Haluk Yurtsever, kapitalist üretim ilişkileri temelden değişmediği ve emek-değer yasası geçerliliğini yitirmediği sürece Marksist sınıf teorisinin temel belirleme ve tanımlarının geçerli kalacağını savunanlardan

Orta sınıf: Efsane mi, gerçek mi?

GÜNNUR AKSAKAL

2013 Haziran’ında yaşanan Gezi Direnişi’nin ardından Türkiye solunda bir “orta sınıf” tartışması başladı. Tartışmanın taraflarından biri Gezi Direnişi’nin bir “orta sınıf” ayaklanması olduğunu, dolayısıyla sınıfsal/proleter bir karakteri olmadığını savunurken; diğer taraf ise direnişe katılanların hayat tarzları ve alışkanlıkları itibariyle kendilerini “orta sınıf”a ait hissetmekle ve “beyaz yakalılar”a dahil olmakla birlikte, emekleriyle geçindikleri için günümüz proletaryasına dahil olduklarını iddia etti. O günlerde, Korkut Boratav, konuya dair yazdığı bir yazı ile tartışmanın seyrini sola doğru çekti. Hocanın yazdıklarını anımsarsak:

Marksist perspektifle bakıyorsak, orta sınıflar terimine kuşkuyla yaklaşmamız gerekiyor. Dikkat ediniz ‘terimine’ diyorum; ‘kavramına’ değil; zira, Amerikan siyaset bilimi gevşekliği içinde kullanırsak, ‘orta sınıflar’ın tanımlanması o kadar güçtür ki, bu ifadenin ‘kavram’ mertebesine layık olmayan iki sözcükten ibaret olduğunu söylemek zorunda kalırız.

Bu insanların çalıştıkları (ve ‘hizmetler’ sektörünün uzantılarını oluşturan) faaliyet kollarının ve doğrudan doğruya icra ettikleri iş sürecinin ‘üretken’ olup olmaması tartıştığımız bağlamda önem taşımaz. Ücretli işçiler olarak ya doğrudan doğruya işverenleri için artık değer yaratmaktadırlar veya işverenin başka sektörlerden aktarılan artık değere erişmesini, el koymasını sağlayan, kolaylaştıran bir emek süreci icra etmektedirler. Ve en geniş anlamda gerçek veya yedek emek ordusunun öğeleridir. Kısacası, bugünün koşullarında nesnel olarak, yani kendiliğinden işçi sınıfının içinde yer almaktadırlar ve bu sınıfın niceliksel olarak önemli bir öğesini oluşturmaktadırlar.

İşte, henüz noktalanmamış, ancak Türkiye’de günlük siyasetinin baş döndürücü hızı nedeniyle tartışmaya da devam edilemeyen bu meseleye Haluk Yurtsever bir kitap çalışmasıyla katkıda bulundu.

Yordam Kitap tarafından okurla buluşturulan Orta Sınıf Efsanesi adlı çalışmada, Haluk Yurtsever, Türkiye ve dünyadaki tartışmaları incelemeye başlamadan önce, Marksist bir çerçeve ortaya koyuyor. Marx’ın yüz elli yıl önce ortaya koyduğu “sınıf” tanımını referans alarak, bugün “orta sınıf” argümanlarının yaratıcısı olarak anılan Weber ve mirasçıları ile karşılaştırıyor.

Orta sınıf
“Sınıf” kavramı başından beri tahrip gücü yüksek bir kavram olageldi. Çünkü sınıf kavramıyla tanışan ve bu perspektifle düşünmeye başlayan insanlar tehlikeli öznelere dönüşmeye başladı. Hâl böyleyken egemenler ve yönetenler sınıf bilincini yok etmek için türlü yöntemler geliştirdi. Bugünlerde tüm dünyada süren tartışmalarda karşılaştığımız orta sınıf meselesi, daha doğrusu proletaryanın artık değiştiği/dönüştüğü hikâyesi bununla ilgilidir.


Orta sınıf teorisyenleri, proletaryanın eridiğini, hizmet emekçilerinin, çalışmalarında kafa emeği ağır basanların, ustabaşı ve mühendislerin, “beyaz yakalı”ların toptan orta sınıflaştıklarını savunuyor. Bu savunucuların, en güçlü dayanaklarından biri hizmet sektörünün sanayi aleyhine büyüyor oluşu. İddia o ki, büyüyen hizmet sektörü “sınıf dışı” bir kategori olarak varlığını sürdürüyor. Peki, gerçek ne?

Gerçeğe ulaşmak için önce bazı yanlışları düzeltmek gerek –şüphesiz Marx’a başvurarak. Sınıfsızlaşma teorisi olarak “orta sınıf” dayanağını bilim ve teknolojinin üretim sürecindeki artan payından ve buna bağlı olarak canlı emeğin, üretim sürecindeki rolünün “azalıyor” görünüşünden almakta. Artık değerin tek kaynağı olan canlı emek sömürüsünün bitecek olması, kapitalizmin de sonunu getireceğinden; kapitalist sistem varlığını sürdürdüğü müddetçe, bilim ve teknoloji hiçbir zaman üretici güç içindeki canlı emeği tamamen yok etmeyecektir. Bu, güncel kapitalizmin temel çelişkisi olarak karşımızda durmakta. Ve şu hâliyle bu çelişki, emek gücünün çok büyük bir bölümünü üretimin dışına sürerken, daha az canlı emeği daha yoğun sömürme sonucunu doğurmaktadır. Yani, sanayiden hizmet sektörüne kayış, düşünüldüğü gibi dünya ekonomisinin sanayisizleşmesi anlamına gelmemektedir. Maddi üretim, artık değer üretimi varlığını sürdürmektedir.


Hizmet sektöründe yer alan emekçiler, üretim ve hizmette aynı rolleri üstlenmeseler de işçi sınıfının parçasıdırlar. Yazarın anlatımıyla “Sınıfsal ayrım noktası, emekçinin hangi fiilleri, hangi gereçlerle yaptığı değil, artık değer üretip üretmediğidir.” Öyleyse, bu insanlardan proletarya dışı bir sınıfmış gibi söz etmek ve bunun üzerinden proletaryanın eridiğini teorize etmek gerçekliği yansıtmamaktadır.

Sözgelimi, yabancı dil bilen, iyi eğitim görmüş üniversite mezunlarının birçoğu ya işsiz ya da çağrı merkezi gibi “yıkıcı emek rejimleri” altında çalışmak zorunda kalıyor. Aile olanakları belli avantajlar sağlamıyorsa, kapitalizm, bu insanlara işsizlikten veya “esnek sömürü”den başka bir şey vadetmiyor. Hâliyle bu toplam “orta sınıf” değil; “sınıf bilincine erişmesi” ya da “dışarıdan” bu bilincin taşınabileceği proletaryaya dâhil.

Marksist teorinin geçerliliği
Aynı bağlamda, sosyal medya kullanımına yer verilen kısımlar oldukça ilgi çekici. Türkiye gibi ülkelerde sosyal medya platformlarının özgürlükçü ve demokratik özellikleri ön plana çıksa da, aslında twitter, facebook vb. ciddi birer ekonomik etkinlik alanı. Neredeyse dünyada bu tür platformları kullanmayan kimse yok; denebilir ki yeni çağ kendi insanını da yarattı. Buna bağlı olarak “yeni” bir emek gücü kategorisi de yarattı: dijital emek. Bu tür ekonomik etkinlikler “maddi olmayan emek” olarak yorumlanır hâle geldi. Oysa biliyoruz ki, bilim ve bilgi kendini ortaya attığı andan itibaren maddileşir. Kapitalizmin devamlılığı bilgiyi metalaştırdığı ölçüde mümkündür. Dijital emek/kognitarya tartışmaları Google’da bir yazılım mühendisinin aylık kaç dolar kazandığı üzerinden değil, Silikon Vadisi’nde ağırlıkla göçmen kadınlardan oluşan imalat işçilerinin, çalışma koşulları ve ücretleri üzerinden yapılmalıdır.

İşte, tüm çelişkilerinin yanında kapitalizmin başarısı! Egemen ideoloji, belli tüketim kalıpları ve alışkanlıklarına sahip olmanın, sınıfsal kimliğin belirleyeni olduğunu düşündürüyor. Oysa, farkına varılması gereken; “orta sınıf”ın da bir değer ürettiği ve o değere el konulduğu, dolayısıyla kendisinin de emekçi sınıfa ait olduğu…

Kısacası, Haluk Yurtsever, kapitalist üretim ilişkileri temelden değişmediği ve emek-değer yasası geçerliliğini yitirmediği sürece Marksist sınıf teorisinin temel belirleme ve tanımlarının geçerli kalacağını savunanlardan... Orta Sınıf Efsanesi’nde de bu görüşleri sergiliyor, ve “sınıfsızlık” siyasetiyle mücadeleye güç katıyor. Marksizmden sapmadan, sınıflar cephesindeki yenilik ve değişimleri gösteriyor.