Orban’ın iktidara gelmesinden bu yana ilk kez bu kadar yüksek kaybetme riskinin olduğu bir seçime gidilecek. Bu muhalefetin bir araya gelerek ortak aday çıkarmasıyla da yakından ilişkili. Enerji ve gıda fiyatlarındaki patlamanın tetiklediği kaygıları gidermek için Orban, fiyatları sabitledi, gıda maddelerinde fiyat düzenlemesine gitti. Hepsi oy devşirmek uğruna yapıldı.

Orban’a karşı birleşen muhalefet ders veriyor

Macaristan’da 3 Nisan'da kritik bir seçime gidilecek. Muhalefet partilerinin on yıldan fazladır ülkeyi yöneten otoriter sağcı lider Viktor Orban’a karşı birleştiği ülkedeki siyasi iklim Türkiye’yle benzer özellikler barındırıyor. Toplumsal muhalefeti bastıran, medyayı kuşatan, hak ve özgürlükleri budayan Orban’ın baskıcı politikaları altında sandığa gidilecek ülkedeki seçim sürecini Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi’nden Doç. Dr. Anıl Duman ile konuştuk.

Seçime gidilirken mevcut politik duruma dair ne söylenebilir? Malum Macaristan Orban sayesinde nevi şahsına münhasır ülkeye dönüştü?
Sağcı otoriter liderler birçok ülkede güç kazansa da Macaristan hem tarihi hem de coğrafi konumu açısından oldukça ilginç bir örnek. 2000’lerin başından itibaren Avrupa’ya entegrasyon sürecinin başarılı bir şekilde yürüdüğü kanısı hakimdi. Birçok sosyal bilimci Macaristan’ın demokratik kurumlarının ‘sağlam’ olduğunu ve ciddi krizleri fazla zarar görmeden atlatabilmeleri gerektiğini düşünüyordu. Fakat, 2010’da Viktor Orban’ın iktidara gelmesiyle birlikte bağımsız kurumlara saldırılar başladı ve ülkenin demokrasisinin sanıldığı kadar konsolide olmadığı ortaya çıktı. Ve ilk kez Avrupa Birliği’ne üye bir ülke demokratik olmayan sistemler kategorisinde değerlendirildi. Bu bakımdan gerçekten nevi şahsına münhasır denebilir.

Diğer otoriter sağcı liderlerin tahakkümündeki ülkelerle benzerlikleri, farklılıklar neler?
Mevcut politik iklim Türkiye, Brezilya, Hindistan, Filipinler gibi sağcı otoriter liderlerin hüküm sürdüğü coğrafyalardan pek farklı değil. Mesela, Orbán aynı diğer ülkelerde deneyimlendiği gibi parçalanmış merkez sağ oluşumları birleştirerek iktidarı ele geçirdi ve muhafazakâr üst ve orta sınıflar bugün hala Orbán’a destek vermeye devam ediyorlar. Ama Macaristan’ı Türkiye, Brezilya ve Hindistan’tan ayıran en temel özellik ise (reel) sosyalizm sonrası oluşturulan piyasa ekonomisi sisteminden duyulan rahatsızlık. Hem ülkedeki varlıkların çoğunun yabancılara satılması hem de sosyal politika kapsamının daraltılması ve harcamaların kısılması vatandaşlar arasında büyük memnuniyetsizlikler yarattı. Orbán ve partisi siyasal hayatlarının başından beri ekonomik milliyetçilik adı altında ‘milli sermaye’yi ve Macarlar için sosyal politika ve yardımların iyileştirilmesini savunuyor. Özellikle bankacılık, medya, enerji ve perakende sektörlerinde yerel mülkiyetin artırılması gerekliliğini dillendirirken merkez sağı da bu eksen etrafında birleştirmeyi başarıyor. Her ne kadar ‘yerli ve milli’ retoriği Türkiye’de de sıkça kullanılsa da Macaristan’da bariz bir karşılığı da var. Mesela, bankacılık sektöründe yabancı mülkiyet 2010’dan bu yana yüzde 60’lardan yüzde 40’lara gerilerken enerji sektöründe aynı dönemde yüzde 70’ten yüzde 50’nin altına indi. Elbette, bu Orbán’ın gerçekten rekabetçi yerel sermaye yaratma peşinde olduğu anlamına gelmiyor ve diğer otoriter rejimlerde olduğu gibi ‘milli sermayedarlar’ genellikle ya güvenilir Fidesz kadrolarından ya da önde gelen politikacıların arkadaşları ya da akrabaları arasından seçiliyor. Yine de ekonomik milliyetçilik Macaristan’daki çok etkili bir diskur ve rejim değişimin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen hala kliklerin en önemli temellerinden biri.

Orban'a karşı 6 muhalefet partisi güçlerini birleştirdi. Bir çatı altında toplanan partiler tek adayla yarışa katılacak. Muhalefetin şansı nedir?
Belki de Orbán’ın 2010’da iktidara gelmesinden bu yana ilk kez bu kadar yüksek sesle kaybetme riskinin olduğu ve önceki yılların aksine genel seçimlerin zorlu geçeceği hem ülke hem de uluslararası basında dile getiriliyor. Elbette bu muhalefetin bir araya gelerek ortak aday çıkarması ile yakından ilişkili. Ancak, henüz ortak aday Peter Márki-Zay’in yeterli desteği sağlayamadığı ve anketlere göre yarışın çok sıkı geçeceği de söyleniyor. Fidesz hükümetinin ilk döneminde geleneksel olarak sola oy veren seçim bölgelerini ayırıp kendisinin oyunun yüksek olduğu komşu bölgelerle birleştirerek önemli bir avantaj sağladı. Bu yüzden birleşik muhalefetin ulusal parlamentoda çoğunluğu elde etmek için Fidesz’den en az yüzde 3 ila 5 daha fazla oy alması gerekiyor. Ve anketlerde şu ana kadar muhalefetin lehinde böyle bir fark yok. Ayrıca, 6 partinin seçimlere kadar belli konularda ayrışması da kazanma şanslarını olumsuz etkiliyor. Örneğin Jobbik geçtiğimiz haziranda Parlamento’daki LGBT yasa tasarısına onay vererek iktidarın yanında yer aldı. Her ne kadar Birleşik İttifak’ın seçime kadar dağılacağına kimse ihtimal vermese de partiler arasındaki özellikle kültürel meselelerdeki görüş ayrılıkları ve ortak adayın muhafazakâr kimliği seçmenlerde yılgınlığa yol açabilir.

Tehlikeyi sezen Orban seçime gidilirken ne tür hamleler yapıyor?
Muhalefetin şansı ve Macar halkının 10 yıldan sonra Fidesz iktidarından kurtulması tabi ki sadece ortak adaya ve seçim stratejisine bağlı değil. Orbán da yarışın zorlu olduğunun farkında ve kazanmak için iktidar gücünün tüm olanaklarından faydalanıyor. Mesela, 2021 sonlarında pandeminin de etkisiyle yükselen enflasyon ve Forint’teki değer kaybıyla daha da hızlanan enerji veya gıda fiyatlarındaki patlamanın tetiklediği sosyo-ekonomik kaygıları gidermek için hükümet bir takım önlemler aldı. Tüketiciler için enerji fiyatlarını dondurmaktan altı temel gıda maddesi için fiyat düzenlemesine gidilmesi gibi farklı adımları içeren bu paketlerin seçimlerde oy devşirmek için yapıldığı aşikar. Fidesz iktidarı boyunca böyle programları kriz zamanlarında demokratik süreçleri de görmezden gelerek yerli oligarkların çıkarlarını güçlendirmek ve korumak için yürürlüğe koydu. Örneğin, devletin kontrolündeki petrol şirketi MOL enerji fiyatları tavan uygulamasından önce hisselerini sattı ve temel gıda maddelerindeki düzenlemeler de Orbán’ın damadının Coop perakende zincir marketlerinin başına gelmesinden sonra hayata geçti. Yani vatandaşın yararına gibi görünen düzenlemeler dahi aslında ekonomik milliyetçilik amacına ve yerli sermayeye hizmet ediyor. Yine de bu önlemler, en azından kısa dönemde, Macar halkının salgın sonrası ekonomik zorluklarla başa çıkmasına yardımcı olabilir ve artan kamu harcamaları ile beraber iktidar partisinin lehine işleyebilir.

***

orban-a-karsi-birlesen-muhalefet-ders-veriyor-981684-1.
Anıl Duman

Orban’dan Erdoğan’a hepsi sallantıda

Orban Macaristan’ı fena halde Erdoğan Türkiyesi’sine benziyor. Bizde de 6 parti Erdoğan’a karşı birleşti. Benzerlikler, farklılıklar nedir?
Fidesz’in üst üste kazandığı seçimlerden ve özellikle 2018’deki süper çoğunluk zaferinden sonra, Macaristan’daki muhalif partiler koalisyon olmaksızın iktidarı değiştirme şansları olmadığını fark ettiler ve bu yolda bir araya gelmeye çalışıyorlar. Bu bakımdan Türkiye’de 6 partinin Erdoğan ve AKP rejimine karşı birleşmesine paralel bir seyir izliyor aslında. Her iki ülkedeki muhalif koalisyon politik yelpaze açısından da bir hayli benzer ve sosyal demokrat partilerden aşırı sağa kadar tüm tarafları kapsıyor. Bizde CHP ve İyi Parti Millet İttifakı'nın omurgasını oluştururken, Macaristan’daki yerel seçimlerde koalisyon yapan partiler şehirlere göre değişti. Budapeşte’de bir araya gelen 5 parti Yeşil hareketten solcu ve sosyal liberallere kadar uzanıyordu. Şimdilerde merkez sağ olarak tanımlanan Jobbik de aday çıkarmayarak ittifaka destek verdi. Ve aynı Türkiye’deki gibi Macaristan’ın birçok şehrinde de muhalefet tek bir adayın arkasında durarak önemli maddi kaynaklara ve çoğu medya kuruluşunun koşulsuz desteğine sahip olan iktidar partisine mensup görevdeki belediye başkanlarını yenmeyi başardı. Aslında, Macaristan’da 2019 yerel seçimlerinde birleşen ve başkent Budapeşte de dahil olmak üzere birçok zafer elde eden muhalefet adayları için Türkiye ve özellikle İstanbul’un örnek olduğu sık sık dile getirildi. Mesela, Karácsony ve İmamoğlu’nun seçimler öncesinde görüştükleri ve İmamoğlu’nun kampanya tavsiyelerinde bulunduğu biliniyor.

Farklılıklara gelecek olursak?
Fakat Macaristan ve Türkiye arasında farklılıklar da mevcut. Örneğin, Budapeşte gibi birçok şehirde ortak muhalefet adayları partiler tarafından değil halk tarafından belirlendi. 2022 seçiminden önce de ülkede ön seçim yapıldı ve küçük bir şehrin belediye başkanı olan Peter Márki-Zay muhalefetin ortak adayı oldu. Ne yazık ki Türkiye’de aday belirleme süreçleri sadece iktidar değil muhalefet partilerinde de oldukça anti-demokratik. 6 partinin hiçbirisi Cumhurbaşkanlığına aday gösterilecek isim için ön seçimden bahsetmiyor ve bu sürecin liderler arasındaki görüşmelerle sonuca bağlanması gayet normal karşılanıyor. Hatta solda kurulması tasarlanan üçüncü ittifak bileşenleri arasında dahi böyle bir tartışma olmaması şaşırtıcı. Türkiye ve Macaristan arasındaki bir önemli fark da ittifakın hedef aldığı seçmen kitlesi. Her ne kadar Orbán ve partisi Fidesz yıllardır dini değerleri ve göçmen karşıtlığını öne çıkarsa da toplumdaki esas ayrım hâlâ rejimin tüm güçleri elinde toplamasından ve ekonomik avantajlar üzerindeki tekelinden hoşnutsuz olan metropolitan ve kentsel orta sınıflar ile Orbán’ın kurduğu patronaj ağlarından ve ‘milli ekonomi’ sisteminden beslenenler arasında. Kimlik siyaseti Türkiye kadar günlük hayata nüfuz etmiş durumda değil, oy verme eğilimleri ekonomik göstergelerle yakından ilgili. Macaristan’daki muhalefet ortak aday olarak muhafazakâr ve Hristiyan bir ismi seçti ama Orbán karşısında böyle bir kimliğin avantaj mı dezavantaj mı sağlayacağı net değil.

Orban, Duterte, Trump, Modi, Erdoğan. Birbirlerine benzeyen sağ-muhafazakâr “otoriter” liderler. Trump gitti, Duterte bırakıyor, Modi gidebilir, Erdoğan sallantıda. Otoriter liderlerin sonuna mı geliyoruz?
Biraz tekrara kaçsa da burada da ekonomi başat etmen. Pandeminin de etkisiyle değişen yerel ve küresel ekonomik koşullar otoriter liderlerin zayıflamasına katkıda bulunuyor. Türkiye’ye, Macaristan’a ve diğer otoriter sistemlere baktığımızda iktidarların büyüme odaklı bir iktisadi program izledikleri ve son yıllara kadar da bu amaçlarını küresel sermaye akışları ya da Avrupa Birliği’nden gelen fonlar sayesinde kısmen de olsa başardıklarını görüyoruz. Fakat salgınla beraber yükselen enflasyon ve artan enerji ve gıda fiyatları otoriter liderleri daha önceden görmedikleri kadar derin bir krize soktu. Yaşam standartları kötüleştikçe bu liderlerin sosyal ve siyasi ayrıştırma odaklı politikaları seçmenler üzerindeki etkisini yitirecek ve özellikle Erdoğan ya da Orban gibi uzun dönemler görevde olan otoriter hükümetlerin ekonominin durumu için suçlamaktan kaçınmalarını zorlaştıracaktır. Muhalefetin de birleşmesi ve geçmişteki bölünmeleri bir kenara atarak geçim sıkıntısı, yaşam koşulları ve sosyal adaletsizlikleri esas olan kampanyalar yürüterek otoriter liderlere karşı ortak bir cephe oluşturmaları da bu dönemin sonuna gelebileceğine dair bir işaret. Aslında, Macaristan, Türkiye ve Brezilya’daki seçim sonuçları demokrasisi tehdit altında olan diğer ülkeler için de belirleyici olabilir.

Otoriter siyasal sistemler eşitsizlik ve yoksulluk yaratan ekonomik modellerden ve bu modelleri yeniden üretmek için gerekli kurumsal ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından ve ekolojik yıkımdan ayrı düşünülmemeli. Neo liberalizmin doğurduğu tüm bu sosyal problemlerin sosyal yardım ve politikalar aracılığıyla çözülemeyeceği ve aslında sağcı otoriter liderlerin bu uygulamaları benimseme ve genişletme biçimlerinin mevcut hiyerarşik toplumsal düzeni koruma ve ‘cemiyet’ kavramı çerçevesinde ayrımcılığı, dışlamayı ve belli sosyal grupları tabi kılmayı amaç edindiğini unutmamak gerekir. Dolayısıyla, demokrasiye dönmenin ve konsolide etmenin yolu da eşitlikçi ve kapsayıcı ekonomik politikalardan geçiyor. Aksi halde bugün kaybetseler bile bir on yıl sonra farklı lider ve partilerle otoriterizmin geri dönmemesi için bir sebep yok.