“Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor!” cümlesi çok sık tekrarlanmasından ve sonunda kastettiği değişimi pek de getirmemesinden dolayı sosyal medyanın en çok paylaşılan komedi klişelerinden birisi haline geldi. İşin ilginç yanı gerçekten de Ortadoğu’da kartların çok sık yeniden dağıtılıyor olması ve sonunda hep kasanın kazanması! Bu bakımdan komediden ziyade bir trajediden söz ediyoruzdur. Kısa tarihsel anımsatmalar ile Ortadoğu’da belli başlı güç varsayımları, bunların kendi aralarındaki ittifak ve karşı ittifak oluşumları ve son olarak tüm bunların Emperyal hiyerarşi içindeki yerine bakalım. Zira hepimizin takip ettiği sosyal medyanın formatı ve hızı günümüz insanın aklını anlık yorumlara ve durum analizlerine zorluyor. Biz uyarıcı notlarımız düşelim ve paylaşalım.

3’LÜ, 4’LÜ VE 5'Lİ BÖLGESEL GÜVENLİK DENKLEMLERİ

1950-1980 bandında Ortadoğu hakkında yazılmış pek çok kitap bölgeyi anlamak için 3 ülkenin hesaba katılmasını adeta bir klişe biçiminde tekrar ederdi: Mısır, İran, Türkiye. Bu 3’lü denklemin Türkiye’yi Ortadoğu dışında yani NATO üyesi olması hasebiyle Güneybatı Avrupa’da varsayan versiyonlarında ise Mısır-İran-Suudi Arabistan biçiminde bir 3’luden söz edilirdi. Her iki versiyonunda da ayrı kategoriden bir diğer ülkenin adı eklenirdi: İsrail.

1980’lerde bu tablo bir parça değişmeye başladı ve Türkiye’nin Ortadoğulu olarak tescilleneceği 1990-2020 bandında yapılan yaygın formulasyonlarda ilk 3 sıralamada artık Mısır yoktur: İran-Türkiye-Suudi Arabistan. Bu 3’lüye ilave olarak Mısır’ı eklediğinizde 4’lü denklem ve İsrail’i eklediğinizde de 5’li ittifak, karşı ittifak, güç kaydırma ve koalisyon oluşturma matrisi elde edersiniz.

Bu formülasyonların önemi nedir? Ne anlatırlar ve eğer bir analiz değeri taşıyorlar ise bunun açıklayıcı gücü ve sınırları nedir? Suriye, Yemen, Libya, Filistin, Doğu Akdeniz, Kürt sorunu gibi Ortadoğu’nun büyük çatışmalı başlıklarında ve bölge ülkelerinin ABD ve diğer büyük güçlerle ilişkisinde bu denklemler hesaba katılmalı mıdır?

GENİŞLEYEN VE FARKLILAŞAN ORTADOĞU SINIRLARI

Bölge derken Afganistan’dan, Fas’a, Somali’de zaman zaman Balkan ülkelerini bile içine çeken Geniş Ortadoğu’dan ya da Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinden bahsediyoruz: 30 kadar ülke ve 5 kadar tanınmayan oluşum. Ortadoğu ya da daha net ifade ile geniş Ortadoğu olarak anılan bölgenin sınırlarının tarihsel değişimi bile “bölge denklemlerinde “ hangi faktörleri hesaba katmamız gerektiğine işaret ediyor. Britanya’nın Yakın Doğu tanımının Ortadoğu’ya dönüşmesi, soğuk savaş yıllarında ve Türkiye’nin bu bölgede içinde bazen sayılıp bazen sayılmaması, 1990 sonlarında 5 Orta Asya ve 3 Guney Kafkasya ülkesinin bu bölge içinde sayılmaya başlanması ancak hemen ardından 2010’larla birlikte bunların bölgeden çıkartılıp bu kez yerlerine Afrika Boynuzu ülkelerinin dahil edilmesi bir şey anlatıyor aslında. 1945 öncesi kolonyal emperyalizmin küresel düzenlemeleri, 1945 sonrası neo-kolonyal emperyalizmin nüfuz sahaları tasarımları ve günümüzde ise küresel aktörler ve bölgenin 3 kritik aktörünün en az ikisinin etkin olduğu, rekabet ettiği veya çatıştığı sahalar “bölge” sınırlarını çiziyor.

Bu bakımdan Orta Asya’nın örneğin Rus “Yakın Hariciye” bölgesindeki yeri tescillenirken Türkiye, Suudi Arabistan ve kısmen İran’ının rekabet sahası haline gelen Afrika Boynuzu’nun geniş bölge içine alınması son derece manidardır.

BÖLGESEL GÜVENLİK KOMPLEKSİ

Uluslararası siyasetin büyük resmini, yani yapısal özelliklerini, güç dağılımı, dengesi ve tehdit algısı üzerinden okuyan neo-realizmin bu fenomenlerin (görüngülerin) daha gerisindeki ekonomik, finansal ve sınıfsal dinamikleri göremediği ve orta ve uzun vadeli eğilimleri, değişimleri anlamakta başarısız olduğu bir gerçektir. Ancak küresel ve bölgesel güç dengelerinin, denklemlerinin hesaba katılmadığı bir uluslararası siyaset okuması da çok gerçekçi görünmemektedir. Özellikle kısa-orta vadeli bölgesel siyasal konum ve tutumları noktasında.

ABD’nin SSCB karşısında müttefiki ülkeler arasında (Türkiye, Suudi Arabistan , Camp David Sonrası Mısır, Şah dönemi İran’ı) ilişkilere ayar verdiği ve iç gerilimlerini belirli bir seviyeye indirdiği söylenebilir. Soğuk savaş dönemi bittiğinde ABD eski gücünde oyun kurucu olamadığı ölçüde, oyun bozucu olarak bu güçler arasında 5’er, en fazla 10’ar yıllık salınımlarla güç kaydırması ve rekabet arttırıcı manevralarla yaklaşıyor.

İTTİFAKLAR DEĞİŞİYOR VE DAHA DA ÇOK DEĞİŞECEK!

2011-2016 döneminde Suriye söz konusu olduğunda Ankara-Riyad-Doha ekseninden şimdilerde geriye esasen Ankara kalmış durumda. Bu durum Yemen’de İran ile Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri karşıtlığında Türkiye’nin Suudilere mesafelenmesine yol açmışken Libya’da ise Tahran’ın Suudi-BAE-Mısır koalisyonu karşısında Türkiye’ye yakınlaşmasına vesile olmuş görünüyor. Somali-Sudan-Cibuti bölgesinde ise Suudi-BAE askeri yığınağı karşısında Türkiye’nin el arttırma ve bölgeye yerleşme hamlelerini görüyoruz. Sudan’daki toplumsal ayaklanmanın yol açtığı iktidar değişim Hartum’da Ankara’nın rolünü sınıryan sonuçlar üretse de Türkiye Somali’de çok ciddi yol almış durumda.

Birden çok ülkede askeri üs veya fiili askeri yığınak faktörüne, birden çok bölge ülkesinde ekonomik ve siyasi nüfuz mücadelesi çabasına ve söz konusu ülkeler içindeki gruplar üzerinde nüfuz kurma kapasitesine baktığımızda 2020lerin geniş Ortadoğu’sunun 3’lü bölgesel denklemi Ankara, Riyad ve Tahran olarak karşımıza çıkıyor. Kahire artık sınırlı sayıda konuda ve sınırlı bir saha da gündeme dahil olma gücü ile dördüncü sırada anılmak durumunda. ABD ile ve ABD üzerinden bölgede etki oluşturma konumuyla İsrail ise beşli denklemde mutlaka anılmak durumunda.

BÖLGENİN MİLİTARİZMİNDE LİDER ÜLKESİ OLARAK TÜRKİYE!

Ortadoğu artık soğuk savaş döneminden farklı olarak özellikle ilk 3 ülkenin askeri üs ve nüfuz bölgeleri rekabetine sahne oluyor. 20 yıl önce sınırları dışında (KKTC dışında) tek bir askeri üssü bulunmayan Türkiye’nin günümüzde, Irak, Suriye, Somali ve Libya’da kalıcı askeri üsleri mevcuttur. İran, BEA ve Suudi Arabistan da daha çok paramiliter güçler ile nüfuz sahaları yaratma siyasetinden ekonomik ve askeri üsler oluşturma yarışına dahil olmuş durumda.

Bu durum söz konusu ülkelerin ABD silah sanayine, orada sorun yaşadıkça da Rus silah sanayine daha çok sipariş vermesini sağladığı gibi, birbirleri karşısında yenişemeyecek eşit ya da yakın güçler olduklarından siyaseten daha çok ABD’nin her yeni başkan döneminde yapacağı güç ayarı kararına mahkum hale geliyorlar. Birbirleriyle yürüttükleri alt-Emperyal mücadeleyi her bir ülke kendi kamuoyuna anti-Emperyal hamle olarak anlatmayı pek sevse de bölge halkları için küçük emperyalist namzetleri olmaktan ileri gidemeyeceklerdir.