Hepimiz inanıyoruz; “bu organize kötülüğün hüküm sürdüğü günler geçecek.” Bitecek bu karanlık. Bu kötülüğün değirmenine su taşıyan ‘muhbir’ gazeteciler, bu rezillikten ben de cebime ne indiririm diyenler, işbirlikçiler, nasıl bakacaksınız içeridekilerin yüzüne. Ve sen, sessiz kalan arkadaş, korkma! Yalnız değilsin.

Organize kötülük bitecek

Elif Ilgaz - Timur Soykan - Dışarıdaki Gazeteciler

“Pankartın boyu ne kadar olacak? Farklı sloganlar bulsak ya bu sefer… Belediyeleri paylaşalım arkadaşlar, billboardlar için kim hangi belediyeyle konuşur? Biri savunmaların en çarpıcı kısımlarından bölümler alıp, 140 karakterde tweetler hazırlayabilir mi? Çağrı metnini kim yazar? Bu sefer renkli balon uçuralım mı? Kim fiyat alabilir? Pankart ve dövizler için aramızda para toplamak lazım. Ne kadar veriyoruz? Sosyal medya kampanyası için yine saat 11:00 diyelim mi? Yetiştirir miyiz?”

Size tüm sırlarımızı ifşa ettim işte… Bu sorular, konuşmalar toplantılarımızdan… Kim miyiz biz? Biz; Dışarıdaki Gazeteciler…

Hani şu iktidar yanlısı gazetelerin günlerce manşetlerine taşıdığı, hedef gösterdiği eylem planı içindeki kaos grubu… Bu ve benzeri konuşmaları her dava öncesi yapan, ardından da daha fazlasını eyleme dönüştüren ‘Zaman ayarlı kaos planı’nın hazırlayıcısı, sokak eylemleriyle 24 Temmuz’da ‘kaosun fitilini ateşleyecek’ken ‘çökertilen’ grup! Grupta kimler mi var? Kimler yok ki… İşsiz bırakılan gazeteciler, çalışan gazeteciler, baskılara boyun eğmektense istifa eden gazeteciler, ‘eski’ gazeteciler, ha bir de gazeteci olmayıp da gazetecilerle yakın temas halinde olan hak savunucusu bir arkadaşla, gazeteci örgütlerinin temsilcilerinden iki, üç arkadaş…

Ama çökerttiler bizi, hakikaten çok fena çökerttiler! 24 Temmuz’da Cumhuriyet Davası’nın ilk duruşmasında Çağlayan Adliyesi önünde elimizde balonlarımız, dilimizde sloganlarımız, ‘Gazeteciler Özgürlük’ pankartımız ve meydanı dolduran kalabalıkla çok ama çok kötü çöktük!

Şimdi dalga geçiyoruz da böylesi ipe sapa gelmez iddialarla içeride aylarca yatanlar var. Çok karanlık bir dönemden geçiyoruz. Bir dayanışma grubundan terör örgütü çıkaracaklar neredeyse. Ele geçirerek çökerttiklerini iddia ettikleri WhatsApp grubundaki yazışmalarımızı yayınlasalarmış ya… Ama olmazdı, yukarıda bahsettiğim sırlarımız ortaya dökülür, üzerimizdeki gizemli perde kalkardı.

‘Bu nasıl grup!’
Öyle böyle değil, çok tehlikeli. Anlatayım size. Her şey 2011 yılında gazeteci Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasıyla başladı. Taaa o zaman kimi çok sıkı dost, kimi ise birbirini ismen dahi bilmeyen bir grup Ahmet Şık’ın gazeteci arkadaşı bir araya gelip, ‘faaliyetleri’mize başladık. Neden mi? Ahmet Şık’a yapılan bu haksızlığı kabul edemediğimizden. Her daim hakikatin peşinde ve hak haberciliği yapan Ahmet Şık’ın tutuklanmasıyla verilmek istenen gözdağının, basını susturmaya yönelik tavrın karşısında durmak için. Haber verme, haber alma ve haber olma hakkını savunduğumuz için. Hem de o dönemin muktediri Gülen Cemaati’ne karşı bir avuç gazeteci olarak. O gün de aynı böyleydik, tutuklu gazetecilerin seslerini duyurmak için yine toplantılar, yine eylemler ve yine dava takipleri…

Ama tabii daha acemiydik. Şimdi yılların tecrübesiyle ve iktidarın muhalif basını susturmaya yönelik uygulamaları ve dozu her geçen gün artan ısrarcı tutumu nedeniyle bizler de daha ‘profesyonel’ olduk. Nasıl mı? Mesela artık iş bölümü yapıyoruz.

organize-kotuluk-bitecek-355843-1.
(Çizim: Zeynep Özatalay)

Yaratıcı ekip içerik üretirken, bir başka grup da organizasyon işini üzerine alıyor. Dış haberlerde çalışmış uluslararası basınla arası iyi olan arkadaşlar, davayı izlemek için yurtdışından gelen gazeteci ve heyetlere yardımcı oluyor. Duruşma öncesi sosyal medya kampanyalarıyla davaya çağrı yapıp, dava hakkında bilgilendirme yapıyoruz. Trajikomik iddianameden alıntılar ve savunmalardan bölümler, çağrı mesajlarımızın görselleri, videolar… Kısacası sosyal medya kampanyası yürütüyoruz. Gelelim duruşma gününe. Üçe bölünüyoruz. Bir grup dışarıyı organize ederken, bir grup da içeride yerlerini alıyor. Zira mahkeme salonları gelenler için yetersiz olduğundan içeri girmek ve yer kapabilmek ayrı bir beceri gerektiriyor. Dışarıda basın açıklaması, sloganlar, destek için gelenlerin mesajları ardından ille de her seferinde imkânlarımız ölçüsünde renkli bir görüntü verme çabamız oluyor. Kimi zaman balonlarla, kimi zaman fenerlerle… İçeride de en az dışarıdaki gibi cevval bir ekibimiz var. Hele arka sırada, prizlere yakın oturan iki arkadaşımız var ki, kimse onlarla hız konusunda yarışamaz. Duruşma başladığı andan itibaren an be an olanları aktaran bu arkadaşların en büyük eğlencesi, mahkeme katibesinden önce enter tuşuna basmak.

Basıyorlar da. Sadece hızlı demek onlara haksızlık olur, hatasız da yazıyorlar.

Gelelim üçüncü gruba, onlar evlerinde, iş yerlerinde hazır, adliyeden gelecek haberleri bekliyorlar. Mahkeme salonundan arkadaşlarımızın gönderdiği bilgileri 140 karaktere uygun hale getirip tweet, eğer bir tweete sığmıyorsa da caps’lere dönüştürüp Twitter’da @direngazeteci hesabımızdan dakika dakika olanları paylaşıyorlar.

Mahkeme salonuna giren ekipten bir grup da yurtdışından gelen meslektaşlarımıza ve heyete tercümanlık yapıyor. Dedim ya tecrübeliyiz artık, gazetelerde karikatür çizip, illüstrasyon yapan arkadaşlardan rica ettik, Cumhuriyet Davası’nın başından beri onlar da giriyorlar mahkeme salonuna ve duruşmadan çizimler yapıyorlar. Biz de sosyal mecralarda paylaşıyoruz. Onlar gibi o kadar çok destekçimiz var ki, mesela logomuzu, pankartlarımızı, dövizlerimizi tasarlayan arkadaş aynı zamanda bir rock grubunun gitaristi. İşin içinden çıkamadığımızda destek olan montajcı arkadaşlarımıza biz teşekkür edecekken, onlar bize böyle bir çalışmada yer aldıkları için ne kadar mutlu olduklarını anlatıyorlar. He bizden ille de bir örgüt mü çıkarmak istiyorsunuz, alın size örgüt; balonlu, pankartlı, klavyeli, tweetli içerideki gazetecilerle dayanışma örgütü…

İsimleri özellikle tek tek yazmadım, birini unutup kimseye ayıp etmek istemedim. Herkesin emeği ayrı ayrı çok değerli. Her şeyi kolektif yapıyoruz. Başkanımız, genel sekreterimiz yok, vakıf binamız, masamız da. Ama gördüğünüz gibi destekçilerimizle gönlü zengin, cesareti tam, gülmeyi de, direnmeyi de bilen bir büyük aileyiz. Ve Hepimiz inanıyoruz; “bu organize kötülüğün hüküm sürdüğü günler geçecek.” Bitecek bu karanlık. Bu kötülüğün değirmenine su taşıyan ‘muhbir’ gazeteciler, bu rezillikten ben de cebime ne indiririm diyenler, işbirlikçiler, nasıl bakacaksınız içeridekilerin yüzüne. Ve sen, sessiz kalan arkadaş, korkma! Yalnız değilsin. Dayanışmak güzel şey, güç veriyor insana. Sen de gel aramıza… ‘Güzel şeyler bizim tarafta’…

Ve Cumhuriyet Davası
Bu mücadelede bize en büyük gücü veren ise haklılığımız. Bir çizgi roman ya da film gibi ortada iyiler ve kötüler, kumpas ve masumiyet. Düşünsenize FETÖ’den müebbet hapisle yargılanan bir savcı tarafından yapılan soruşturma sonucu FETÖ suçlamasıyla hapiste gazeteciler. İmamın Ordusu’nu yazdığı için bir yıl hapis yatan Ahmet Şık, FETÖ suçlamasıyla tutuklandı. Halen her duruşma öncesi mahkemeye Ahmet Şık’ın tweetlerinden örnek gönderip bir örgüte bağlamaya çalışıyor savcı.
Tweetler, haberler dışında tek bir delil yok iddianamede. İktidardakiler Fethullah Gülen Hocaefendileri’ne övgüler düzerken kumpaslarla mücadele edenler sanık sandalyesinde. Kadri Gürsel, yandaşlara karşı Fethullahçı tehlikeyi ispatlamaya çalışıyordu sadece birkaç yıl önce. Şimdi o cezaevinde onun karşısında Fethullah Gülen’i savunanlar makamlarında oturmaya devam ediyor.

Bylock çıkmayan gazetecileri hapiste tutmak için Bylockçular tarafından aranmak’ diye suç uyduracak kadar fütursuz kumpasçılar. Herkes biliyor bu suç olsa AKP’den dışarıda hiç kimse kalmaz. Ama trajikomik iddianamede saçmalığın, haksızlığın dibi yok. Sipariş vermek için aradığın pideci, evine parke döşeyen adamın oğlu, arabanı tamire bıraktığın oto tamirci, tatil rezervasyonu için aradığın turizm şirketi FETÖ şüphelisi diye aylarca hapsedildiğini düşün. Ama dört duvar arasında kalmak kadar ağır tutuklu gazetecilerin duruşmada yaşadıkları. Sanık sandalyesinde jandarmalarca çevreleri kuşatılmışken yaptıkları haberleri, attıkları manşetleri, yazdıkları makaleleri savunmak zorundalar. Artık hukukun olmadığını gizlemek gibi bir derdi bile olmayan muktedirlere, gerçeği avuçlarının içinde tutabileceğini zanneden güç sarhoşlarının saçmalıklarına hakikat ile direniyorlar.