Bizler de ormanın sadece ağaçlardan ibaret olmadığını, bütün canlı ve cansız varlıkların birbiriyle etkileşim halinde varlığını sürdürdüğü bir ekosistem olduğunu anlatmaya çalıştık

Önyargıları Yıkan Bir Doğa Koruma Hikâyesi: Uluyayla nasıl kurtuldu?

Prof Dr. Erdoğan Atmiş - Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi

Bartın’ın Ulus ilçesinde ormanları ve orman içi açıklıklarıyla meşhur Uluyayla’yı çoğu kişi duymamıştır. Uluyayla’nın eşsiz güzelliğini görenler bilir de, Bartın’ın endemik bitki türlerinin çoğunu barındıran dört yaşam ortamından biri olduğunu bilen çok azdır. İşte bu doğa harikası Uluyayla’da yapılmak istenen bir mermer ocağını engellemek için girişmeye hazırlandığımız mücadelenin henüz başında yaşadığımız ilginç gelişmelerin bazı önyargılarımı yıkacağını ben de bilemezdim.

Uluyayla’da 99,94 hektarlık bir alanda verilen arama ruhsatı doğrultusunda, 20,54 hektarlık çalışma alanına sahip bir mermer ocağı açılacağını, Bartın Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü web sitesinde görünce, artık sıra Uluyayla’ya da mı geldi diye düşünmeden edememiştik. İlanı gören Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Botanik Anabilim dalı hocaları Prof. Dr. Zafer Kaya ve Prof. Dr. Barbaros Yaman yıllardan beri bitki çeşitliliği bakımından üstüne titredikleri Uluyayla’da mermer ocağının yapılmasının planlandığı yere hemen gittiler ve sahadaki bitkilerin daha detaylı tespitini yaptılar. Mermer ocağı yapılmak istenen alanın içinde biri Uludağ Göknarı olmak üzere beş endemik bitki türü tespit ettiler. Aynı zamanda Türkiye Ormancılar Derneği Bartın temsilcisi olan Prof. Dr. Barbaros Yaman bu tespitlerini derneğin çıkardığı Orman ve Av Dergisi’nde yayımlayınca, ben de sosyal medyada Silkar Madenciliğin ismini vererek bu haberi paylaştım. Twitter’da paylaştığım bu kısacık mesaj bir süre sonra ilginç gelişmelere kapı araladı.

BİR GÜN BİR TELEFON ÇALAR

Geçen aralık ayının ilk günlerinde ofisimde çalışırken telefonum çaldı. Kendisini Silkar Madencilik yönetim kurulu başkanı Erdoğan Akbulak’ın sekreteri olarak tanıtan bir kişi, Erdoğan Bey’in benimle görüşmek için İstanbul’dan Bartın’a doğru seyahat etmekte olduğunu söyleyip, görüşme için randevu almak istedi. Ben de böyle bir görüşme yapmayacağımı söyleyerek telefonu kapattım. Aynı kişi tekrar arayarak patronunun görüşme konusunda ısrarcı olduğunu söyledi. Teklifi tekrar reddettim. Çünkü bu tür görüşmelerin bu tür “yatırımcılar” tarafından “tamamen duygusal” veya tam tersi “tehditkâr” ortamlara dönüştürüldüğünü çok iyi biliyordum. Yıllardır sürdürdüğümüz doğa koruma mücadelesinde bir şekilde yakın ilişki kurmak isteyen şirketlerin bizim gibi akademisyenlerden yüz bulamayınca, nasıl tehditler savurduklarını, polis ve savcılığa isimsiz ihbarlar yaptıklarını veya suç duyurusunda bulunduklarını, bizzat işbirliği içinde bulundukları politikacı ve bürokratlar aracılığıyla tehdit ettirdiklerini ve çalıştığımız kurumlara işten atılmamız için başvurduklarını yaşayarak öğrenmiştim. Antalya’daki güzelim Toros Sedirlerini korumak için mücadele ederken iddiaya göre mermer ocağı işletmecilerince katledilen Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin yaşadıklarını hatırlatmam bu konuda bu kadar emin olmamın gerekçesini açıklayacaktır.
Görüşme teklifini iki kez geri çevirmiş olmam yeterli olmamış olacak ki, aynı gün telefonum üçüncü kez çaldı. Bu sefer arayan benimle görüşmek için yolda olan Erdoğan Akbulak’ın kendisiydi. Kendisine de böyle bir görüşme yapmayacağımı söyleyince, “Hocam belki siz bizi ikna edersiniz ve biz projeden vaz geçeriz” yanıtını aldım. Bu ilginç ifade beni görüşme talebi konusundaki düşüncemi değiştirmeye itti. Böyle bir ihtimalin varlığı, görüşme yapmaya değerdi. Erdoğan Beye kendisiyle görüşebileceğimi, fakat bu görüşmenin bölüm başkanımız ve yukarıda adı geçen hocalarımız ile konuyla ilgili birkaç hocamızın katıldığı bir toplantıda olabileceğini söyledim. Kendisi kabul edince, görüşme saatini kararlaştırdık.

YAYLAYI GEZİP GÖRDÜKTEN SONRA

Erdoğan Bey o günkü görüşmeye, açmayı planladıkları mermer ocağının bulunduğu Uluyayla’yı gezip gördükten sonra şirketin hammadde sorumlusuyla birlikte tam zamanında geldi. Orman Mühendisliği Bölümü’nün toplantı salonunda başlayan görüşmemizde öncelikle misafirimiz şirketini ve Uluyayla’da uygulayacakları projeyi tanıttı. Bizler de sırasıyla Uluyayla’nın bir ekosistem olarak ne kadar değerli olduğundan ve içinde barındırdığı endemik türlerden, orada bulunan orman içi açıklıkların değerinden ve eşsizliğinden örnekler verdik. Bunun üzerine Erdoğan Bey bu alanın maden ruhsatını yerel bir kişiden devraldıklarını, bunu yaparken de orman idaresine alanın maden çıkarmak için uygun olup olmadığını sorduklarını, orman idaresinin de ağaçlık alanların çok uygun olmadığını fakat açık alanlarda maden çıkarılabileceğini söylediğini, devletin onları yanıltmış olamayacağını belirtti.

BÜYÜK BİR HAYAL KIRIKLIĞI

Bizler de ormanın sadece ağaçlardan ibaret olmadığını, bütün canlı ve cansız varlıkların birbiriyle etkileşim halinde varlığını sürdürdüğü bir ekosistem olduğunu ve orman içi açıklık alanların o ormanların devamını sağlayan en önemli destek noktaları olduğunu, üstelik tür çeşitliliği ve zenginliği bakımından en değerli alanların bu tür alanlar olduğunu anlatmaya çalıştık. Bunları söylememiz üzerine Erdoğan Bey, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve kolayca ruhsat alıp, her yerde maden araması ve işletmesine girişen “merdiven altı” madencilerden, madencilik faaliyetlerinin her isteyenin istediği yerde madencilik yaptığı bir faaliyet olmaktan çıkıp, bölge düzeyinde yapılmış master planlara dayanan, oradaki doğal varlıklarla madenlerin ilişkisini doğru kurarak doğayı da koruyan bir planlama anlayışına sahip madencilik politikalarına gereksinim olduğundan bahsetti.

Tam da burada ortak noktada buluştuğumuzu görüp ülkenin doğayı gözden çıkararak kalkınamayacağından hareketle ortak görüşlerimizi paylaşmaya başladık. Bu konuşmalardan sonra toplantı Erdoğan beyin “Biz bu yatırımdan vaz geçmeyi değerlendireceğiz” açıklamasıyla bitti. Misafirlerimizi uğurlarken bizler garip duygular içinde birbirimize bakıyorduk.

onyargilari-yikan-bir-doga-koruma-hikayesi-uluyayla-nasil-kurtuldu-701169-1.

BİR TWEET NELERE KADİRMİŞ

Ertesi gün Erdoğan Bey’den uzun bir eposta mesajı aldım. Mesajda; “Barbaros hocanın dergide yazmış olduğu bilimsel, edebi ve de duygusal yazıyı okudum ve oradaki doku hakkında daha detaylı bilgi sahibi oldum. Ayrıca, sizin hazırlamış olduğunuz Ormancılık Politikaları ve Orman Köylülerinin Durumu hakkındaki raporu da okudum. Uluyayla bölgesi belli ki orman ve bitki örtüsü olarak çok değerli bir yer. Umarım bahsedildiği gibi doğa turizminden yararlanır ve bölge insanı da bu ekonomik faaliyetlerden bir gelir kazanarak refah düzeyini artırır. Ayrıca, çok sayıda doğasever bu faaliyetlere katılır ve de keyifli etkinlikler yapılır. İnsanların deşarj olacağı, temiz hava soluyacağı yerler olur. Hatta bu tip yerlerin büyük şehirler yakınlarında olması da teşvik edilmeli ki daha çok insan yararlanabilsin. Ormanlar ve çevreye hepimizin sahip çıkması gerekli. O nedenle bu kadar bilgi ve toplantıdan sonra bizim orada bir madencilik faaliyetinde bulunmayacağımız açıktır. Hatta sizlerle görüşerek ileride oluşabilecek zararlardan kurtulduğumuz için de sizlere tekrar teşekkür ederim. Bir tweet nelere kadirmiş” diyordu.

EN GÜZEL HABERLERDENDİ

Bu haber hayatımda aldığım en güzel haberlerden biriydi. 10 yılı aşkın bir süredir Fatih Sultan Mehmet’e göre “Çeşmi cihan (Dünyanın gözü)” Amasra’ya yapılmak istenen termik santrallere karşı Bartın Platformu çatısı altında mücadele eden biri olarak, o termik santrallerin Amasra’nın eşsiz güzelliğine ve yöre halkının yaşamına vereceği zararları yörede yaşayan insanlara çok iyi bir şekilde anlatabildiğimiz halde, 43 bin dilekçe, 2000 davacı, onca gösteri, bilimsel rapor, mahkeme kararına rağmen gözünü para bürümüş patronlar ile bazı bürokrat ve politikacılara bunu anlatamamış olmanın ve onları bu acımasız girişim ve kararlarından henüz vazgeçirememenin burukluğunu yaşarken, konu hakkında yazılan iki sayfalık bir yazı ve onu paylaşan bir iki twitle bu kadar kolayca sonuca varmak oldukça garipti. Bu yüzden bu haberi sadece çalışma arkadaşlarımla paylaştım ve ÇED sürecinin tamamlanmasını beklemeyi tercih ettim. Bir süre önce Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkililerinden ÇED sürecinin olumsuz sonuçlandığını öğrendik. “Yatırımcı” şirketin bizimle görüştükten sonra konunun takipçisi olmaması bu kararda etkili olmuştu. Bunun yanı sıra aldığımız bilgiye göre Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü de projeye olumsuz görüş bildirmişti. Fakat acı olan şu ki; ormanların gerçek koruyucusu olması gereken Orman Genel Müdürlüğü ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün proje hakkında olumsuz görüşleri yoktu. Yine topu taca atarak ormanların yok olmasının önünü açmışlardı.

BİR BÜYÜK ÖNYARGIM KIRILDI

Geçen hafta Silkar madencilik yönetim kurulu başkanı Erdoğan Akbulak’tan bir eposta daha aldım. Sayın Akbulak mesajında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bu projeden vazgeçtiklerini bildirdikleri yazıyı benimle paylaşıyordu. Bu haber Bartın ve ülkemiz doğası için çok sevindirici bir haberdi. Fakat bu yaşananlardan beni sevindiren en önemli şey; ülkemiz doğasını koruma mücadelesine bütün herkesin aynı paragöz çerçeveden bakmadığını öğrenmem oldu. Daha önce tamamen aksi yönde düşünürken, bir büyük önyargımı böylece yıkmış oldum. Elbette tek örnekten genelleme yapılamayacağını çok iyi biliyorum. Fakat ülkemizdeki sermaye sahiplerinin kendi çıkarlarını korumak ve kazançlarını arttırmak için doğaya yaptıkları zararın boyutunu artık görmelerinin zamanı gelmedi mi diye sormadan edemiyorum. Saplandıkları “Yol açtığı zararlar ne olursa olsun kalkınmalıyız” önyargısından onların da bir an önce kurtulması sevindirici olmaz mı?