Yıllardır Türkiye’de bu kadar uzun kalmamıştım.

Yıllardır Türkiye’de bu kadar uzun kalmamıştım. Özlem giderme, yeni karşılaşmalar, umut verici gelişmelerle birlikte endişe, merak, kargaşa, karmaşa üç haftayı doldurdu. 24 Nisan’ı ve 1 Mayıs’ı İstanbul’da yaşamanın keyfinin yanısıra, 3 Mayıs Basın özgürlüğü gününe damgasını vuran haber ve yazılar düşündürücüydü.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin verilerini temel alırsak, bugün Türkiye’de 67 gazeteci tutuklu, iki bini aşkın gazeteci yargılanıyor. On bin gazeteci hakkında ise soruşturma devam ediyor. İfade ve basın özgürlüğü konusunda birçok meslektaşımız değerli yazılar yazdılar, yazmaya da devam edecekler. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) gibi kuruluşlar son aylarda Türkiye’de hızla tırmanan basına baskı ve saldırıları kınarken, ülkeyi ve yönetenlerini izlemeye aldıklarını arka arkaya açıklıyorlardı.

İfade özgürlüğü bağlamında çok haklı savların ve eleştirilerin ötesinde, basın mensuplarının kaynaklarına dokunan baskılar sanırım daha az irdelendi. Son haftalarda Fransa kamuoyu 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimleri adaylarına, özellikle de Sosyalist Parti’nin hangi adayı göstereceğine odaklansa da, gündemde sessiz sedasız önemli bir haber geçti. Geçen yılın son aylarında “L’Oréal/Bettencourt skandalı” başlıklı olayda, soruşturmadan sorumlu Nanterre savcısı Philippe Courroye, bir diğer meslekdaşını davadan çekilmeye zorlamıştı. Bunu başarabilmek için de diğer hakimin “basına bilgi sızdırdığını” öne sürmüştü. Söz konusu basın, Le Monde gazetesiydi. Zira Eylül 2010’da ülke bu skandalla çalkalanırken, Le Monde ünlü milyarderin evinde bu genç hakimin arama yaptığını yazmıştı. Bunu kanıtlamak için de Le Monde gazetecilerinin yaptıkları telefon konuşmalarının dökümünü izinsiz olarak ve Ceza Kanununu ihlal ederek elde etmişti. Bütün bu baskılar size çok tanıdık gelecek bir bahane ile yapılmıştı: “devletin ve ulusun çıkar ve güvenliğini korumak”. Böylece, Adalet Bakanlığı’nda görevli bir danışmanın izi bulunmuş, hedef tespit edilmişti. Le Monde gazetesi sonuçta “kaynakların gizliliği ilkesini ihlalden” dava açmıştı.

Geçtiğimiz günlerde Bordeaux temyiz mahkemesi Le Monde’un haklılığına karar vererek, “demokratik bir toplumda basın özgürlüğünün temel taşı gazetecilerin kaynaklarının gizliliğini korumaktır” şeklinde hüküm verdi. Mahkeme ayrıca kararına “gazetecilerin bilgi ve haber kaynaklarını koruması, toplumun bilgiye erişim hakkının temel ilkelerindendir” ifadesini eklemiş.

Le Monde gazetesi, iktidar partisi ve Sarkozy’nin son yıllarda fütursuzca uyguladıgı basın ve kaynaklarının haklarını ihlaline karşı büyük bir zafer kazandı. Fransa gibi “normal” demokrasilerde bile kısa gazete haberi olan bu zafer, bizim gibi “ileri” demokrasilerde haber olmaz elbette.

Ülkemizde zaten sansürlü İnternet erişimini daha da sınırlayacak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu’nca (BTK) hazırlanan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” yürürlüğe girince, ifade, basın ve kaynakları koruma özgürlüğü artık iyice rafa kaldırılır. 2010 yılında Türkiye’de basın özgürlüğü dünya sıralamasında 127. sıradan 138. sıraya düşmüşse, 2011’de sıralamanın neresine düşeceğini kestirmek korkarım ki zor değil!