Google Play Store
App Store

Sosyolog Nihan Bozok ve Mehmet Bozok, Muğla’da çıkan yangınlarda doğal ormanların kaybedildiğine dikkat çekti. Araştırmacılar, “Ömrünü ormanlık alanlarda geçirenlerin ormanların yaşamı devam etsin diye söyleyecekleri çok söz var. Yerel aktörleri hesaba katan planlamalar ve yönetim sistemleri gerekli” dedi

Ormanla birlikte hafıza da gidiyor
Sosyolog Nihan Bozok ve Mehmet Bozok (Fotoğraf: BirGün)

Tuğçe ÇELİK

Türkiye’de son yıllarda yaşanan büyük yangınlar hem doğanın kaybına hem de bölgede yaşayan insanların yaşam döngülerinin değişmesine neden oluyor. Vahşi madencilik, bilinçsiz tarımsal sulama, gelişi güzel sondaj kuyularının açılması, HES, JES gibi doğaya aykırı müdahaleler doğal güzellikleriyle göz kamaştıran ülkemize telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor. Buna karşılık doğasına, suyuna, toprağına sahip çıkan çevreci yurttaşların itirazı hemen her kentten gün geçtikçe daha güçlü bir biçimde yükseliyor.

Geçtiğimiz hafta Muğla’da günlerce süren yangın yine orman kaybına sebep oldu. Dalaman ve Menteşe’de 18 Ekim’de başlayan yangınlar devam ederken Milas'ta da yangın çıktı. Dalaman’da 135 hektar, Menteşe’de 714 hektar olmak üzere toplam 849 hektar ormanlık alan zarar gördü. Orman Genel Müdürlüğü (OGM) tarafından yapılan açıklamada 1 günde 35 yangın çıktığı bilgisi paylaşıldı. Ormanların yok olması hayvan ve bitki türlerinin kaybolması, yerel hayat tarzlarının değişmesi anlamına da geliyor.

Muğla ve çevresinde 2019’dan beri sosyolojik araştırmalar yapan Doç. Dr. Nihan Bozok ve Doç. Dr. Mehmet Bozok yerelde yaşayanlarla görüşerek onların doğaya dair bilgilerini kayıt altına aldılar. Köyceğiz-Dalyan Ekolojik Okuryazarlık Rehberi ve Ula Köylerinden Yaşlılar Anlatıyor başlıklı kitaplarında insan, hayvan, bitki yaşamının nasıl toplumsal ve kültürel olarak iç içe geçtiğini anlattılar. Çalışmalarında bölgenin yaşlılarıyla da görüşerek yıllar içerisinde biriken doğa deneyimini gelecek nesillere aktarabilmek amacıyla kayda geçirdiler. Sosyolog Nihan Bozok ve Mehmet Bozok’la Muğla ve çevresindeki doğa tahribatını, çevre mücadelelerini, yaşanan yangınların etkisini konuştuk.

2021’den bu yana yaşanan yangınlar Muğla ve çevresini nasıl etkiledi? Gerek toplumsal gerek ekolojik açıdan tespitleriniz nedir?

Nihan Bozok: 2021 orman yangınları bir yandan batıda İspanya ve Fas’tan doğuda Lübnan’a uzanan geniş coğrafyadaki Akdeniz Çanağı’nda gerçekleşti. Burada Türkiye’nin de dahil olduğu Fransa, İtalya, Yunanistan gibi iğne yapraklı ağaçlardan oluşan doğal ormanlara ev sahipliği yapan ülkeler var. Son yıllardaki mega orman yangınları, bu alandaki diğer orman yangınlarının parçası. Öte yandan, sadece Marmaris’e yahut Köyceğiz’e baktığımızda ne kadar büyük bir kayıp yaşadığımızı bugün bile görebiliyoruz. Dikkatsizlikler, anız yakma, tarla temizliği, çöpler enerji nakil hatları yangın sebepleri olarak karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz haftaki yangınlarda ise bölgesel rüzgarlar çok önemli rol oynadı ve yangın sezonu neredeyse bitmişken yine orman kaybı gerçekleşti. Bundan sonrası için yapılması gerekenler çok yönlü bir çabayı içeriyor. Çünkü Akdeniz Çanağı ormanları giderek daha fazla yangına sahne oluyor. Bu bakımdan kırılganlar. Hava sıcaklıkları artıyor, insan baskısı var, kurak mevsimlerin süresi uzuyor. Yerel aktörleri hesaba katan, orman temizliğini ve bakımını düzenli yapan, orman yangınına müdahalede eğitimli personeli yetiştiren ve emeğinin hakkını veren, doğanın ve oradaki ilişkilerin birbiriyle bağlarını görebilen bakış açılarına, planlamalara ve yönetim sistemlerine ihtiyacımız var. Aksi takdirde doğal ormanlar gibi bulunmaz hazineleri kaybedeceğiz.

İçinde bulunduğumuz tüketim kültürünün köylülere ve doğaya ne tür etkileri var?

Mehmet Bozok: Açıkçası romantik, iç açıcı bir manzara olduğu söylenemez. Ülkemizde tarım ve hayvancılık, büyük oranda geçimlik olarak yapılan bir faaliyet. Hayvan yetiştiriciliği, sebze ve meyve üretimi gibi faaliyetleri öteden beri köylüler yapıyor. Ülkemizde tarım 1990’lardan bu yana giderek artan bir biçimde ticarileşiyor. Tarım ve hayvancılık ürünleri, uluslararası pazarlara da satmak için ticarileşirken, tohumlar, zirai ilaçlar, hayvan yemleri, gübreler ve mazot gibi girdiler kullanmak gerekiyor. Ancak bu süreçte tarım ve hayvancılık yapmak daha fazla dışa bağımlı hale geliyor. Fakat bir taraftan ülkemiz ekonomik krizlerle boğuşurken, uluslararası pazarlarda fiyatları belirlenen bu girdilerin de fiyatları artıyor. Bu geçimlik yapılan, karasal ekosistemleri onarıcı özellikleri olan, hayvancılığın da eşlik ettiği geleneksel tarımın da sonunun gelmesi ve başka bir döneme girilmesi demek. Köylüler tarım yapmaları için gerekli olan bu dış girdileri karşılayamaz hale gelince, köylerde yoksulluk artıyor. Sözgelimi bir köylü geçimlik tarım yapmaya çalışsa bile köyünde traktör kullanması ya da traktör ile ürününü satmak için başka bir yere gitmesi için artan mazotun artan ücretini ödemesi gerekiyor. Mesela evde kullanılan elektriği, hastalandıklarında ilaçların parasını ödemeleri için gelir elde etmeleri gerekiyor. Fiyatı her gün artan çok sayıda tarımsal girdiler var. Kırsal alanlarda yaşayanlar geçim kaynaklarından, sürdürülebilir yiyecek üretme sistemlerinden, çevreleri hakkındaki kararlara katılma mekanizmalarından mahrum kaldıkça yoksulluk derinleşiyor. Köylüler yakın geçmişe kadar geçimlik üretim yaptıklarında tüketimlerini bir dereceye kadar sınırlayabiliyorlardı. Artık herkes gibi onlar da yaşamlarını sürdürmek için dış dünyaya bağımlılar. Dünya krizlerle dolu ve ödenen bedeller her geçen gün artıyor.

Ekolojik denge ya da dengesizlik toplumu nasıl etkiliyor?

Mehmet Bozok: Farklı yerlerin, farklı toplulukların bütünlük arz eden, kimi zaman kendi içinde gerilimler barındıran kendine özgü ekolojik dünyaları vardır. Ekolojik denge, esasen parçası olduğumuz canlılık ilişkilerinin belirli yerlerde bulunan bu sistemlerde bütünlük içinde varlığını sürdürmesi demek. Ekolojik dengenin sürmesi yalnızca insanlarla ilgi bir konu değil. Ormanların, nehirlerin, dağların, bitkilerin, hayvanların ve insanların yaşamı birbirine bağlı. Ancak ekolojik dengenin bozulmasının büyük ölçüde insan faaliyetleri yüzünden olduğunu görüyoruz. Barajlar, saldırgan madencilik, otoyollar, büyük inşaat projeleri yaşam alanlarına, canlılar arasında dengeli ilişkilere zarar verebilmektedir. Dengenin giderek hızla bozulduğunu, yıkımın gezegenimizde canlılığın sürmesini tehlikeye sokacak denli büyük bir hız kazandığını görüyoruz.

Köylülerin doğa hafızalarını kayıt altına almanın önemini nasıl yorumlarsınız?

Nihan Bozok: Köylerde kuşaklardır yaşayanlar parçası oldukları doğanın bilgisine sahipler. Buna yerel ekolojik bilgi diyebiliriz. Bu bilgi, örneğin, bir yerde uzun süre bulunmak, yürümek, hayvan otlatmak, balıkçılık yapmak ya da arı kovanı gezdirmek, ağaç ve hayvan hastalıklarını tedavi etmek gibi faaliyetlerle birikiyor. Ayrıca köylülerin orman yangını, sel, heyelan gibi afetlere ilişkin bilgileri de var. Böylece insanlar rüzgârın huylarını, balık yuvalarının yerlerini, endemik bitkileri, mantarların mevsimlerini veya ağaçların akmalarını biliyorlar. Bunları takip ediyorlar, kullanıyorlar. Köylerde yaşayanlar geleneksel olarak çevreleriyle kültürel, duygusal, toplumsal yönleri olan bir iletişim halindeler. Sorun yaşadıklarında zaman içinde biriktirdikleri yerel bilgilerle sorunlara müdahale edebiliyorlar. Bu iletişim emek ilişkileriyle biçimleniyor. Fakat bu tür bilgilerin ve iletişimin yok olmaya yüz tuttuğu bir çağda yaşıyoruz. Biz elimizde kalan bilgileri özellikle yaşlıların hafızasına başvurarak derlemeye çalışıyoruz. Yerel ekolojik bilgi çok önemli çünkü neyi kaybettiğimizi bilmezsek neyi koruyacağımızı da bilemeyiz. Özellikle sel, orman yangını, böcek salgını gibi durumlarda hem etkili müdahale edebilmek için hem de zararı çok yönlü anlayabilmek ve sonra onarabilmek için, bir manzaranın, onun içinde yaşayanlar için işlevlerini, anlamlarını, değerini bilmek çok önemli.

ÇEVREYE AİDİYET HİSSİ ZEDELENİYOR

Muğla'da yaşam alanlarını korumak için kuvvetli yerel itirazlar var. Bunlar çalışmanızın neresinde yer alıyor?

Nihan Bozok: Evet, Muğla’da yaşadıkları çevre için endişeli olan ve çeşitli müdahalelere itiraz eden pek çok insan var. İkizköy’de, Deştin’de, Köyceğiz’de, Sandras Dağı’nda, İztuzu Kumsalı’nda ve başka yerlerde de birçok itiraz söz konusu. İtirazların belli başlı sebepleri ormanlık alanlara, kıyılara, kadim üretim alanlarına geri dönülmez zararlar vererek yürütülen enerji, inşaat ya da altyapı gibi projeler. Bu projeler sonucunda geleneksel geçim yolları ortadan kalkıyor. Kimi yerlerde temiz hava hakkı, temiz su hakkı yok oluyor. Çevreyle kurulan anlamlı bağlar ve aidiyet hisleri zedeleniyor. Sabit, tanıdık, güven veren bir çevre duygusu kayboluyor. Bu bakımdan yerel itirazlara çok ciddi biçimde kulak verilmeli. Taleplerin ne olduğu mutlaka değerlendirilmeli. Ömrünü ormanlık alanlarda geçirenlerin ormanların yaşamı devam etsin diye söyleyecekleri çok söz var. Bu sözler mutlaka dikkate alınmalı.