Onurlu hata sinemalarda!

Derler ki Türkler canayakın, sesli, sosyal bir toplumdur. Bağırarak konuşuruz; jestler, mimikler… Pek yabancılık çekmeyiz mesela. Otobüs durağında yan yana beklediğin teyze medeni durumunu, ana – babanın işini ya da evinin kira olup olmadığını soracak rahatlıkta ve sosyalliktedir. Sevincimizi, çoşkumuzu her an göstermekle ünlüyüzdür. Şampiyonluk , galibiyet geldimi sokaklara dökülürüz. Toplu halde takımımızı ne kadar sevdiğimizi haykırır zaman zaman işin dozunu bile kaçırırız. Fakat iş bireysel olarak kendi duygularımıza geldiğinde tıkanırız. Zaten böylesi öğretilmiştir bize. “Erkekler ağlamaz.” Ne kadar üzülsen de ağlamayacaksın. “Kızlar çok gülmez.” Yoksa hafif sanarlar. Hele sevdiğini hiç söylemeyeceksin, şımarır. “Seni seviyorum denmesini beklemeyeceksin.” Sevmese seninle olur mu? Hareketlerinden anlaman gerek sevdiğini.

Anne – babalar yıllar boyu seni seviyorum demediği; öpüp, sarılmadığı çocuklar yetiştirdiler. Özellikle erkek çocukları “tam bir erkek” olmalıydı. Bunun için de ağlamaz, pes etmez, seni seviyorum demez, duygularını belli etmez ama en önemlisi özür dilemezdi. Özür dilemek zayıflıktı çünkü, hatalı olduğunu kabul etmekti. Hata yapılır, hata olduğu anlaşılsa bile davadan dönülemezdi. Özür dilemek zayıflık, eziklikti. Haksızlığını kabul edersen üste çıkamazdın. Özür dilemeye zorlandığın pozisyonlarda da işin etrafında dolaşırdın. “Ben öyle demek istemedim.” “Öyle anlaşılmak istemedim.” “Yanlış anlamışsın.” “Öyle demek istemedim.” Ve tabii kurtarıcı cümle “kusura bakma.”

Günlerdir her yer Arda Turan’ın milli takım uçağında gazeteci Bilal Meşe’ye saldırdığı konuşuluyor. Konunun bu kısmına girip neden yanlış olduğunu listeleyecek değilim zira iler tutar yanı yok. Benim asıl ilgimi çeken mahelle çocuğu, değerlere saygılı olduğunu her fırsatta dile getiren, kazandığı ün ya da paranın kendini hiç değiştirmediği ile övünen birinin kendi yaptığı şeye yaklaşımı.

Daha önce verdi ği röportajda öfkesine hakim olamamanın ve fevri hareket etmenin en kötü huyu olduğunu ve kendisine zarar verdiğini söylemişti Kaptan. Muhtemelen uçakta yaşanan olaylardan sonra da çok pişman oldu. Sadece Meşe’ye değil, dolaylı yoldan Terim ve Demirören’e de küfretmiş herkesin eleştirisine maruz kalmıştı. Ama mahallede yetişmiş bir delikanlı olarak yaptığının hata olduğunu elbette kabul edemezdi. Dik durmalı, yanlış da olsa yaptığını savunmalıydı. Dolayısıyla yaptığına bir isim buldu : Onurlu hata! İlk duyuşta beşinci sınıf acıklı bir film ismi gibi dursa da ilerleyen günlerde sevimli hata, kusursuz hata, hatasız hata gibi lafları da duyarsak şaşırmam. Kendisine çıkıp özür dilemesi halinde işlerin yoluna gireceğini söyleyen Federasyon Başkanı’na da elbette özür dilemeyeceğini ve bu onurlu hatasından dönmektense milli takımı bırakacağını söyledi. Bu nedenle basında çıkan “özür diledi” haberlerini de şiddetle yalanladı. Basın mensubunun ailesine ve şerefine dil uzattığı için çoluğuna çocuğuna küfrederek hakkını arıyordu Kaptan. Çünkü onurluydu.

Kaptan deyince aklınıza kim geliyor desem Metin Oktay, Hakkı Yeten, Cemil Usta, Lefter dersiniz değil mi ? Tüm takımı çekip çeviren, abilik yapan, ortamı sakinleştiren, sağduyuyu sağlayan… Takımı için her şeyi yapan ama rakibe, hakeme de saygı duyan. Anlaşılan o ki “kaptanlık hızla kirleniyordu ve birinciliği Arda’ya verdiler.”