Bu yazar takımının bir garip alın yazısı var. Adları duyulur oldu mu, birden akıl danışılacak akıllı, para istenecek zengin, yardım istenecek yardımsever, iş istenecek işveren oluverirler ama bir de adları duyulmaz, imzaları görünmez oldu mu, yine birdenbire akılsız, parasız, işsiz, yardım edemez kişi olur çıkarlar

Ooooo!

AZİZ NESİN*

Okurlardan günde otuz kırk mektup aldığım, telefon zilinden gazete okumaya bile vakit bulamadığım, arka arkaya ve üst üste gelen konukları oturtmak için evimdeki sandalyelerin yetmediği günler geçti artık. Böyle günler gelir geçer, gelir geçer... Gazetelerden, dergilerden adım kesilince, evimizin telefonu, elektriği kesilir, havagazı kesilir, suyu kesilir. Bunlar kesilince de ziyaretçilerimizin ayağı kesilir. Bugünlerde akıl istemeye, para istemeye, yardım istemeye, iş istemeye hiçkimse gelmiyor, alacaklılar da gelmese, işsiz, parasız kaldığıma neredeyse sevineceğim.

Bu yazar takımının bir garip alın yazısı var. Adları duyulur oldu mu, birden akıl danışılacak akıllı, para istenecek zengin, yardım istenecek yardımsever, iş istenecek işveren oluverirler ama bir de adları duyulmaz, imzaları görünmez oldu mu, yine birdenbire akılsız, parasız, işsiz, yardım edemez kişi olur çıkarlar. Eskiden akıl danışanlar akıl vermeye, eskiden para isteyenler borç ister diye kaçmaya, eskiden yardım isteyenler yardım ister diye görmezden gelmeye, eskiden iş isteyenler iş ister diye ondan uzaklaşmaya başlarlar.

Cezaevinden son çıkışımdan beri, ben işte böyleyim. Hoş, bu başıma gelen birinci değil, beşinci değil... “Artık alışmışsındır,” diyeceksiniz. Hayır, buna alışılmıyor, bin kez başa gelse yine alışılmıyor.

Bakınız, geçenlerde başıma ne geldi: Bir zamanlar bir solukta çıktığım Babıâli yokuşundan dura dinlene çıkıyordum. Eskiden bu yokuş bu kadar dik değildi, her yıl galiba biraz daha dikleşiyor. Böyle giderse bir zaman sonra Babıâli yokuşu dimdik bir duvar olacak. Evet, yokuştan çıkıyordum. Kalabalık arasında yokuştan aşağı gelen bir dostumu gördüm. Dostum beni çok sever, sevgisini de çok gösterişli biçimde belli eder. Ne zaman, nerede karşılaşsak “Oooo!..” diye yüksek sesle bağırarak uzaktan kollarını açar, beni göğsüne bastırır, şapır şupur yanaklarımdan öper. Doğrusu ya, ben böyle gürültülü sevgi gösterilerinden hoşlanmam. Ama dostumun özdenliğine inandığımdan, ister istemez ben de ona uymak zorunda kalırım. Ben de onun gibi kollarımı açarak, bağırarak, gürültülü gösterişlerle dostumun yanaklarından öperim.

Meserret kahvesinin karşısındaki trafik memuru, elini kaldırıp taşıtları durdurmuş, yayalara yol vermişti. Yukarıdan inen kalabalıkla aşağıdan çıkanlar birbirimize karıştık. İşte bu sırada dostumu gördüm. Aylardır birbirimizi görmediğimiz için, onun herzamankinden daha sesli, daha gösterişli beni karşılayacağını biliyordum. Dostluk gösterisinde ondan aşağı kalmamak için daha önce davranıp, taa uzaktan iki kolumu yana açıp, “Oooooo!..” diye bağırarak dostuma doğru yürüdüm. Dostumla göz göze geldik. Neredeyse onu kucaklayacaktım ki birden gözlerini benden kaçırıp sol yanımdan aşağı kayıverdi.

Nasıl bozulduğumu anlatamam, kollarım boşluğa açılmış, kalakaldım.

Benim durumumu lütfen gözünüzün önüne getiriniz: Trafik memuru dörtyol ağzında taşıtları durdurmuş, yayalar hızlı hızlı geçiyor, kalabalık arasında bir adam, iki kolunu havaya açmış boşluğa “Ooooo!” diye bağırıyor.

Tam da trafik memurunun önündeydim. Ne yapacağımı şaşırdım. Bikaç kişi durmuş, kimisi de dönüp dönüp bana bakıyor. Öyle şaşırmıştım ki –belki utancımdan– kulaç açtığım kollarımı bitürlü indiremiyorum. “Ooooo!..” diye boşluğa doğru bağırıp duruyorum. Bu durumda bikaç saniye içinde aklımdan neler geçiyor: Burası Babıâli, bizim piyasamız, tanıyan eden çok, herkes niçin kollarımı açıp, “Oooooo!..” diye bar bar bağırmakta olduğumu bilmez, tozutmuş zavallı der. Kalabalığın içinde uzaktan yakından bir tanıdık görsem, şu dostluk gösterim boşa gitmesin, beni böyle görenler de kınamasın diye hemen boynuna sarılacağım.

Akan kalabalık arasında bir tanıdık yüz de göremiyorum. Derken, trafik memuru taşıtlara geç işareti verdi. Arabalar, yolcuları durdurdu. İnsan “Ooooo!” diye otomobillerin, kamyonların üstüne atılamaz ya... Büsbütün şaşırdım. Neyse ki, karşıya geçen son yaya yolcuyu tanır gibi oldum. Ellibeş altmış yaşlarında, şişman bir kadındı. Adını hatırlayamadım ama kadını biyerden tanır gibiyim, gözüm ısırıyordu. Cankurtarana sarılır gibi, “Oooooo!..” diye bağırarak kadını bağrıma bastım. Bu sırada kamyonlar, otobüsler de yürümüştü. Biz kadınla sarmaş dolaş otobüslerin, kamyonların, arabaların arasında kalakaldık. Ben hâlâ “Ooooo!” diye sesler çıkarıyordum. Sağımdaki kamyonun şoförü başını uzatıp,

– Ooooo-ha!.. diye bağırdı.

Birden kucakladığım kadını hatırladım, dört beş yıl önce bir arkadaşımın evinde hizmetçilik etmişti.

Trafik memuru,

– Kenara çekilin beyim! diye bağırdı.

Şaşırıp kalmış olan kadının elini bikaç kez sıkı sıkıya sallayarak,

– Hadi gülegüle, hadi gülegüle!.. dedim, taşıtların arasından yürüdüm.

Kadın neye uğradığına şaşırmıştı.

O günkü utancım hâlâ sürüyor.

Türk edebiyatının unutulmaz isimlerinden Aziz Nesin’i 100. Yaşgününde saygıyla anıyoruz.

*Aziz Nesin’in Biz Adam Olmayız adlı kitabından tadımlık bu öyküyü sizlerle buluşturmamıza vesile olan Nesin Vakfı’na teşekkürü borç biliriz.