Örgütlü bir halk yenilmez
Fotoğraf: DepoPhotos

Aycan KARADAĞ

Bugün 9 Eylül 1922. İzmir’in işgalden kurtuluşunun 100. yılı. Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Buca Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Erkan Serçe ile meseleyi tüm boyutlarıyla konuştuk.

BÜYÜK TAARRUZ

Dr. Serçe şunları anlattı: Sakarya Savaşı’na kadar geri çekilme ve hazırlık aşamasında olan TBMM orduları Sakarya Savaşı sonrasında büyük bir taarruz hazırlığı içindeydi. Bu hazırlık yaklaşık olarak bir yıl sürdü. Amaç işgal güçlerinin Anadolu’dan atılması ve Misakı Milli sınırlarını kabul ettirmekti. Büyük Taarruz gerek askeri olarak gerekse de daha sonra yaşanacak politik etkileri açısından iyi düşünülmüş, iyi planlanmış ve başarıyla sonuçlanmış bir harekâttır. Bunda hiç kuşkusuz askeri yetenek ve kararlıkla birlikte Yunanistan’ın kendi iç sorunları ve askeri yetersizliklerinin de etkili olduğunu söyleyebiliriz. 26 Ağustos’ta başlayan taarruzun 30 Ağustos’ta bir meydan savaşıyla Yunan ordusunun dağılmasıyla sonuçlanması ve uzun süredir işgal altında olan bölgelerin çok kısa sürede tekrar geri alınması bu sözlerimizi destekler niteliktedir. Tabii ki bu süreç sadece bir savaşın yıkımını yaratmadı, özellikle Yunan tarafının geri çekilirken köyleri yakması ve yıkması aradaki düşmanlığı daha da alevlendirdi. Türk ordusunun öncü birlikleri geriye kaçan Yunan ordusundan daha önce İzmir’e gelerek büyük bir şaşkınlık yaratmış ve denize ulaşmaya çalışan Yunanistan ordusuna izin vermemiştir.

KRİTİK HAMLELER

Kuzey’de Bilecik bölgesinde bir askeri harekât yapılarak Yunan generalinin şaşırtılması ve özellikle süvarilerin Yunan hatlarının arkasına sızarak mühimmat ve gıda yollarının önünü keserek hayati bir hamle gerçekleştirildi. Bu hareketler kıskaca alınan Yunan ordusunu arkadan gelecek olan destekten mahrum bırakarak son derece yıpratmıştı. Daha sonra ikiye bölünen ve dağılan Yunan ordusunun takibe alınması, son derece yoğun ve gece gündüz takibe alınması hatta Çeşme’ye kadar takibe alınması ve aralıksız süren bir taarruz gerçekleşmesi askeri harekâtın sonuç vermesinin en önemli hamleleri oldu.

KRİTİK KARARLAR

1 Eylül’e gelindiğinde tek bir karar vardı; Mustafa Kemal Paşa’nın orduya yayınlamış olduğu ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!’ kararıydı. Ordular Uşak’ı henüz geçmişken ve Yunan ordusunun bozgunu kesinleşmişken ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir’ diyerek harekâtın sonuna kadar götürülmesi ve devam etmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu verilen komut bir anlamda Anadolu harekâtına son noktayı koyan emir niteliği taşımaktadır.

İZMİR’İN ÖNEMİ

zmir 19’uncu yüzyıldan itibaren milliyetçiliğin yükselişiyle birlikte Türk-Helen çekişmesinin odağına oturmuştu. 15 Mayıs 1919’da Yunanistan’ın İzmir’i işgali sadece yenilmiş bir ülkenin işgali olarak görülmedi. Bunun öncesinde İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri vardı ama Yunanistan barışın sağlanması için belirlenen sürede orada durmak değil, kalmak ve Helen milliyetçiliğinin kızıl elması olarak bu bölgeyi büyük Yunanistan’a bağlamak için oradaydılar. Nitekim Türk tarafı için, 15 Mayıs 1919’daki işgal görüşmeler yoluyla adil bir barış elde edilebileceği düşüncesinin silinmesi demekti. Yunanistan’ın işgali Anadolu’nun örgütlenmesi ve mücadele için bir araya gelmesinde en önemli etkiyi yapmış İzmir, en önemli sembol kentlerden birisi haline gelmiştir. Diğer taraftan İzmir’in işgali sırasında yaşanan katliamlar da Milli Mücadele için bir başka itici güç olmuştu elbette. Türk askeri İzmir’e girdiğinde sadece İzmir değil, bütün Türkiye kurtulmuş gibi bir sevinç yaşandı Anadolu halkında. Hâlbuki baktığımızda Edirne, Bursa, Çanakkale hatta İstanbul gibi kentlerin işgalden kurtulması daha sonra gerçekleşiyor. İzmir’e sembolik bir anlam yüklendiği için, İzmir’in kurtuluşu ülkenin işgalden kurtuluşuyla özdeşleşmiş oldu. Mustafa Kemal de İzmir’in kurtuluşu sonrasında yayınladığı beyannamelerde büyük ölçüde Türkiye’nin isteklerinin gerçekleştiğini ve artık barış yolunun açıldığını vurgulayacaktır.

HALKIN BAKIŞI

İzmir’de farklı etnik ve dinsel yapıya sahip insanlar her ne kadar yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış olsalar da üç yıllık işgal sürecinde yaşananlar ister istemez tarafları daha da keskinleştirmişti. İzmir’in ve çevreye genişleyen işgallerin yaratmış olduğu tahribat bölgedeki aydınlar başta olmak üzere büyük bir tepki ortaya çıkartmıştı. İşgal olduğunda yerli Rum ve Ermeni ahali bu olayı ne kadar mutlu ve sevinçli karşılamışsa Müslüman-Türk halkı da bunu tam tersi bir duygu hali yaşamıştı. 9 Eylül’de ise bunun tersi gerçekleşecektir. 15 Mayıs 1919 ve 9 Eylül 1922 arasında büyük acılara garp olmuş Müslüman-Türk kesim 9 Eylül ile birlikte sevincini ortaya koymuş ve öfkesini de sergilemekte gecikmemiştir.

MUSTAFA KEMAL PAŞA

Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele ve sonrasındaki tavrını ve yaklaşımını kısa bir sürede özetlemek mümkün değil. 1918’den itibaren Mondros Mütarekesi’nin imzalanması sonrasında Anadolu’nun sosyolojik yapısını ve askeri potansiyelini değerlendirmeler açısından baktığımızda M. Kemal Paşa’nın farkını görmemek mümkün değil. Mustafa Kemal’in 1918’den 1922’ye ve sonrasındaki eylemlerini incelediğimizde, sadece askeri bakımdan mücadele yöneten birisi olmadığını görebiliriz. Bir yandan sürekli savaşlarla yıpranmış ve yorulmuş, ekonomik anlamda çökmüş bir halkı yeniden savaşa ikna edebilmek gerekliliğini başarıyla sağladı. Diğer taraftan, silahları elinden alınmış, büyük ölçüde dağıtılmış ve moral olarak çökmüş bir ordunun yeniden ayağa kaldırılmasının öncülüğünü üstlendi. Ayrıca bütün bunları sağlayabilecek bir siyasi manevra yeteneği sergiledi.

TBMM’de geniş katılımlı bir siyasi parti kurmamış olsa bile, oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, siyasi yapılanma yöntemini ulusal egemenliğe dayandıran ve hedefini ülkenin kurtuluşu olarak belirleyen politik bir örgütlenme biçiminde kurulmuştur. Sonuçta ülkenin kaderini elinde tutan başta Damat Ferit olmak üzere İstanbul hükümetlerine karşı politik bir duruş gösterilmesi kaçınılmazdı.

Bu politik duruş, kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının sonrasında çıkarılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda gösterdi; Ulusal egemenliğe dayanan ve kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti talebi, bu politik tavrı özetlemektedir ve doğaldır ki bu politik tavrı destekleyecek bir örgütlenme ihtiyacı vardır. Politik örgütlenme ise Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Grubu olarak ortaya çıkmıştır ve bu grup daha sonra 1923’te partileşerek Halk Fırkası haline gelmiştir.

Politik duruşun bir başka yönü de dış politika oluşturmaktadır. Dışarıda 1914-18 büyük savaşında Almanya’yı yenmiş, Avusturya-Macaristan imparatorluğunu yıkmış zaferin tüm avantajlarını taşıyan İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bir itilaf bloğuna karşı mücadele etmek gerekiyordu. Bu gruba karşı son derece dikkatli bir politika üretilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal tüm bunlara karşı gereken özellik ve yeteneği bir arada toplayan kişi olarak mücadelede kendisini gösterdi ve bu mücadelenin lideri oldu, sonrasında da bu liderliği devam ettirdi. İleriyi görmek böyle bir şey!

1922’de en yakınları dâhil olmak üzere çoğu kişi Mustafa Kemal’in askeri mücadele bittikten sonra geri çekileceğini düşünüyordu. Böyle bir şeyi düşünmek kadar dar görüşlülük ve politika bilmezlik olamaz herhalde. 1923’te daha Cumhuriyet’in ilanından önce, henüz Lozan görüşmeleri yapılırken toplanan İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal’in konuşmasıyla yine onun silah arkadaşı ve Milli Mücadele’nin önemli isimlerinden Kazım Karabekir’in konuşmasını karşılaştırdığınızda farkı görürsünüz.

TARİHİN BİZE ANLATTIĞI

9 Eylül’e hangi dönemden bakarsanız bakın birtakım ortak sonuçlar çıkartabileceğimiz gibi çeşitli dönemlerde nasıl değerlendirildiği konusuyla da bize ipuçları verir. İzmir’in kurtuluşunun yüzüncü, bayram olarak kutlanışının 99. yılındayız. 9 Eylül her zaman aynı düşünce ve aynı biçimde kutlanmadı. Zaman içerisinde bu tür bayramlara insanlar farklı farklı anlamlar yükler, fakat değişmeyen şeyler de vardır. Sonuçta bağımsızlık ve insanların yaşadığı ülkeye karşı olan sorumluluğu önemlidir. Aslında 9 Eylül’ün neden bayram olarak kutlandığını ve bu günün anlamını 1927 yılında inşa edilmiş şehitler abidesindeki üç kelime özetlemektedir; Vatan ve Namus. ‘Vatan’ kavramı ve kişisel olmanın ötesindeki anlamıyla ‘Namus’ kavramı, insanların içinde yaşadığı topluma ve ortak yaşama alanı olarak vatana olan sorumluluğunu anlatmaktadır. O abidenin altında yatanlar, bu sorumluluğa karşı olan bağlılıklarını şehit olarak göstermiştir.