Laikliğin yeniden kazanılması, kamunun toplumsal çıkar için kurgulanması bunlar çok ciddi ihtiyaç olan talepler. Bu taleplerin taşıyıcısı da sosyalistlerden başkası değil. Bu klasik CHP’nin laiklik kekelemesiyle de çözülemez, Davutoğlu, Karamollaoğlu gibilerin anlayışıyla da.

Örgütlü bir mücadeleyle iktidarın planlarını boşa çıkarmak durumundayız

Son günlerde muhalefetin nasıl bir ton tutacağı, nerelere yöneleceği, iktidara karşı nasıl bir mücadele hattı örüleceğine dair bazen dahil olduğumuz süregelen tartışmalar var. Siyasal hat nasıl kurulmalı? Nasıl tavır ve tutum almalı?

20 yıllık AKP iktidarında ve 2010 Referandumu, Gezi İsyanı, Başkanlık Referandumu, Başkanlık Seçimi, Yerel Seçimler gibi tercih dönemeçlerinde siyasal hareketlerin sürekli sınandığı sınavlar yaşandı. Bütün bu eğriye bakacak olursanız bugünkü iktidarın başlangıcından beri bir muhalif çizgi yaratmaya çalışmış sosyalist solun onurunu kabul etmek zorundayız.

Geldiğimiz noktada bizim önümüzde ikili siyasal görev var. Bu siyasal görevler hayatın kendisi tarafından da test ediliyor. Kavranması gereken siyasal halka, yani öncelikli siyasal görev AKP-MHP blokunun ve onların kurmak istediği düzenin son bulmasını sağlamaktır. Sol hareketinin çeşitli kesimleri iki burjuva klik arasında ne işimiz var gibi teoriler geliştirseler de bugün sosyalistlerin ana görevlerinden birisi bugünkü iktidara son vermektir, bunun için mücadele yürütmektir. Mevcut iktidara karşı çok geniş bir muhalefet hareketi vardır; bu geniş muhalefet kesimlerinden bir kısmı mevcut iktidarın karşısında farklı bir blok oluşturarak kendilerine Millet İttifakı diyor. AKP’nin iktidardan indirilmesiyle sınırlı bir siyasal programa sahip olan hatta bir restorasyon süreci görevi görebilecek bu ittifak, kendisini AKP’nin politikalarından sorumlu olan Babacan, Davutoğlu gibi insanları da içerebilecek yeni bir restorasyon programıyla ifade ediyor. Sosyalistlerin buradaki görevi toplumsal ihtiyaçları ve talepleri ifade edebilen, bunların temsilcisi olmaya soyunan, öncüsü olmaya çalışan bir hat olmaktır. Eğer bu olmazsa Türkiye’nin rakamlara indirgenen denge siyasetinde bir çıkış yolu bulabilmek mümkün değildir. Mesela yüzde 51 ile bir cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ın kaybettiğini düşünelim. Bu kayıpla bugüne kadar yaratılmış tahribat ortadan kaldırılamaz. 20 yıldır iktidarda olan bir partinin devlet içinde kadrolaşması çok daha kapsamlı bir mücadelenin gerekliliğini ortaya koyuyor.

***

“Millet İttifakı diye bir blok var bir de Cumhur İttifakı diye bir blok var, biz bu ikisine dahil olamıyoruz biz de üçüncü bir blok oluşturalım, solcular, HDP bir arada davransınlar, parlamentoda ciddi bir güç elde edelim” gibi başlayan bir tartışma var. Hiçbir manası ve varlığı kalmamış bir parlamento tartışmasıyla başlayan bir şeyin başarılı olma şansı yok. Türkiye’de mevcut iktidarın gerilemesi karşısında halka umut olabilecek, halkın taleplerini karşılayabilecek bir dalga yaratmaksızın, yani Cumhur İttifakı’nın yüzde 40’larda karşı tarafların yüzde 60’larda olduğu bir siyasal tablo yaratılmaksızın Türkiye’nin çıkış yolunu buradan kurabilmek mümkün değil. Sadece Cumhur İttifakı’na karşı olmakla elde edilebilecek bir şey de değil bu. Çünkü bu iki ittifakı da aşan talepler var. En son hayatına son veren Enes Kara’nın toplumsal talebi ortada. Özelleştirmelerle tarikatlara bırakılmış yurtta intihar eden bir gençten söz ediyoruz. Türkiye’de şu an binlerce Enes bu baskıyı yaşıyor. Laik, kamucu bir devletin olmadığı, buraların tarikatlara bırakıldığı koşullarda binlerce genç çok zorlu hayatlara sürükleniyor. Laikliğin yeniden kazanılması, kamunun toplumsal çıkar için kurgulanması bunlar çok ciddi ihtiyaç olan talepler. Bu taleplerin taşıyıcısı da sosyalistlerden başkası değil. Bu klasik CHP’nin laiklik kekelemesiyle de çözülemez, Davutoğlu, Karamollaoğlu gibilerin anlayışla da. Özelleştirmelerde de aynı şey geçerlidir. Kamuculuğun, laikliğin, barış mücadelesinin, sınıf mücadelesinin kritik olduğu bir aşamaya geliniyor ve bu taleplerin sahiplenildiği bir güç olarak siyaset sahnesine çıkılmazsa mevcut Cumhur İttifakı’nın yüzde 47’lerde yüzde 48’lerde oy aldığı, karşısının yüzde 50’lerde yüzde 51’lerde oy aldığı ama emekçi halklar için en ufak bir iyileştirme olmayan bir restorasyon süreciyle karşı karşıya kalabiliriz.

***

Sosyalist solun sorması gereken soru en başta budur: Bu toplumsal taleplerin öncülüğünü, taşıyıcılığın yükseltebilecek bir devrimci dalganın koşulları nedir? Birlikte ne yapabiliriz? Soruyu buradan sormadıkça sanki normal koşullarda yaşıyormuş gibi, sadece milletvekilliği elde etmeyle bu sorunları çözebilecekmiş gibi bir yanılgıya düşmek çok da sağlıklı değil. Bugünlerde 1965’lerdeki Türkiye İşçi Partisi’nin yüzde 3 oy aldığı parlamenter başarısını ön plana koyan göndermeler yapılıyor. Bugün de bu yapılırsa sosyalist grup kurulabilir gibi fikirler var. Buradaki temel yanılgı süreçleri tepe taklak etmekten kaynaklanıyor; arabayı atların önüne koşma gibi bir yöntem izleniyor. 1965 Türkiyesi solun ve sosyalistlerin yükseldiği, toplumsal mücadelenin toplumun her alanına sirayet ettiği, yükselen gençlik hareketinin olduğu bir Türkiye’dir. Bunun sonucu olarak Türkiye İşçi Partisi hatiplerinin güçlülüğü ve burjuva düzeni karşısındaki çağrıcılığıyla böyle bir başarı elde etti. Burada unutulmaması gereken bir şey daha var o da seçim sistemi. Milli Bakiye Sistemi adındaki bir sistem söz konusuydu ve tek bir oy dahi boşa gitmiyordu. Ama esas olan TİP’in başarısı toplumsal mücadelelerin bir sonucuydu. Bugüne bakılacak olursa Türkiye’de sosyalistlerin, mevcut seçim sisteminde, parlamentoda grup kurmasını gerektirecek ölçüde bir toplumsal birikim söz konusu değil.



Solun ve sosyalistlerin gözünü dikmesi gereken yer de burası: Bu toplumsal birikimi nasıl yaratabiliriz? Çok uzun süredir solun yitirdiği bazı özellikleri nasıl yeniden elde edebiliriz? Bunlar ufak ufak öğrenci hareketlerinde, işçi hareketlerinde, derin yoksulluk ve işsizliğe karşı halkın tepkisinde uç vermeye başlıyorlar. Bizi çağıran yer esas olarak bu mücadeleyi sokakta, bir kitle çizgisiyle örgütleyebileceğimiz yeni bir siyaset anlayışı olmalıdır. Bu siyaset anlayışının yarattığı ortam bize milletvekili, ittifak gibi konuları getirirse bu başka bir etapta üzerinde konuşabileceğimiz bir şeydir. Çünkü sol, kitle siyaseti olarak ifade edilen bu şeyin ezildiği, solun zengin ve entelektüel bölgelere sıkıştığı bir dönemi geride bıraktı. Sol geçmişten gelen birikimin içinden yeniden taşralaşıyor, yeniden çeşitli mücadelelerin içine giriyor. Bu birikimi es geçen, sorunu sadece parlamentoda nasıl var olabiliriz üzerinden tanımlamaya çalışan bir siyaset anlayışı, kısa vadede başarılar elde edebilme görüntüsü sergilese de solun yeniden sağlıklı bir zemine oturtulmasında olumlu bir rol oynamayacak gibi görünüyor.

***

20 yıldır siyasal İslamcı rejim var, çeşitli devlet kademelerinde, silahlı bürokraside elde ettiği güç açıkça görünüyor. Kamuoyunda ekonomik kriz ve çeşitli nedenlerle kaybetmiş olduğu itibar oy desteğini eritiyor. Türkiye gibi ülkelerde, sicili açıkça belli olan ve bu kadar büyük bir devlet gücünü elde etmiş topluluğun iktidarın kolayca bırakabileceği, tıkır tıkır seçime gidiyormuşuz yanılgısına düşmeleri doğru değil. Türkiye’de hangi koşullarda seçim olacağı kestirilemiyor, hatta seçimin olup olmayacağı kuşkusu bile var. İktidarın adımlarını göz önüne getirecek olursak: HDP’nin kapatılma süreci, iç savaş tehdidi, her türlü mafyatik ilişkiler ve her gün yarattıkları tehditlerle muhalefeti baskı altına alma. Ana muhalefetin 5 tane ölü yıkayıcısı üzerinden teröristlikle suçlandığı bir baskı süreciyle karşı karşıyayız. Türkiye 1-1,5 sene içerisinde seçime girilecekse, bunun normal koşullarda gerçekleşecek bir seçim olmayacağı konusunda hiç kimsenin kuşkusu olmamalı. İktidarı götürebilecek bir seçim süreci içinde onları ancak örgütlü bir mücadeleyle dengeleyebilmek, örgütlü bir mücadeleyle iktidarın planlarını boşa çıkarmak durumundayız. Yoksa seçimlere gidiyoruz, kimle ittifak yapalım, kaç milletvekili elde ederiz gibi bir yerden Türkiye’nin bu dönemine bakmamak gerekiyor.

Türkiye belki de Cumhuriyet tarihinin en kritik yıllarından birine giriyor. Bu en kritik yıl sosyalistler, geniş halk kitleleri, toplumsal muhalefet açısından son derece net bir tercihi ortaya koyuyor: Basit bir cumhurbaşkanlığı yerine Türkiye’nin gelecek on yılında nasıl bir siyasal rejimle yönetileceğine karar vereceğiz. Bazı yazarlar Türkiye’nin rejimi için bir medeniyet seçimi olacak bile diyor. 2023 yılında yapılacağı varsayılan seçimler Türkiye’nin büyük bir dönüşümünün seçimi olacak. Dolayısıyla bugünkü mevcut iktidara ne kadar örgütlü, ne kadar donanımlı, ne kadar halkın yükselen taleplerine sahip çıkar bir biçimde hazırlanabilirsek Türkiye bu eşiği o kadar net bir biçimde aşabilme şansına sahip olacak.

SOL Parti önerdiği siyasetle bu ikili görevi Türkiye’deki tüm sol-sosyalist kesimlerin önüne koymuş durumda. Her türlü ortak mücadele, beraber hareket SOL Parti’nin ana perspektiflerinden birisi. Bize düşen ise mevcut toplumsal taleplerin taşıyıcısı olma konusunda nasıl bir tavır ve tutum sergileyeceğimiz. Laiklik konusunda ne yapacağımız, kamuculuk ihtiyacını, yani bütün bu kötülüklerin özelleştirmelerden kaynaklandığını ortaya koyabilme, laiklik mücadelesi ile sınıf mücadelesini birleştirme, Türkiye’de çok büyük toplumsal sonuçlara yol açmış Suriye krizi ve göçmenlerin ülke içerisinde yarattığı toplumsal sorunu nasıl çözebileceğimiz gibi devasa sorunlarımız var. Bu devasa konulardan hiçbirine fikir ifade etmeksizin, sadece bir parlamento ittifakının nasıl kurulabileceği üzerinden başlayan bir tartışmanın bu kritik eşikte bizi doğru bir yere götürmeyeceği çok net ifade edilebilir.

orgutlu-bir-mucadeleyle-iktidarin-planlarini-bosa-cikarmak-durumundayiz-971471-1.
Cumhur İttifakı’nın iki ortağı Erdoğan ve Bahçeli.



Sonuç olarak bağlayacak olursak, 20 yıllık mücadelenin çeşitli etaplarında siyasal duruş olarak yeterince toplumsal güç elde etmemiş bile olsa, ideolojik doğruluk öncülüğünü ortaya koymuş sosyalist solun bir kere daha uyarıcı bir göreve kalkışmasında fayda var. Gelinen noktada bu ikili görevi üstlenmeme, yani hem Millet İttifakı’nın restorasyon politikasına karşı eleştirel bir tutum takınmama hem de ana siyasal görevi bugünkü mevcut iktidara son vermeye girişmeme Türkiye’nin bu kritik döneminde solun bir kere daha fırsatı kaçırması anlamına gelecek. Bundan önce referandum süreçlerinde, AKP’nin iktidarının yükselmesini engelleme konusunda pek çok eylem örgütlendi ama başarılı olamadı. Bunu kabul etmek gerek. AKP iktidarı hâlâ varlığını sürdürüyor. Ama önümüzdeki dönemde iktidara son verebilmek, hakikaten yenilgiye uğratabilmek, geniş halk kitlelerini seferber edebilecek bir siyasal çizgi için önümüzde çok kritik bir yıl daha var. Bu bir yılı mücadele çizgimizi derinleştiren, halkın toplumsal taleplerine sahip çıkan bir süreç olarak örgütleme görevi önümüzde duruyor. Bu görevi artık başarmamız şart, zira Türkiye solunun onurlu tarihi bunu başarabilecek bir alnı aklığı da içeriyor. Bu noktada üstlenilmesi gereken misyon bunun sağlanması olmalı. Bu noktada bu siyasal çizgiler ve siyasal mücadele konusunda kim kitle mücadelesini, çalışmasını derinleştiriyorsa; örgütlü mücadeleyi sağlayacak bir ilerleme yaratabiliyorsa onlarla birlikte bu görevi üstlenmek ve başarmak bir tarihsel misyon durumunda.