Despot ya da rahip kederli varlıklar olmadan yapamazlar; keder, kudretin azalması. O halde hep ortada kalalım, her yöne kıvrılan kıvrımların arasında, kudretli. Yeryüzünün kıvrımlı neşesi despotu hiç takar mı?

Origami yapalım mı? Katlayıp açalım

Ortaçağ’ın söz sanatında “in media res”, yani tam ortadan başlanırmış yolculuğa. Yaşam da yolculuğuna tam ortadan başlamıştır; maddenin durmadan kıvrılarak bir kıvrım denizine dönüştürdüğü evrenin tam ortasından, bir kıvrım olarak. Madde sonsuzca kıvrılır ve organlar, inorganik maddenin kendi üzerine kıvrılmasıdır (Deleuze, ‘Kıvrım’, Bağlam). O yüzden yeryüzünün kayaçlarını taşıyoruz içimizde; kalsiyum karbonattan kemiklerimiz var; içimizdeki kayalar, jeolojik tarihin izleri. Bedenimiz, içinden yeryüzünün geçtiği kıvrımlı bir denizdir; kıvrımlı madde denizindeki bir kıvrım. Madde kıvrıldığında sonsuz çeşitlikte form yaratabilir. Her kıvrım kendi üzerine katlandığı gibi katlarını sürekli açandır da. Ve açıldığında, yeni şeylerle, madde, düşünce, duygu ve imgelerle yeniden düzenler kendini ve yeni formlar yaratır.

Beden bir kıvrımdır, durmadan açılan ve kapanan; tamamen kapandığında termodinamiğin ikinci yasası girer devreye ve entropisi artacaktır; entropisi arttığında düzensizleşir ve çöker. Kederli duygularla kendi üzerine kapanan bir beden dışarıyı, güneşi, rüzgârı, denizi ve ufku yitirmiş demektir. Ve iktidar, cezalandırma yöntemi olarak bizi hücreye kapatır, dışarıdan yoksun bırakılmış beden hızla çöksün diye. Sadece asi bedenleri kapatmıyor, kendine bir tebaa yaratmak için tüm bedenleri kapatıp kederli varlıklara dönüştürmek zorunda. Çünkü Spinoza’dan biliyoruz, despot ya da rahip kederli varlıklar olmadan yapamazlar; keder, kudretin azalması. O halde hep ortada kalalım, her yöne kıvrılan kıvrımların arasında, kudretli. Yeryüzünün kıvrımlı neşesi despotu hiç takar mı?

Ve Ortaçağ’da olduğu gibi biz de ortadan başlayalım söze. Kıvrılarak her yöne dallanıp budaklanan yaşamın tam ortasından. Kıvrım denizinde küçük bir kıvrımsak, yeryüzünün kıvrımları arasında bir kıvrım, o zaman kıvrımdan başlamalı. Sözümüz de bir kıvrımdır, evrenden bir şeyler saklar içinde. Sonra da açıverir kendini, doğa gibi. “Japon bir filozof, maddenin bilimi ‘origami’yi model alıyor, derdi, yani kâğıt katlama sanatını” (Deleuze). Sözcükler anlamları katlayan origamilerdir; katlanıp açılan kağıtlar; kendi üzerine kıvrılmış doğa. Fark, kıvrımlarda saklı. Her sözün, her cümlenin yüzeysel bir anlamı olabileceği gibi bir de kıvrımlarında gizlediği ve kıvrımlarını açtıkça keşfedeceğimiz gizil anlamları var. Ve sözler de tıpkı tomurcukların kıvrımlarını açıp çiçeğe dönüşmesi gibi baharı bekler. Güneşin ateşi kıvrımlara düştüğünde, bunca zamandır bizden gizleneni yaprak yaprak açacaklar: Yaşam sevinci. Sözcükler açıldığında polenleriyle sevinci ve neşeyi bulaştıracaklar her yere, umudu da.

Ama umudun, neşenin, sözün açığa çıkması, kıvrımın kendisini açması, tomurcukların çiçeklenmesi en çok despotu rahatsız eder. Elinden gelse baharı da yasaklayacak, güneşi de. Sadece yapay aydınlatmayla sahte baharlar yaşatacak bize. Dışarıyı yitireli çok oldu. Dışarıda nelerin olup bittiğini, dışarıya çıkmadan rahat koltuklarımızdan öğrenebiliyoruz şimdi. Dışarıya çıkmadan iklimin en güzelini AVM’lerde yaşıyoruz. Vitrinlerde, ekranlarda açan yapay çiçeklerle, metalarla oyalanıyoruz. Dışarıyı iptal edebileceklerini düşündüler. İktidar; mekânını, kıvrımı olmayan parlak bir iç yüzey olarak kurmuştur, parlak yüzeydeki sinekler gibi, bizi kolayca avlamak için.

Oysa doğa bir origami ustasıdır. İktidarın parlak yüzeylerde dondurduğu zamanı ve mekânı durmadan katlayıp açandır ve biz bunu bazen doğal felaket olarak deneyimliyoruz, bazen de toplumsal. Ama doğanın varoluş tarzı bu; yüzeyleri bir kâğıt gibi katlayıp açmak. Ve bizler, yeryüzünün kıvrımları, doğanın isyanlarını taşıyoruz içimizde. Güneşin, denizin, toprağın, rüzgârın kıvrımlarını. Doğanın isyanları jeolojinin kıvrımlarına, taşlara ve kemiklerimize yazılmıştır. Stoacı Kleanthes tablet alacak parası olmadığı için sığırların leğen kemiklerine yazarmış düşüncelerini. Doğa da yoksul bir düşünürdür, kemiklere, taşlara, kıvrımlara yazmıştır isyanlarını. Jeolojik katmanlar doğanın isyanlarıyla dolu. Söz de kıvrımlarda saklı. Ve güneşin ateşi kıvrımları açınca, söz kıvrıldığı yerden açığa çıkacak. Ve işte o zaman yine tam ortadan başlayacağız yolculuğa.