Eşraf ve mütegallibe, Arapça kökenlidir, Ortadoğu’nun statü kelimeleridir. ‘Eşraf’ kelimesini, mezarlık basanlar için ‘mahalle eşrafı’ diyen İçişleri Bakanı ‘Soylu’ tedavüle sokmuştu. Bu kelimenin ‘seçkin, bir yerin zenginleri, sözü geçenler’ anlamı yanı sıra ‘soylu’ anlamına gelmesi de bir ironi.

Saray rejimi, yeni Osmanlıcılık sevdası hüsranla bittiğinden ve bölgesel güç iddiası da kalmadığından, hiç olmazsa ‘bölge eşrafı’ statüsünde kalayım derdinde, ‘sözü geçsin’ istiyor, ama dinleyen yok. Bu durumda elinde kalan tek koz bölgesel mütegallibelik oluyor. ‘Mütegallibe’, malum, zorba demek; anlamını biraz daha açarsak, ‘üstünlük taslayan, kaba kuvvetle üstün gelen’ gibi karşılıkları da var.

Peki, referandum bayrağı açan Barzani bir eşraf mıdır, bir mütegallibe midir?

Demokrat olmadığından eminiz. Son ÖDP bildirisi onu şöyle tasvir ediyordu: “Bağımsızlık referandumu oylaması esasen iki yıldır fiili Başkanlık sürdüren, Parlamentoyu işlevsiz kılan Barzani önderliğinin yönetememe-iktidar krizini aşma, kendisini bir ulusal lider olarak pekiştirme ihtiyacının sonucudur.” Fiili başkanlık sürdürmek, parlamentoyu işlevsiz kılmak ve ardından referandum istemek, işte bu tür nitelikler çok tanıdık bir mütegallibe tasviri değil mi? Kaldı ki Kürt yazarlar bile onun derebeylik peşinde olduğunu söylüyor.

Ama önce şunu bilelim: Barzani’yi bahane edip Kürt düşmanlığını köpürtenlere lanet olsun! Barış yerine savaş tezkeresini çözüm olarak dayatanlara da…

Başbakan “Barzani Efendi’ye anladığı dilden konuşuruz” diye kızıyor ve o kızgınlıkta (!) ‘Sayın Barzani’ aniden Barzani Efendi oluveriyor! Dostum Esad-Zalim Esed repliklerinden alışkınız gerçi. Şimdi neymiş? Barzani Efendi haddini bilsinmiş! Ama sizler Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne de ‘kırmızı çizgimiz’ diye karşı çıkmıştınız ve ardından konsolosluk açmıştınız. Gün gelir Elçilik de açarsınız. Çünkü pusulanız ABD, o ne derse o, o kadar.

Ortadoğu’da zaten bütün aktörler emperyalizmle içli dışlı, bırakın bu arada Barzani de aradan sıyrılsın mı diyeceğiz? Peki, o zaman enternasyonalizm nedir ki? Bir ulusun emekçilerinin başka bir ulusun emekçileriyle dayanışmasıdır. Başka bir ulusun mütegallibesiyle dayanışması değil. Devrimciler, Barzani ile değil Kürt emekçileriyle dayanışırlar.

Bazı aklıevveller Barzani siyasetine itiraz ettiğimizde bize hemen ‘ulusalcı’ filan diyorlar. Bu tür Barzani ulusalcılarına şunu hatırlatmak lazım: Lenin’in sözlerini tekrarlayınca ulusalcı olmazsın komünist olursun! Ne demişti Lenin, ulusların kaderlerini tayin HAKKI konusunda? Nasıl ki evlilikte boşanma hakkını savunmak, hemen ayrılsınlar demek değilse, evliliğin eşitlik temelinde sürmesini savunmak demekse, ulusların kaderini tayin hakkı’nı savunmak da her koşulda ayrı devlet kurulmasını savunmak değildir.

Şu konjonktürde adı ‘bağımsızlık referandumu’ olsa bile zaten Barzani eliyle kurulacak bir devlet kesinlikle bağımsız olamayacaktır, bunu görmek o kadar zor mu? Emperyalizmden bağımsız olmayan nasıl bağımsız devlet kurabilsin? İkincisi Kürtlerin demokratik haklarını savunmak, her Kürt siyasetçisi ve bilhassa Barzani “neylerse güzel eyler” demek değildir. Barzani ki Reis’in Kürdistan’daki kankasıdır, ABD’nin de tescilli ve en sıkı müttefikidir.

Üçüncüsü, sahi, Öcalan/PKK ve ayrıca HDP ‘ulus devlete’ karşı değil miydiler? Konfederal sistem savunmuyorlar mıydı? Öcalan 2000 başlarında BOP’un revaçta olduğu konjonktürde konfederalizm tezini ortaya atmıştı; “ulus devletler miadını doldurdu” diyordu, “artık Bağımsız Kürdistan peşinde değiliz” diyordu. “Konfederalizm kesinlikle bir devlet sistemi değildir”, diyordu. Bu görüşler doğrultusunda sonraki yıllarda gündeme gelen ‘demokratik özerklik’ de zaten bağımsızlık istenmediğinin bir ifadesiydi, demokratik bir cumhuriyette Kürtlerin ulusal bir statüsü olması isteniyordu. Son barış sürecinin de temel tezi böyleydi. Rojava’da bile hâlâ ayrı bir devletten değil konfederal bir sistemde demokratik özerklikten söz edilip duruluyor…

Daha dün PKK’den Duran Kalkan, referandum kararını eleştirerek, “Referandum yapan bir sistem yok, işleyen bir demokrasi yok! Bir yönetim karar almış, ama o yönetim yetkiyi kimden alıyor? Dar bir propaganda işine benziyor” dedi. Çünkü referandum denklemi belli: İnisiyatif Barzani’de kalırsa, Suriye dâhil diğer parçalarda da süreç aleyhlerine dönebilir ve en önemlisi Kürtlerin lideri Öcalan değil kesinlikle Barzani haline gelir. Barzani çıtayı bağımsızlığa yükseltti, Öcalan’ın özerklik projesi geri bir talep olarak kaldı! Öyle ki bu Barzani modeli, Rojava’yı bile yutabilir.

Yeni Özgür Politika gazetesinde dün Halit Ermiş şöyle diyordu: “Kürt halkından gelen tüm tepkileri bir kenara bırakarak, dediğim dedik bir siyasetle Kürtlerin tarihsel kazanımlarını ellerinin tersiyle iterek kendi derebeyliklerinin peşine düştüler. Barzaniler referandum kararını yasadışı şekilde aile fertleri arasında aldı. ‘Bağımsızlık referandumu’ öyle sanıldığı gibi Kürtlere bağımsızlık, özgürlük falan getirmeyecek. Kaldı ki çıkacak ‘evet’ sonucuna dayanılarak bağımsızlık falan da ilan edilemeyecek. Zaten bağımsızlığın koşulları olmadığı gibi, Kürtler halen bu denli parçalı durumdayken, daha fazla içten parçalama fırsatları da bölge ulusdevletlerine sunulmuş olacak.” Nazmi Gür ise şunu yazmıştı: “Irak Anayasasının 140. maddesini işletmek Kürtlerin, Kerkük ve diğer Kürdistan topraklarının Federal Kürdistan Bölgesine bağlanması ve demokratik ulus paradigması doğrultusunda bir yapılanmaya gidilmesi bugün yaşadığımız sorunların büyük bir kısmını barışçıl yollarla çözmemize yardımcı olacaktır.”

Gerçi PKK şimdilerde özerklik söyleminden çok ‘Ortadoğu’da ulusal birlik’ siyaseti gütmeye daha fazla önem veriyor. Karayılan, “Kimse, ‘biz ulusal birlik oluşturmadan da bazı parçalarda bazı sonuçlara gidebiliriz’ dememeli” derken, sadece Türkiye ‘parçasında’ sonuç beklemek olmaz diyordu yani… Şimdi muhtemelen ‘ulusal birlik’ adına referandum için aşırı olumsuz tepki verilmiyor. Bu arada HDP’nin gayri resmi yayın organı diyebileceğimiz Özgürlükçü Demokrasi gazetesindeki cumartesi günü yayımlanan ‘Berhem Salih’in cephesi’ başlıklı ve Ersin Çaksu imzalı şu haber analize ne demeli?

“Bu referandumu, KDP’nin kendi partisinin ihtiraslarına kurban ettiğini” vurgulayan haber-analiz “YNK ikinci sekreteri Berhem Salih, öncülüğünde ‘Demokrasi ve Adalet için Koalisyon’ adıyla yeni bir cephe kuruldu” diye başlıyor. Seküler Kürdistan beklentisi olanları hayal kırıklığına uğratacak bir tespitle devam ediyor: “Güney siyaseti, uzun zamandır KDP’nin Nakşibendî medresesi ile YNK’nin Kadiri tekkesi arasına sıkışmış durumda. Görünen o ki 25 Eylül’de yapılması planlanan referandum yapılsa da, yapılmasa da bu sıkışmışlık daha da büyüyecek.”

Analiz, referandumun Kürtleri böleceği tespitiyle devam ediyor: “En büyük tehlike ise böyle bir referandum Güney’i fiilen üçe bölecek: KDP alanı Duhok ile Hewler, YNK alanı Süleymaniye ile Halepçe ve herkesin siyasi ve askeri savaş alanı olma potansiyelini taşıyan Kerkük hattı. Referandumun yapılmaması durumunda ise bunun KDP ve destekçilerine bir siyasi faturası olacak. Bu fatura da iç siyasette Bölge Başkanlığı ve parlamento seçimlerinde kesilecek. Başta İngiltere olmak üzere iyi bir uluslararası desteğe sahip olduğu bilinen Berhem Salih’in her iki senaryo ve hatta başka senaryolar için de hazırlıklar yaptığı belirtiliyor. … Fakat KDP’nin kendi partisinin ihtiraslarına kurban ettiği bu referandumun Güney Kürdistan’ın tamamında yapılmayacağı artık kesin. Geriye iki seçenek kalıyor: ya yapılacak, ya da yarım yapılacak.”

AKP ve MHP referanduma elbette Kürt düşmanı oldukları için, ABD bile (şimdilik) karşı olduğu için (peki CHP ne için?!) karşılar. Osman Baydemir Meclis’te sormuştu: “Bir halkın referanduma gitmesi, yani milletin iradesine başvurması neden gayri meşru olsun?” Gayri meşru değil elbette. Tartışılan şey doğruluğu veya yanlışlığıdır, neden destekleneceği veya itiraz edileceği ve bunların sebepleridir. Yeni Özgür Politika ve Özgür Demokrasi gazeteleri bile bu sebepler bakımından bize yardımcı oluyor işte…

Sosyalizm alternatifi şimdilik olmasa bile başka alternatif yok mu? Öyleyse Irak’taki çözüm de, niçin ‘Kürt ulus devleti’ değil de ‘konfederal sistem’ anlayışında bir demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik veya Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’ni işletmek olmasın ki?