Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği Küçük Şeyler filmi, plaza çalışanı birinin işini kaybetmesi sonrasında ilişkilerinde yaşadığı çatlakları trajikomik bir üslupla dile getiriyor. Sezer, filmde absürd olanı kullanmaya çalıştığını söylüyor.

Orta sınıfın büyük buhranı: Küçük Şeyler

BURAK ABATAY

Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği, 26. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması bölümünde yarışan “Küçük Şeyler” filmi, festival kapsamında Türkiye prömiyerini gerçekleştirdi. Filmin Türkiye prömiyerine; filmin yönetmeni Kıvanç Sezer, yapımcıları Kanat Doğramacı, Tolga Karaçelik, başrol oyuncuları Alican Yücesoy, Başak Özcan ve film ekibi katıldı. Trajikomik anlatım diliyle dikkatleri çeken, mizah unsurunun eksik olmadığı film, Onur ve Bahar çifti üzerinden ışığı sönen bir ilişkiyi ve orta sınıfın yaşadığı bunalımları anlatıyor. Festivalde Ulusal Yarışma kategorisinde En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu ve Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü ile dikkatleri çekti. Filmin yönetmeni ve senaristi Kıvanç Sezer ve başrol oyuncusu Başak Özcan ile filmi konuştuk

  • Mutluluk arayışında kendini var edemeyen insanların hikâyelerini izliyoruz filmde.

Kıvanç Sezer: Orta sınıfı anlatmak zor bir şey. Çünkü orta sınıf kendini anlatan bir sınıf değil. Kendine, kendi emeğinin şekline çok yabancılaşmış ve kendini de tüketim üzerinden var etmeye çalışmış bir sınıf. Filmdeki yemek masasındaki uzun uzun yaptıkları da bu yabancılaşmanın örneği. Burada tabii ki, Türkiye’nin ekonomik koşulları, kapitalizmin bir şekilde çok daha yaygınlaştığı ve kabul gördüğü, aynı zamanda insanların da yabancılaştığını izliyoruz. Kendilerine kentin uzaklarında evler alarak bir şekilde kendilerini toplumdan soyutladığı, kendisiyle, tükettiğiyle var eden insanlara dönüştüğümüz çok açık. Bunun kendi hayatlarımızı çölleştiren unsurlar olduğunu düşünüyorum. Çok absürt nitelikleri olduğunu hissediyorum. Filmde absürt olanı kullanmaya çalıştım. Ama bir taraftan da kendimle dalga geçer gibi o karakterlerle dalga geçmek; kendimi motive eder gibi de karakterleri motive etmek istedim. Bir tarafıyla sevilebilir ve bir tarafıyla da eleştirilebilir iki ana karakter bunlar.

  • Bu film neden başarılı diye düşündüğümüzde; filmden çıkan çoğu kişi “Kendimi buldum” diyordu. Hazırlanırken karakterlere ve hikâyeye kendinizle ne kadar ilişki kurdunuz?

Başak Özcan: Yaşanılan şeyler benim hayatımda da çeşitli şiddetlerde yaşadığım şeylerdi. Son derece gerçek olan şeyler. Varlıktan yokluğa geçişin çok hızlı olacağı kaypak bir zeminin üzerinde orta sınıf.

  • Baş erkek karakterin kendinden kıdemce daha düşük bir adamı da işten kovarken kurduğu cümleleri görüyoruz: “Ne vardı da hem ev hem araba aldın?” Daha sonra kendisi de aynı koşullarda işinden oluyor. Bu bir sınıf yorumu. Toplumda karşılık bulamaz diye tedirgin oldunuz mu hiç?

K.S.: Yoktu. Toplumda olan bir şeydi bu. İnşaat filmi çektiğinizde amele, taşeron, formen, müteahhit diye giden bir zincir var. Kamerayı plazaya çevirdiğinizde mümessil, bölge müdürü, direktör… diye giden bir hiyerarşi var. Bu dikey hiyerarşi içinde kişiliğinin kendi özgünlüğünün giderek ezilmesi ve bu karakter gibi birinin, tamamen kendisini onun üzerinden var eden bir şey oluyor. Bu hayatın içinde var. İlişkilerde yaşadığımız her şey ile beraber kapitalizmin dinamiklerinden sağlanan sorunlar da bizi ortaklaştırıyor. İşinden çıkarılmamış bir insan da çok ciddi bir işinden çıkarılma kaygısı yaşıyor. Çünkü çıkarıldığı andan itibaren, maaşı da yüksekse hele onu kaybettiği zaman bütün sistem tepetaklak oluyor. Sınıf yükselme ve sınıf düşme ya da bunu tamamen kaybetme kaygılar ve mutsuzluk var. Toplumun üçte biri anti-depresan kullanmaya iten mutsuzluk, bizim doğamızdan gelmiyor. Yaşadığımız sistemin üzerimizdeki etkisi.

orta-sinifin-buyuk-buhrani-kucuk-seyler-631367-1.

  • Filmin komikleşen ve trajikleşen bölümleri var. Ama bütüne baktığımızda kadın daha trajik bir noktada. Erkekse telafi ve idare etme peşinde. Komediden trajediye giden süreçte siz oyuncu olarak nasıl baktınız hikâyeye?

B.Ö.: Az önceki soruya da paralel olarak orta sınıf sorunları kendinden uzaklaştırıyor. Tanıl Bora ve Aksu Bora’nın ‘Beyaz Yaka İşsizliği’ kitabında da belirtildiği üzere, bir şey anlatılırken beyaz yakalılar başından geçen şeyleri üçüncü tekil şahısla konuşuyor. Sürekli başkasının başkasına ittiği bir yansıma var. Şöyle yorumluyorum: Bahar’ın işi öğretmenlik. Emeği Onur’dan farklı bir yerde duruyor. Sınıfsal olarak da alt-orta sınıfa mensup. Daha gerçek bir hayatın içinde. Fakat Onur’la birlikte kocasıyla bir sınıf atlıyor. O yüzden daha fazla acı çekiyor. Yükseldiği sınıfla geldiği sınıf arasında sürekli gidip geliyor ve onu sorguluyor. Onur ise güzel-aldırmazlık içinde. Farkına varmıyor yaşadıklarının.

  • Toplumsal cinsiyet noktasında da gördüklerimiz var.

B.Ö.: Kadının biraz daha her şeyi gözetmesi, gerçekliğin ta içinde yaşaması ve böyle bir sorumluluk alması da tabii etkili. Kıvanç da ben de okumayı kadın tarafından yapmayı çok önemsedik.

K.S.: Bahar karakterinin mantığın sesi olduğunu düşünüyorum. Bir taraf gittikçe gerçeklikten koparken diğer taraf da onu o zemine davet ediyor. İlişkilerde bu vardır, bazı kalıplarımız vardır ve ilişkinin biçimi bizde o kalıplarımızdan bazılarını ön plana çıkarmaya iter. Bu da sanki kişiliğimizin bir parçası gibi okunur. Bu işsizlik meselesiyle mücadele ederken kendini ‘maddiyatçı’ gibi hissediyor. Bunu da yapmak zorunda ama gerçekliğin gideceği yeri görüyor ve kocasını gerçek bir zemine çekmeye çalışıyor.

  • Bahar, temizlik işçisi bir kadının kocasının işsiz kalması sonrası yardımcı da oluyor. Merhamet gibi bir şey mi bu?

B.Ö.: Kader ortaklığının farkında Bahar. İkisinin de kocası işsiz. Meryem’e yaklaşırken çözüm üretip sonuca gitmeye çalışıyor. Ama Bahar biraz daha da dramatize ediyor. Bahar’ın da kurduğu ilişki bir yandan gerçekliği temsil ediyor ama hayalleri bir ev, bir çocuk, konforlu bir hayat. Bahar bu boşluğu da fark ediyor.

  • Arabasını da sattırmıyor…

B.Ö.: Satmak istemiyor. “Ben senin için bunu da yapmayacağım. Sen bir şeyler yap. Benim alanımı bana bırak” diyor. Kendi içine de gözünü çeviriyor. Hayatı tik atarak gidiyordu ama tik atamadığında mutluluğu ve varoluşu da sorguluyor.

  • Türk filmlerinde yemek masası sahneleri önemlidir. Egzajere bir sahneydi ama sizin için de zor olmuş olmalı.

B.Ö.: Ben de kendi hayatımda böyle sohbetleri yaptığımı kabul ediyorum ama çoğunlukla da maruz kaldığımda delirecek gibi oluyorum. Ama böyle bir tepki veremiyorum. İçime kapanıyorum, konuşmuyorum. Karakteri rasyonalize etmek benim için çok zordu. Orada Bahar’a samimiyetsiz geldiğini düşündüğüm bir şey var. Onur iş arkadaşlarını sadece çıkarcı bir amaçla davet ediyor. Bir önceki sahnede tartışıyorlar ve bütün hazırlığı Bahar yapıyor. “Sana da, getirdiklerine de yeter!” dediği bir sahne oluyor.

  • Bakanlık desteği almadı film. Nasıl gelişti süreç?

Zor tabii. Çok fazla arkadaşımız Bakanlık desteğinden mahrum bir şekilde yapıyor. Zor koşullar. Bir gün konuşurken Tolga Karaçelik teklif etti. “Ben senin yapımcın olayım, işin bu tarafında kendini konumlandırma” dedi. Sonra diğer bir yapımcı Kanat Doğramacı devreye. 3,5 haftada çekimleri tamamladık. Bundan sonra Avrupa’da bazı festivalleri dolaşacağız. Vizyon süreci var.

  • Memlekette sinemacı olmak ne kadar zor?

Akademisyen olmak ne kadar zorsa o kadar zor. Hepimizin üstünde hepimizi zorlayan süreçler var. Örgütsüz bir toplumda yaşıyoruz. Kendi çabamızla birçok şeyi yapmaya çalışıyoruz. Sistem bizi teşvik etmek bir yana “Otur yerinde, bir şey yapma” diyor. Bu zorluğun şöyle güzel bir yanı var. Bu ortamda bir şey yapmaya çalıştığınızda, normalde ifade edeceği anlamdan çok daha büyük bir anlam kazanıyor. Bizim bugün burada filmin gösterimi sonrasında film ekibiyle burada olmamız, genç sinemacılara umut veriyor. Hayattaki bütün bu zorluklar üstesinden gelmek içindir. Anlamlı bir şey bu.