Uzman olduğunu varsaydığımız mimarların çizdiği projelere dayanarak inşa edilen yapıların azımsanmayacak bölümünün inşa edildikleri

Uzman olduğunu varsaydığımız mimarların çizdiği projelere dayanarak inşa edilen yapıların azımsanmayacak bölümünün inşa edildikleri yerin doğası ve kültürüne ne derece yabancı kaldığını görebilmek için uzman olmamız gerekmiyor. Müdahale ettiği coğrafyayı dinleyip, anlamadan hazırlanan planların yerleşmeleri nasıl kişiliksizleştirdiği görmek içinse derin planlama bilgisine ihtiyaç yok. Bu basiretsizlikler bazı durumlarda uzmanın yetersizliği, bazı durumlarda talep ve baskıların vahşiliği, kimi durumlardaysa, her ikisinden birden kaynaklanıyor. Ancak sonunda ortaya, yerelin bilgisine haiz olmadığı için, doğayı ve yapılı çevreyi çirkinleştiren müdahaleler çıkıyor.
Önce yerelin bilgisi kavramına açıklık getirelim. Yerel(in) bilgi(si) derken, yerel topluluğun kendi yaşamına, kültürüne ve etkileşim içinde olduğu doğaya ilişkin olarak, bilimsel ve teknik yöntemlerden çok,  deneyim ve sağduyu çerçevesinde elde edip, biriktirdiği, enformel ve yazılı olmayan bir biçimde, sonraki nesillere aktarıp, yeniden ürettiği bilgi biçimini kastediyorum.
Çoğu durumda, bu tür bir bilgi birikimini dikkate almayan ve yarattığı sonuçlarla yerel toplumsal yapıyı ve doğayı zarar uğratan olumsuz müdahaleleler, devlet de dahil olmak üzere, “organize” güçlerden gelmektedir. Türkiye coğrafyasında, bu türden tepeden olumsuz müdahalelere bir örnek vermek gerekirse, hemen akla gelmesi gereken Karadeniz Otoyolu’dur. Karadeniz Bölgesi’nin büyük bölümünü, bütün karşı çıkışlara rağmen, kıyı boyunca geçen bu insan yapımı ucube, sadece doğayı tahrip etmekle kalmadı, bölge insanının denizle yüzlerce yıldır süregiden ilişkisinin önüne de çirkin bir set çekti.
Büyük rakamlı ihalelere yoğunlaşan anlayışın, Karadeniz kıyıları boyunca döktüğü binlerce ton betonun sadece insanları denizden koparmakla kalmayıp, aynı zamanda, doğanın kendi içindeki kurduğu dengeleri de bozduğunu farketmesi mümkün değildi. Ancak gerçeklik kendini hatırlatmatka geçikmedi; geçtiğimiz yıl bölgenin aldığı ağır yağışlarda, yüksek kesimlerden süzülen yağmur sularının bu beton set tarafından engellenmesi kıyıdaki yüzlerce yapının su altında kalmasına yol açtı.
Geçtiğimiz günlerde, bölge bir kez daha ağır yağışa ve bunu izleyen bir başka afete sahne oldu. Ancak bu kez yüksek tepelerden süzülüp gelen sadece sular değil, tepelerin kendisiydi de; toprak kayması sonucu, Rize’nin Gündoğdu beldesinde, 12 kişi dramatik biçimde yaşamını yitirdi.
Afetin ardından televizyon ve gazetelere yansıyan görüntüler, söze yer bırakmayacak biçimde, durumu özetliyordu; bir kez daha otoyol suların denize akmasını engel olup, yerleşmenin bir kısmının sular altında kalmasına yol açmıştı. Ancak afetin asıl nedeni bu kez otoyol değildi. Afeti iki temel hata hazırlamıştı. Birincisi, yerleşmeye uygun olmayan alanlardaki yoğun yapılaşmaydı. İkincisi, toprağı tutan ağaç ve bitki örtüsünün, çay bitkisine yol açabilmek amacıyla, zaman içinde, tahrip edilmesiydi.
Kısaca, Gündoğdu’da karşı karşıya kalınan afet devletin otoyolu kadar, yerleşmede yaşayanlar tarafından adım adım hazırlanmış; ağır yağış altında, toprak yamaçlara tutunamamış ve aşağılara, yerleşmeye uygun olmayan yerlerdeki yapıların ve buralarda yaşayan insanların üzerine akmıştı.
İnsan yapımı  bu afet karşısında,  önemli olduğunu düşündüğüm bir soru kendini dayatıyor; yerelin bilgisine ne olmuştu? Nasıl olmuşta, uzunca yıllar bu bölgede yaşamış, yerelin bilgisine bu derece haiz insanlar, bu bilgiye gözlerini kapatıp, kendi felaketlerini hazırlayacak işlere girişmişlerdi.
Bu sorunun yanıtlanması felaketin gerisindeki iki temel neden olan bölgedeki yapılaşma biçimi ve doğaya yönelik tahribat  konularının ayrı ayrı değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Afet alanından yansıyan görüntülere bakıldığında, Türkiye’nin dört bir yanını işgal eden kimliksiz/kişiliksiz çok katlı betonarme yapıların bu bölgeyi de işgal ettiği dikkat çekiyor. Beldeden alınan fotograflarda, Karadeniz Bölgesi’ne özgü mimari ve dokudan en ufak bir örnek görmek mümkün değil. Yapılı çevrenin yaşam alanı değil, rant makinesi olarak görüldüğü bir dönemde, iki katlı ahşap yapıların artık kimsenin aklına gelmediğini anlıyorsunuz. Binalar on katlı ve betonarme olmaya başlayınca, bölgenin topografik yapısının yarattığı sınırlılıkların da katkısıyla, zorlu ama güvenli sırtlar yerine, altyapı ve inşaat maliyetleri düşük, ancak afete açık düzlüklere yönelindiği anlaşılıyor.
Bir başka biçimde ifade etmek gerekirse, Türkiye’de metropolden mezraya dört bir yanda hakim hale gelen mantık Gündoğdu’da da kendini dayatmış. Gözler yerelin bilgisine kapatılıp, rantın bilgisine odaklanmış. Ancak bu afet bir kez daha gösterdi ki, gözler (bilimsel bilgi yanında) yerelin yüzlerce yılda ürettiği bilgi ve duyarlılıklara kapanırken, bu sürecin bir biçimde parçası haline gelen/getirilen sıradan vatandaş, tabiri caizse, cebinde elli lirayla kumarhaneye giren meraklı gibi, eninde sonunda kaybedeni oynamaktadır. Adapazarı, Kocaeli, Yalova ya da Rize’nin Gündoğdu’sunda, izlediğimiz bu oyunun sonucu hiç değişmemektedir; bu oyunda sadece kumarhanenin kendisinin ve büyük kumarbazlar kazanır!
Öte yandan, çay ekimi için yapılan tahribat daha az vahim değil. Doğu Karadeniz bölgesinin yeterince dikkat çekilmeyen bir özelliği, ekonomik ve sosyal göstergeler  dikkate alındığında, karşı karşıya olduğu sorunların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan  geri kalmadığıdır. Tarımda yaşanan uzun süreli olumsuzlukların en fazla etkilediği bölgelerden biri de, yine Doğu Karadeniz Bölgesi’dir.  Gündoğdu da yaşanan afet gösterdi ki,  ekonomik olarak ayakta kalma kaygıları, insanların kendi yaşamları da dahil olmak üzere, herşeyin önüne geçmiş bulunuyor. Anlaşılan o ki, üretimi bitirip, rant üzerinden işleyen bu küresel ekonomik yapı önüne gelen herşeyi, yerelin bilgisi de dahil, silip, yok ediyor.
Elimdeki günlük gazetede tam sayfa dünyanın ve Türkiye’nin ücra bir köşesi sayılabilecek Rize’nin Gündoğdu beldesinden bir resim; en önde beldeyi boydan boya geçen ve küresel dünyanın köprülerinden biri olarak inşa edilen ve sel suyunu bir baraj gibi tutan Kardeniz Otoyolu yolu var. Yolun kenarında, küresel dünyanın rant ve spekülasyon arayışlarına özendiği anlaşılan yüksek katlı binalar duruyor. Daha geri planda, tarımsal ekonomileri bitiren küresel ekonomiye tutunma çabasıyla, çay ekimi yapılmış  yamaçlar var.  Yamaçlara tutunamayan toprağın yığıldığı alan biraz daha aşağıda. Bu toprak yığının ortasında bir dizi yapı yan yatmış durumda görünüyor. Resimde bir tek cansız oniki beden yok...
Bu büyük küresel kumarhanede, kumarhane sahibi ve büyük kumarcılardan başka kazanan olmadığını ve gerçek maliyetleri ödeyenlerin hep sıradan insanlar olduğunu hatırlatırlar diye mi nedir, onları göremiyoruz!