı, tiyatrocu, hikayeci, romancı… Elimizde hepsine değecek dört kişi var. Ve bu insanlar Sumru Hoca’nın (Sumru Dinçel, 14 Haziran 2015 BirgünPazar) röportajında verdiği soğan örneğinin tam karşılığı; “Soğan katmanlıdır. Senin katın neredeyse soğanın o katıyla irtibata geçersin. Bazen de cücüğüne değersin.” İşte bu insanlar, soğanın tam cücüğü. Hayatın içinde bol katmanlı ve aynı anda da rafine. Buranın günümüz ‘kurallarıyla’ oralara bakıyoruz ve kazanmayı, kaybetmeyi sorguluyoruz. Ve en önemlisi, kime göre, neye göre?

İlk isim Onur Ünlü. Bu hayatta ve röportajın hemen hemen her yerinde “Okuyun! Herkes okusun! En önemlisi bu. Her şeyin başı. Okuyun! OKU!” diye bağıran, yönetmen Onur Ünlü ile ilk ‘Kaybedenler’ serisi başlasın! Buyurun!

Demagoji nedir?

Çok güzel Türkçe bir karşılığı var ama edepsiz olur. Yumuşatarak söylersem, gözünü yiyim ayağıdır demagoji. Mertçe olmayan bir durumdur. Politik olmak, içinden geldiği gibi davranmamaktır. Olumsuz şeyler geliyor aklıma demagoji deyince.

Sen işlerinde demagoji yaptığını düşünüyor musun?

Hayır. Yapmıyorum. Zaman zaman retoriğin sınırlarını zorluyorum ama demagoji yapmam. Bazen mevzuyu, tadını çıkarmak için biraz daha uzatarak anlatıyorum. Öyle değilmiş gibi yaparak, bunun içine mutlaka ironiyi katıp anlattığım olur. Ama mutlaka sonunda, ne söyleyeceksem söylerim ben. Demagoji de çarpıtma vardır. Ben çarpıtmam. Mutlaka söylemek istediğimi söylerim sadece biraz bu sırada top gezdiriyorum diyebiliriz. Retoriği de burada kullanırım. Bir mevzu üzerine zaman zaman mevzuyu da aşacak şekilde bilgi üretirim.

Retorik ve demagoji arasında ne fark vardır?

Retoriğin içinde her zaman ironi vardır. Ve en önemlisi bunu yaptıktan sonra sonunda mutlaka kabul edersin. Ve sende gülersin, herkes güler. Demagoji de bu yoktur. Herkes son derece ciddidir. Demagoji yapan kimse, sonuna kadar bozmaz kendini. Çünkü yalan söylüyordur.

Demagoji yapmak kötü bir şey midir?

Bence kötü. Bir lafın varsa söyle yoksa söyleme, uğraştırma bizi. Kimsenin vakti yok.

‘Seyirci anlamadı. Kullandığımız dil anlaşılmadı. Gündem başkaydı. Sanatçı çekimser kaldı.’ gibi birçok farklı söylem var günümüzde. Senin işlerinde zaman zaman birçok günümüz başarı kriterine ters düşmekte. Bunları arkana alarak devam etmekte bir çeşit demagoji midir?

Hayır. Demagoji sonuçla ilgilenir, ben sonuçla ilgilenmiyorum ki. Zaten eğer ben sonuca göre hareket etseydim yaşadığım şeylerden ders çıkarırdım ve bir sonrakinde farklı şeyler yapardım. Daha fazla para kazandıracak ya da daha fazla seyirciye ulaşacak şeyler. Oysa ki ben o sonuca bakmıyorum. Ben bir şey yapıyorum, insanlar sonunda seyrediyor, seyretmiyor, seviyor, sevmiyor. İnsanların sevmesi tabi ki hoşuma gidiyor, önemlidir ama asıl olan eserdir. Önemli olan o eserin yapılma sürecidir. Ben süreçle ilgilenirim, izleyenler insanlar sonuçla. Aslında ölümlülerin işi sonuç. Esas olan hep süreç. Yapıyor olma hali.

Sen bir şeylerden vazgeçmediğin, sonuçlara göre değişim göstermediğin için mi, insanlar da seni takip etmeyi bırakmıyor?

Evet, belki de. Aslında bir yandan da sürprizimi de yitirmiş oluyorum. Yine bir tuhaflık yapacak oluyorum ve o tuhaflıkta oluyor. Ama bunu bilerek yapmıyorum ben. Bir cümlem var onu söylüyorum o da tuhaf oluyor. Cümlem olduğu müddetçe, sıkılana kadar da söylemeye devam edeceğim. Sıkılmaya da başladım ayrıca.

İNSANLAR BENİ BEĞENİYORLAR. SADECE BEĞENENLER GELİP SÖYLÜYORSA BİLEMEM

onur-unlu-maglubun-huznunu-galibin-kibrine-tercih-ederim-97795-1.

Başarı nedir?

Benim açımdan kafamdaki şeyle ortaya çıkan şey arasındaki farkın az olmasıdır. Başarı odaklı biri değilim, inanmam. Bir şey planlarsın, onu yaparsın. Sonra arada fark olur. İşte o farkın katlanılabilirlik ölçüsüdür benim için başarı. Ne kadar katlanıyorsan o kadar başarılısın benim için. İnsanların ne düşündüğünü bilemem ama ve ilgilenemem de. Eğer ilgilenseydim, benim Polis filminden sonra bırakmam gerekirdi. Orada aldığım eleştirilerle yol değiştirebilirdim, farklı bir tarza geçebilirdim. Ama yapmadım, üzerine gittim.

Bir takım başarı kıstaslarına uymamana rağmen ( gişe, ödül, reyting, seyirci… ) devam etmek seninkisi. Peki başarı bunun neresinde?

Benim başarılı olup olmadığımla ilgili problem benim problemim değil. Onun için onu ben düşünemem. Onunla ilgilenmiyorum. Ben kendi açımdan bakıyorum sahneye. Yazdığım sahneyi ne kadar iyi çekiyorum, nasıl bağlıyorum ona bakıyorum. Diğer şeylerle ilgilenemem. Ama kendi küçük çevremde, yaptığım işlerin olumlu olduğuna dair bir izlenimim var. İnsanlar beni beğeniyorlar, izliyorlar. Ya da sadece beğenenler bana gelip söylüyorlarsa, bilemem. Önemli olan ödüller, kutlamalar değil. Onlar sonradan gelenler. Bak insanlar filmi bir kere seyreder, biter. Sever, sevmez ama sonra hayatından gider. Ama benim hayatımda hep var o film. Ben hayatımın sonuna kadar onunla olacağım. O yüzden benim filmle olan ilişkim daha mühim. Sen filmi sevsen de sevmiş oluyorsun işte en fazla ama o benim filmim. Birebir ilişkim. İnsanlar çok sever ama benim hoşuma gitmeyen yerler vardır. işte bu hep beni bağlar mesela.

onur-unlu-maglubun-huznunu-galibin-kibrine-tercih-ederim-97796-1.Kazanmak ya da kaybetmek ne demektir?

Kiramı ödeyebiliyorsam işler yolunda gidiyor demektir ya. Genel olarak böyle bakıyorum mevzuya. Ama bizim işlerde çok büyük ticari durumlar var tabi ve bunlarda bir istikrar, başarı başka bir kafa. O kafa da benim kafam değil. İstikrarlı bir şekilde büyümek, bir şirketi kocaman hale getirmek filan bana göre değil. Ne olacağım, Paramount Pictures mı olacağım. Ben yapamıyorum. Bununla ilgilenmiyorumda. Bu yüzden hep dik gidiyor bizim. Birden çok kazanıyoruz, birden çok kaybediyoruz.

Peki hayatın içinde, kazanmak ya da kaybetmek?

Gönül ferahlığı ile ölebiliyor musun, ölemiyor musun bununla ilgili. Hayatta başarılı olup olmadığımızı anladığımızda artık çok geç olmuş olacak çünkü ölmüş olacağız. Standart bir ölüm yaşayacaksak son nefesimizde karar verebiliyor olacağız buna. Onun için dikkatli konuşmak lazım bu konularda. Büyük konuşmamak lazım. Bu yüzden de prensip filan gibi laflar beni hep güldürür. Ne olacağını bilemezsin çünkü. Bu yüzden bir iki temel doğru üzerinden gitmek insanı esnek yapar, rahatlatır. Öbür türlü sertleşirsin. Sert bir şeyde çabuk kırılır. Kalp gibi. Taş kalpliler çabuk kırılır mesela, yumuşak kalpliler daha anlayışlıdır.

İnsan hayatta neden pes etmez?

Eder. Edenleri görüyoruz. Ben etmedim. Öyle bir opsiyon düşünmedim hiç. Çünkü her zaman bir sonrasında yapmak istediğim bir şey vardı. Onu yapmaya çalışırken geçen zamana da hayat diyoruz zaten. Bir şeyle diğer şey arasında geçen zamana yani. Sadece bu arada mümkün olduğu kadar kalp kırmamak lazım. Eğer illa prensip denen şeyden bahsedeceksek benimki bu. Elimden geldiğince kalp kırmamaya çalışıyorum. Bir de önüme bakıyorum ben hep. O sırada da pes etmek diye bir durum yok. Ayrıca bir insan işler kötü giderse pes eder. Ben öyle bakmıyorum ki. Benim için işler kötü gitmiyor. Bir tek ticari olarak aşırı zorlandığımız zamanlar oldu ama orada da bir şekilde açık davranarak götürmeye çalışıyorum durumu. Kaçmıyorum. Pes etmek kaçmak demektir, onu yapmıyorum. O ayıp. Pes etmek bir lüks benim açımdan.

Çoğunluğa ayak uydurmamak için direnilir mi yoksa kendiliğinden mi olur?

Bunu düşünmezsin. Kendiliğinden olur. Daniel Defoe der ki; “ Bir insanın, benden başka herkes yanılıyor demesi doğru değil şüphesiz. Ama sahiden herkes yanılıyorsa, o ne yapsın.” Bayılırım bu söze. Beni her zaman tutmuştur. Bu egosantrik bir yerden söylenmiyor ama. Bu ‘ben durumumu biliyorum ama siz beni bilmiyorsunuz’ demek. Kendim ile ilgili yani. Bir şey var, benim bunu sürdürmem gerekli. Oradan nasıl gözüktüğü ile ilgilenemem. Bak ben iki türlü sinema olduğunu düşünürüm. Biri iş birlikçi sinema, diğeri de sivil sinema. İşbirlikçi sinema da, seyircinin o sırada ne düşüneceğini önceden tasarlayarak ya da seyirciyi yönlendirerek yaparsın. Bu filmler genelde gişe yapar. Bir de kendin ne istiyorsan onu yaptığın sivil sinema vardır. İsteyen gelir seyreder, istemeyen seyretmez. Ben kimseye gel gel film çok güzel diyemem. Ayıp gelir. Gayrı etik bulurum. Sen yaparsın, seven sever, sevmeyen sevmez.

İnsan nasıl çoğunluğa kendini kaptırmaz? Birçok uyarıcı var. Bunlara nasıl direnir?

Orada bir çeşit bencillik diyebileceğimiz durum devreye giriyor. Negatif olarak algılansa da böyle durumlarda işe yarar bir şey bencillik. Benim en mutlu olduğum zamanlar kendi kendime kaldığım zamanladır mesela. Bir şey yapacağım zaman mutlaka arkadaşlarımla yaparım ben. Bu güne kadar onlar olmasa hiç birşey yapamazdım. Ama ben hep hiç kimse olmasa da yapmam gerekliye ayarlarım kendimi ve ona göre düşünürüm. Dünyada bir kişi bile kalmasa tanıdığım, ben yine devam edebilirim. Öyle hazırlıyorum kendimi. Kötü gibi duyuluyor ama bu benim için bir çeşit motivasyon.

Tembel misin, çalışkan mı?

Bir tek bunun için laf söyletmem kendime. Sinir bozucu şekilde çalışkanım. Gıcığım hatta.

Peki bugün için sanat yapmak mı, yoksa ‘banane ben yaparım, yıllar sonra hatırlanırsa ne ala’ mı?

O eserin gücüyle ilgili bir şey. Bununla da ilgilenemezsin. O tamamen senin ve zamanın ruhuyla olan ilişkin. O ruhu ne kadar sezdiğinle ilgili. Zamanın ruhunu ne kadar taşırsan, o ruhta seni ileri taşır mutlaka. Ama dediğim gibi, bununla da ilgilenemezsin. Bilemezsin. Sonra göreceğiz.

Her yönetmenin efsane bir anılışı vardır. Sen nasıl anılmak istersin?

Bunu ben belirleyemem. Ama ‘saçma’ ile anılmak isterim. Beckett tarzı, nihilist bir saçma ile.

***

KISA KESSEK

onur-unlu-maglubun-huznunu-galibin-kibrine-tercih-ederim-97797-1.

Vicdan nedir: Medeniyetin ham maddesi.
Üretim de seni ne etkiler: İlham. Performans. Yetenek.
Eğitilmiş yetenek.
Hayalindeki en büyük proje: Var ama söyleyemem.
Yüreğin burkulduğunda çıkış yolun: Ölecek olmam. Sonunda ölecek olmamız.
Oyuncu seçiminde ölçün: Zeka
Galip ve mağlup kelimeleri sana ne ifade ediyor: Mağlubun hüznünü
galibin kibrine tercih ederim.
Ruhunu ne gülümsetir:
Yeni bir şey öğrenmek. Okumak.
Ruhunu ne acıtır: Haksızlık
Kalabalıkta yalnız olmak var mıdır,
yok mudur: Hepimiz yalnızız.
Oyunculara sözün: Okuyun.
Yönetmenlere sözün: Okuyun.
Gidecek olsan nereye gidersin:
İşim var. Buradayım ben, nereye gideceğim.
Senin için umut: Şu anda burada olmak. Oluyor olma hali.