Türkiye ve Macaristan’ın dinamikleri, siyasi kültürü çok farklı. Bizdeki seçimlerin hangi tarihte, nasıl bir konjonktürde yapılacağı da belli değil. Ne var ki bu ayrım noktaları, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin Macaristan seçimlerinden dersler çıkarmasına engel de değil.

Orban’a ayna tutmak

Geçtiğimiz hafta Macaristan seçimlerinde Başbakan Victor Orban bilindiği gibi Macaristan için Birleştik adlı altılı muhalefet blokuna karşı büyük bir seçim başarısı kazandı. Böylelikle Orban, AB’nin 2010’dan beri iktidarda bulunan en kıdemli lideri konumuna geldi. Bu başarı ister istemez, Orban’a karşı tüm düzen içi muhalefet partilerinin birleşmiş olması, Millet İttifakı’na benzer biçimde muhalefeti altı partinin temsil etmesi özellikleriyle Türkiye çağrışımı yarattı.

Orban’ın; Tayyip Erdoğan, Hintli Narendra Modi, Putin, Filipinli Duterte, Brezilyalı Bolsonaro ile birlikte günümüzün otoriter, populist liderleri arasında sayılması bu karışlaştırmalara kapı aralıyor. Önceden belirtelim, her ülkenin dinamikleri, siyasi kültürü farklı. Bizdeki seçimlerin hangi tarihte, nasıl bir konjonktürde yapılacağı da belli değil. Ne var ki bu ayrım noktaları, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin Macaristan seçimlerinden dersler çıkarmasına engel de değil. Kaldı ki iki ülke arasında ciddi paralellikler de söz konusudur.

Erdoğan ve Orban, güçlü lider, “milletin” çıkarlarını koruyabilecek alternatifsiz tek adam imajıyla benzer bir profil çiziyorlar. Birbirleriyle vücut kimyaları da uyuşuyor. Aynı Putin ve Trump ile olduğu gibi. Bir araya geldiklerinde de iyi anlaşıyorlar. Diğer otoriter sağ figürlerde olduğu gibi, kendilerini dış güçlere ve yerel elitlere karşı ulusun teminatı olarak sunuyorlar.

Nitekim Orban seçim sonrası “balkon konuşmasında” uluslararası sol güçlere, Sorosçulara (bu arada kendisi bir Soros yetiştirmesi), Brüksel elitlerine karşı büyük bir zafer kazandığını ilan etti. Her iki liderin ortak bir özelliği de, imparatorluk nostaljisiyle fetihçi bir söylem tutturmaları. Erdoğan’ın Osmanlıyı ihya etme çizgisiyle, Orban’ın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu özlemiyle

1. Dünya Savaşı’nda kaybedilen toprakları geri kazanma iddiası benzeşiyor. Bakmayın Hıristiyan uygarlığının hamisi demagojisiyle sınırları mültecilere kapatmasına. Aynı Erdoğan’ın başta Suriyeliler Osmanlı bakiyesi Müslüman tebaya tayırhah tutumu gibi, o da Ukrayna, Polonya, Moldova’nın Macar asıllı nüfusuna kucak açıyor ve kolaylıkla vatandaşlık dağıtabiliyor. Onlardan siyasi destek devşirmeyi de başarıyor. Macaristan seçimleri üzerinden, Millet İttifakı’nın 5 kritik noktayı önemsemesi gerektiği kanısındayım. Buradaki değerlendirmeler, ittifakın farklı eğilimleri bir araya getiren düzen içi bir blok olduğu, toplumda ciddi bir karşılığı bulunduğu gerçeğine dayalı pragmatik bir yaklaşıma dayanıyor (Bu konuda BirGün’de İbrahim Varlı’nın sıcağı sıcağına kaleme aldığı “Orban dersleri: Sağı sağla devirme stratejisinin iflası” yazısı benim yaklaşımımın da köşe taşlarını çiziyor).

1- Mutabakat Metni: Genel hatlarıyla Altılı Mutabakat Metni (MM) otoriter başkanlık anlayışını reddetmesi, denge ve denetim mekanizmalarını önemsemesi; TBMM’nin bütçe hakkına sahip çıkması, yüksek yargının yeniden yapılandırılmasını öngörmesi, torba yasalara son verileceğini açıklaması gibi yönleriyle olumlu bir belgedir. Laiklik vurgusunun yetersizliği, Kürt sorunun teğet geçmesi, sendikal haklar ve sosyal devlet konusunda zayıf vurguları, meslek odalarına yönelik kuşatmadan söz etmemesi, halk inisiyatiflerini göz ardı eden temsili demokrasiyle sınırlı ufku nedeniyle elbette eleştirilecek çok eksiği bulunuyor. Ancak burada vurgulayacağımız nokta, böyle ayrıntılı metinlerin sade yurttaş üzerindeki sınırlı etkisi bulunduğudur. Nitekim Macaristan için Birleştik ittifakının demokraside AB standartlarının hayata geçeceği vaatleri seçmen üzerinde fazla etkili olmadı. Buradan MM’nin ortalama insanı kucaklayacak özlü mesajlara tercümesinin gerekli olduğu, ancak yine de ekonomik ve sosyal programın açılımlarının seçmenin kalbini kazanmak açısından daha büyük önem taşıdığı sonucunu çıkarabiliriz. (MM konusunda Oğuz Oyan’ın, “Altılı Mutabakat Metni: Ne kadar İleriye?” yazısı çok kapsamlı bir analiz sunuyor. BirGün 06.03.2022).

2- Büyük kentler seçimlerde belirleyici olmayabilir: Bilindiği gibi CHP’nin 2019 yerel seçim başarısına benzer biçimde, Doğu Avrupa otoriter sağ yönetimlere karşı muhalefet metropol belediyeleri kazandı. Varşova, Budapeşte, Prag ve Bratislava genç, dinamik, iyi eğitimli imajına sahip, muhafazakarlığa karşı burjuva liberalizmini temsil eden başkanlar tarafından yönetiliyor. Bunlardan Varşova Belediye Başkanı Trzaskowski, 2020 Polonya Cumhurbaşkanlığı seçiminde aşırı sağcı Andrzej Duda’ya boyun eğdi. Macaristan’da ise Budapeşte Belediye Başkanı Gelgely Karacsony muhalefetin önseçiminde Marki-Zay’a karşı üstünlük sağlayamadı. Marki-Zay’ın 7 çocuklu, muhafazakâr ama çok uluslu şirketlerde pazarlamacı künyesi ne muhafazakâr ne de sol seçmene hitap etti. O nedenle bizim cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin sahici, güven veren, deneyimli bir ismi aday göstermesi büyük önem taşıyor. Burada kritik nokta, olası adayın icraatini önü çıkarması değil, kendi anayasal haklarından feragat ederek ülkeyi demokrasi rotasına sokacak, kuvvetler ayrılığı ilkesine sahip çıkacak samimiyet ve güvenilirlik taşıdığına kamuoyunu inandırmasıdır. Aday profilinin, hem büyük kentlerdeki “seküler yaşam tarzı, kadın hakları, kimlik talepleri” konusunda duyarlı seçmeni yakalayacak nitelikte olması gerekir, hem de taşranın köy veya küçük kasabasında yaşayan, kente gelse bile öz kimliğini “muhafaza” eden yurttaş tipine hitap edecek esnekliğe sahip olması beklenir. Unutmayalım ki 2019 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın bileşenleri ülke genelinde yüzde 51,6 oy almıştı.

3- NATO’culuk/Amerikancılık seçim kazandırmaz: Macaristan’da Oban, Rusya’nın Ukrayna işgalini kınamakla birlikte koyu Amerikancı, NATO’cu bir rota izlemedi. Ülkesi üzerinden silah sevkıyatına izin verse de, kendisi cepheye silah gönderme konusunda istekli davranmadı. Uçuşa kapalı bölge gibi çatışmayı daha da şiddetlendirecek önerilere sıcak bakmadı. Buna karşılık muhalefetin sıkı NATO’cu, Amerikancı şahin pozisyonu, Orban’ın ülkesini tehlikeden koruma konusunda duyarlı, dengeli imajı karşısında halkta prim yapmadı. Millet İttifakı’nın özellikle ülkücü refleksleri harekete geçen Meral Akşener vasıtasıyla Rusya tehdidini öne çıkaran, kayıtsız şartsız NATO’cu, Amerikancı söyleminin halk nezdinde fazla karşılık bulduğunu söylenemez. Sistem içi muhalefetten net antiemperyalist bir tutum beklemek gerçekçi olmamakla birlikte, sıkı Atlantikçi, AB’ci bir çizginin dünya örnekleriyle doğrulanan bir biçimde fazla elverişli bir seçim stratejisi olduğunu düşünmek de pek gerçekçi görünmüyor.

orban-a-ayna-tutmak-1001320-1.
Gezi’de, Adalet Yürüyüşü’nde, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde yakalanan momentin tekrarlanması elzem

4- Neoliberal reçeteden uzak durmak gerekir: Bazı yorumcuların öne sürdüğünün aksine Orban döneminde Macaristan ekonomisi çok başarılı bir performans sergilemedi. 2010’da 13.200 dolar olan kişi başına gelir 2020 sonunda ancak 15.900 dolara yükseldi. Enflasyon da yüzde 8 civarında yüksek seyrediyor. Macar ekonomisi büyük ölçüde, başta otomotiv sanayi gelmek üzere çok uluslu şirketlerin montaj üssü işlevi görüyor. Köle Yasası diye adlandırılan uzun saat fazla mesaiye, ücretlerin geç ödenmesine izin veren iş yasası, görece düşük ücretler, pandemi öncesi büyük işçi eylemlerini tetiklemiş, iktidara karşı tepkileri yükseltmişti. Gelgelelim Orban diğer popülist liderler gibi büyük bir manevra kabiliyetine sahip. Yükselen enflasyon karşısında enerji ve temel gıda fiyatlarını sabitledi. Şeker, un, sıvı yağ, süt, domuz eti ve tavuk göğsü gibi 6 ürüne zam yapılmaması yoksul halk üzerinde olumlu etki yaptı. AKP de seçimlerden önce enflasyonu yavaşlatamayacağını kabullenmiş görünüyor. Faiz konusunda inatçı tutumuyla Erdoğan zaten ekonominin elini ayağını bağlamış durumda. KKM’nin bütçe üzerindeki maliyetine katlanarak kuru kontrol etmeye çalışıyorlar. Ama bu arada önce gıda ürünlerinde KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e, sonra temel ihtiyaç maddelerinde yüzde 18’den yüzde 8’e indiren önemli adımlar attılar. Şimdi de Orban’ınkine benzer biçimde 20 üründe fiyat tavanı uygulaması başlatmak için çalışma yürüttükleri bildiriliyor. Muhalefetin bütçe açığı gibi birtakım teknik gerekçelerle bu hamleleri eleştirmesi ters tepebilir. Kılıçdaroğlu’nun AB büyükelçilerine muhalefetin ekonomi programını Babacan’ın hazırladığını söylemesi, belki diplomatların hoşuna gitse de, taktik anlamda yanlış oldu. Çünkü Ali Babacan adı IMF ile kemer sıkma politikalarıyla anılan bir politikacıdır. Muhalefetin ekonomi programına Merkez Bankası bağımsızlığı, bütçe disiplini, yapısal reformlar gibi neoliberal bir söylem egemen olursa, baştan hata ederler. CHP’nin geçmişte gündeme getirdiği aile sigortası, Akşener’in bir dönem dillendirdiği tiksindirici borçlar, KÖİ (Kamu Özel İşbirliği) projelerinin kamulaştırılması gibi cesur çıkışlarla ortalama yurttaşa umut aşılayacak bir programatik atılımının yapılması halkta heyecan yaratmak açısından büyük önem taşıyor.

5- Dinamik kesimleri moralli tutmalısınız: Orban seçim yasasını ve seçim bölgelerini işine geldiği gibi düzenleyerek, medyayı tümüyle kontrolüne alarak adil bir seçimi engelledi. Bilindiği gibi Erdoğan da benzer bir strateji izliyor. Bu saldırıyı göğüslemenin en etkili yolu, özellikle en geniş muhalif kitleyi canlı, dinamik, moralli tutmaktan geçiyor. Sandıklara sahip çıkabilmek, sosyal medyada etkili olabilmek, gücünüzü sokağa yansıtabilmek, 2013 Gezi’de, 2017 Adalet Yürüyüşü’nde, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde yakalanan momenti tekrarlayabilmeye bağlı. Sol, seküler, eğitimli kesimler nasıl olsa bize oy verir, önemli olan sağın oyunu kazanmak diye düşünürseniz, muhafazakâr bir söyleme hapsolursanız baştan kaybedersiniz. İstanbul Sözleşmesi’yle kadınların, EYT’lilerin, ekonomik anlamda AKP’nin çıkar ilişkileri dışında kalan tüm kesimlerin, liyakatin para etmediği bir iklimde diplomalı işsiz gençlerin “gündem saptırma, oyuna gelmeme, iktidarın işine gelen eylemler yapma” gibi gerekçelerle önünün kesilmemesi gerekiyor. Seçime kadar toplumsal muhalefeti organik bir bütünlüğe kavuşturma yolunda kararlı adımlar atılmazsa ne yazık ki altı partinin bir araya gelmesi de AKP iktidarından kurtulmaya yetmeyebilir.