Çoğu insan bir yazıda “neoliberal- neomuhafazakâr” sözcüklerini gördüğünde “öff” diyerek okumayı bırakıyor. "Aman ya her şeyi de bu kavramlarla açıklayanlardan gına geldi," diyenlerin sayısı hiç de az değil. "Klişelerden çıkamıyorsunuz, yeni bir şey söyleyin yahu," diye sitem eden de oluyor. Bir açıdan haklılar; derya içinde olduklarından deryayı bilmeme, hali.

1980’lere tarihlenen neoliberal- neomuhafazakar sistem o kadar içselleştirilmiş durumda, bu sistem altında doğum büyüyenler nüfusun o kadar büyük bir bölümünü oluşturuyor ki, sistem bir tür ezelden beri var olan ebediyete kadar sürecek nesnel gerçeklikmiş gibi hissediliyor. Bu hal bile sistemin başarısı. "Başka bir dünya görmediler ki," diyebiliriz.

Derya sanılan bu sistemin neyi değiştirdiğini, öncesinde ne olduğunu anlamak, can çekişerek otoriter faşizme doğru koşan güncel haliyle mücadele etmek için elzem. Doğru kavranılmayan bir geçmiş, devrimci bir geleceğin önünü tıkayan en büyük engellerden biri.

***

Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Asya’ya 20’nci yüzyılın sol hareketleri için bir genelleme yapılacak olsa, entelektüel ve politik güçleri orta sınıftan gelmeleriydi, II. Dünya Savaşı sonrası başlayan silahlı bağımsızlık hareketleri ya da parlamenter sistem içi sol yapılara bakılsa yine aynı durum görülebilir.

Sol hareketlerin önderleri, öne çıkan isimleri için de benzer bir durum var. Ya orta sınıf ailelerden gelirler ya da kamusal eğitim olanakları sayesinde üniversite eğitimine ulaşabilmiş gençlerdi. Arjantinli orta sınıf bir ailenin doktor çocuğu Che ile Samsun’un köylerinden Mülkiye’ye ulaşan Mahir Çayan gibi. Hüseyin İnan’ı Sivas Gürün’ün bir köyünden ODTÜ’ye getiren de aynı eğitim olanaklarıydı. İbrahim Kaypakkaya, Çorumlu bir köy çocuğu; Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan İstanbul’da yüksek öğretmen okulu ile aynı anda fizik bölümüne girebilen Çorumlu bir köy çocuğu. Pırıl pırıl zekâlarıyla, aydınlık, akıllı, çalışkan ve vicdanlı insanlar.

***

Laik kamusal eğitim olanağının, bir dağ köyünden, kente göç etmiş bir fabrika işçisinden ya da mütevazı bir memur ailesinden gelenlerin çocuklarından orta sınıfa aydınlar yetiştirdiği bir politik rejim. Kaba bir hesaplamayla yüzyılın ilk yarısında doğanları solcu, devrimci yapan, dünyayı değiştirme ülküsünde birleştiren, içinden geldiği ve içinde yaşadığı topluma kendisini ait ve sorumlu hisseden bir kuşak yetiştiren bir dönem.

Laik kamusal eğitimle üniversiteye ulaşan, yoksul ve orta sınıf çocukları, öyle ya da böyle, az ya da çok solculaşıyordu. Biraz sert bir genelleme olsa da sosyal medyada dönen bir soruya verilen yanıt gibi. Üniversitede sizi en çok şaşırtan ilk şey neydi, sorusuna çok beğenilen bir yanıtta sınavla girilen bir yerde sağcı olması yazılmıştı.

***

Kesinlikle “bize özgü” değil. Güney Amerika’sı da öyle Avrupa’sı da. 1954 yılında Guatemala’da CIA, askeri darbe yaparak bu kuşağı kırmaya başladı. Küba Devrimi ile iyice paniğe kapıldı ve sonrasını biliyoruz. Ölüm, işkence, on yıllarca tutsaklık, sürgün, infaz mangaları ile canına okudular solcuların. 12 Eylül 1980 Darbesi, solkırımın bizdeki adı ise 11 Eylül 1973 darbesi Şili, 24 Mart 1976 Arjantin’dekinin adıdır. Arjantin faşistlerinin “literatüre kazandırdıkları” Kirli Savaş, Arjantin’le sınırlı kalmamış hep örnek alınmıştır.

Önce eğitimin, ardından sağlığın şimdilerde ise askerlik ve giderek adalet sisteminin kamusal olmaktan çıkarılıp, kâr giren meta formuna dönüşmesi ekonomik bir değişim olabilir elbet. Ama bu ekonomik değişimin politik sonucu, orta sınıf devrimciliğinin yerini solcu görünümlü liberal sağcıların alması oldu. Sınıf, kapitalizm, sömürü, bir toplumun parçası olmak, dünyayı değiştirmek, dayanışmak yerine her türden kimlik siyasetinin içinde boğulan ve kendi öz çıkarlarını zerre kadar tehlikeye atmadan “siyaset yapan” bir yeni üst orta sınıf. Bu değişimin ortak paydası ise laiklikten vazgeçiş oldu.

***

Neoliberalizm dünyada iflas ederken yükselen yeni seçkinci sağcılığın liberal üst orta sınıftan gelmesi bu yüzden şaşırtıcı değil. Aşağıdan yukarıya doğru hareket etme olanağını sağlayan ve bu hareket pratiğince solculaştıran laiklik ve eğitim olmayınca, köleler ve efendiler ile uşaklarından oluşan bir dağılım ortaya çıkıyor.

Çevrenizde hemen uygulayabileceğiniz bir anket öneririm. Ne Putin ne Zelenski dediğinizde, olur mu ya aynı şey mi diyenlere sorun bakalım; 2016 ya kadar yüzde kaçı Taraf okuyormuş ve Taraf’tan önceki favori gazeteleri Radikal miymiş?