Güney sınırlarımızın hali, IŞİD tehlikesi, barış, daha doğrusu çözüm sürecinin aldığı/alamadığı yol, anadil hakkı nedeniyle Kürtler arasında yükselen tansiyon; artan sosyo-ekonomik sorunlar, hukuk devletinin hali pür melali, kapımızı çalan  başkancı sistem”  tehlikesi gibi “meselemiz çok!

Güney sınırlarımızın hali, IŞİD tehlikesi, barış, daha doğrusu çözüm sürecinin aldığı/alamadığı yol, anadil hakkı nedeniyle Kürtler arasında yükselen tansiyon; artan sosyo-ekonomik sorunlar, hukuk devletinin hali pür melali, kapımızı çalan  başkancı sistem”  tehlikesi gibi “meselemiz çok! Çok da, bunları doğru dürüst konuşmak ne mümkün! Olan-bitene bakarak, “orta oyunu” oynanıyor diye düşünmek daha akla yakın!

Neden derseniz, bu ülkede uzun süredir Pişekar-Kavuklu, Zenne-Külhanbeyi, Çelebi-Denyo, hep birlikte söylem güçleri bir yanda, aldırmazlıkları öte yanda olmak üzere oyun üstüne oyun kurup oynamaktalar da ondan! Çığırtkanları bol; oyunları dersen muhafazakâr, dindar, liberal, demokrat, sosyal adaletçi, hak sever,  hayırsever, ne olmak istenirse onun üzerine  “şahane” bir popülizm ve kurgu; oyuncular da popülist söylem ve politikanın “ilmini” yapmış ustalar! Seyredip alkışlayanlara bedava fındık-fıstık da dağıtılıyor; isteyene gazoz da var. Yeter ki, eğlenmeyi (oyalanmaya) bil, sandalyeni önlere taşımayı öğren!

Oyun öyle iddialı ki, şaşmak için! Mesela kurguyla söylem ne kadar birbirinden ayrılırsa, oyun o kadar başarı kazanmakta! Mesela, kurgu, otorite-güç, hak-hukuk, doğru-güzel ne varsa hepsinin bir yerde yoğunlaşması üzerine kurulmuş; söylemse “ileri demokrasiyi” yutturmaya yönelik; yutturuyorlar da!  “Bu ne zırvalık” diyenler ise salondan dışarı atılmakta! Tabii ustalıkları ilerledikçe, nasıl yapıp anlamayayım, ne deyip susturayım, ne yapıp ağzını kapatayım rollerini de tahsil eder olduklarından, oyun hasarsız devam ediyor!

Daha doğrusu, hasar çok da aldıran yok demek lazım. Mesela eğitimde çuvalladığımız, PİSA sınavlarından belli; 2012’de toplam 65 ülke arasında genel ortalamada 45. sırada yer alıyoruz! Açılan yeni üniversitelerde derslerin, boş geçen derslerle etraftan toplanan “hocalara”, en çok asistanlara emanet edildiği bilinmekte! Pıtrak gibi çoğalan özel üniversitelerin çoğunun eğitimden çok ticaret yaptıkları da malum!  Peki ne yapılıyor? Orta eğitim dendi mi, akla imam hatipleştirme geliyor; tabii, arada yeni zenginler yaratmak üzere bedava kitap ile tablet dağıtılması da var! Üniversiteler ise, oy ile para toplama mekanları olarak öne çıkmakta; yeni kadrolar devşirmeye, devşirilen kadrolara iş bulmaya yaradıklarını da unutmayalım!

Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi ilkeler de, koruyacak olanların verdikleri hasarlarla malul!  Mesela, yargıdaki atamaları istedikleri gibi düzenlemek yetmedi, şimdi adam adama çalışmaktalar! HSYK seçimlerinde yargıçların şundan bundan olmalarına göre seçildiklerini okudukça,  Hükümet’in seçimlerde kendi istediklerini seçtirmek için nasıl çabaladığı, kendinden olmayanları başta “paralelci” olmak nasıl yaftalamaya uğraştığını öğrendikçe,  “ne günlere kaldık değil, ne günlere gidiyoruz!” diye dövünmekteyiz!

Geçen yazıda “kapkaç hukuk” lafı etmiştim. Haksız mıyım? Böyle bir oyunun içinde hukukun üstünlüğü barınabilir mi; ya da oyun kurucular, onları sınırlayacak bir hukuku isterler mi? Hukuk kapkaç olunca da, bu hukuka uygun adam devşirmekten başka yol yok demektir!

Bunları konuşan yok mu; çoook!  Ama iktidar (oyun) kurucuların umuru değil! Mesela, zorunlu din dersine insan haklarına aykırı bulan AİHM’nin kararını konuşmaya başlıyorsunuz; yeni Başbakan’ımız “din derslerini ateistlerin bile öğrenmesi gerek” diye buyuruyorlar! Hadi, buradan yakın! Daha onu hazmetmeden, eğitimde kılık kıyafetle ilgili yönetmelikte  “başı-açık” ibaresinin kaldırılmasıyla 10 yaşlarındaki çocuğa “turban serbestliği! ” getirildiğini öğreniyoruz; Eğitim Bakanı ise hem Pişekar hem Kavuklu olmuş, gayet serin, gayet emin , “eleştiriler yersiz” gibi lafı-güzaflar etmekte!  Buyurun bir daha yakın!

Onlara göre, ”kız çocukları örtünmek istiyor; aileler de imam hatip okulu, din dersi...”  Onlar “milli iradeyi” temsil ediyorlar ya, halkı biliyorlar; onun için de, oyunu nasıl isterlerse öyle yazmak hakları!

Tabii alkışçılar da çok; kadrolu alkışçılar da var; “yürü ya kulum”a talip olanlar da! Bedava gazoza fit olanları saymayalım; onların rolü,  alkışlamaktan çok, oyunu sırtlamak, yani seçim sandığını doldurmak!

Alkışçılardan biri, 101 gün sonra serbest kalan rehineler meselesinde “vakit varken Konsolosluk niye boşaltılmadı” diye merak eden gazeteciye, “milletle sevinmeyi öğrenin”  diye tavsiye ediyor! Bir başkası, “çifte kavrulmuş art niyet sahipleri”  veya “Erdoğan ve hükümete ebedi düşman olmaya yemin etmiş gibi davranan“ kesimleri, onun deyişiyle “üzgünler orkestrasını”  memnun etmenin mümkün olmadığı fetvasını vermekte! Şu işe bakın! İstenmeyen sorularıyla oyuna çomak sokanları siyasetçisi “bu ne cüret” diye azarlama hakkını kendinde görürken, gazetecisi de, -pardon alkışçısı da-soru soranlara “fazla merak kediyi öldürür!” diskuru çekmekte. Belli ki, oyun bozulursa en çok kaybedecek onlar. O nedenle, alkışlarken de, had bildirirken de pervasızlaşmaktalar.

Bu oyun nasıl, ne zaman sona erecek bilmiyorum; ama oyunun “sahneyi viran” eyleyerek sona ereceğini söyleyebilirim.