Birkaç ay önce yine bu köşede “Nereye gitti bu Ortadoğu solu?” diye sormuştum. Özetle Ortadoğu’nun hep böyle dinci gericiliğin, Selefi köktendinciliğin esiri olmadığını, bu kadim coğrafyada çok güçlü bir seküler/sol damarın da olduğunu vurgulamıştım. Post modern kimlikçi siyasetlerin ön plana çıktığı, etnik, dinsel, mezhepsel fay hatları üzerinden tüm siyasal, toplumsal yaşamının dizayn edildiği bu kahir zamanlarda yok edilen solun eksikliğinin yarattığı handikaplara dikkat çekmiştim.

İtalyan yazar Ilario Salucci’nin yıllarca Irak’ta kalarak hazırladığı ‘Irak’ta Solun Tarihi’ adlı kitabı bu konuda iyi bir kaynak. Bir zamanlar Ortadoğu’nun en önemli örgütlerinden olan Irak Komünist Partisi’nin tarihini, bu ülkedeki solun seküler laik güçlü damarını muazzam şekilde aktarır.

Kitap esasında “Arap dünyasını modern sınıf mücadelelerinin ve seküler siyasi hareketlerin uğramadığı bir ‘Ortaçağ coğrafyası’ olarak okuyan, Türkiye gibi bu coğrafyaya komşu ve ortak bir geçmişe sahip bir ülkenin/bölgenin insanlarının bile veri kabul ettiği önyargıları yıkması itibariyle” önemli bir kaynak.

Filistin solu, Lübnan solu, Mısır solu, Suriye solu uluslararası Marksist figürler, teorisyenler çıkarmış topraklardı. Dünyanın dört bir tarafından solcular, devrimciler Filistin’le, Lübnan’la dayanışmak için Ortadoğu’ya akın ediyor, bu da sol damarı besliyordu.

Bir zamanlar Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da, İran’da güçlü sol, komünist partiler iktidarları dahi sarsıyorlardı. Afganistan Komünist Partisi’nin gücü sadece Sovyetlerden kaynaklanmıyordu. Güney Batı Asya’nın en büyük sol hareketlerindendi.

Kesilen sol damarlar yeniden filizleniyor

Peki, nereye gitti bu sol? Esasında bir yere gittiği yoktu. ABD emperyalizminin marifetiyle Soğuk Savaş sürecinde adım adım yok edildi. Dinci gericilik, siyasal İslamcılık palazlandırıldı. “Yeşil kuşak Projesi”nden “Ilımlı İslam”a uzanan hatta, İslamcılar ABD emperyalizmin öncü müfrezesi olarak kullanıldı. Bölge adım adım gericileştirildi.

Peki ne oldu? ABD emperyalizminin ortaya sürdüğü İslamcı projeler adeta birer Frankeştayn’a dönüştüler. Bugün bu canavarlar sadece bölgeyi Ortaçağ karanlığına sürüklemekle kalmadı, kendisini var eden sahiplerini vurmaya da başladı. IŞİD’ler, El Kaide’ler, El Nusra’lar, Horasanlar, Eş Şebaplar, İhvancılar bu iklimin eseri.

Emperyalist güçlerin, bölgesel işbirlikçilerinin, yerel despotların işine gelen bu kimlikçi döngüden şu an için çıkmak elbette ki kolay değil. Ama imkânsız da değil. Kimlikler üzerinden, dinsel aidiyetler üzerinden yeni çatışmalar örgütlenirken başarılı olamıyorlar. Siyasal İslamcı projeler iflas etti, emperyalist müdahalelerle gerçekleştirilmek istenen dönüşümler tutmadı.

Ve tüm bu yıkımların arasında sol yeniden kendisinden bahsettirmeyi başardı. Üstelik sadece Irak’ta değil Suriye’de, Lübnan’da “direniş ekseni” yeniden ayağa kalktı.

Irak’ta laik, seküler güçler, sol kazandı

Evet, Irak’ta geçen haftaki genel seçimi sol kazandı! ABD tarafından iğdiş edilmiş, emperyalist işgalin devam ettiği, etnik, dinsel, mezhepsel bin bir parçaya bölünmüş Irak’ta zafer sol koalisyonun oldu. Bir zamanların etkili sol örgütlerinden Irak Komünist Partisi’nin ve çok sayıda laik/seküler grubun ittifaka gittiği Sairun İttifakı (Yürüyüş) seçimlerde sandıktan birinci çıktı. İttifakın ana bileşeni işgal sonrası ABD’ye karşı verdiği direnişle ön plana çıkan Mukteda El Sadr’ın partisi olsa da sol, laik/seküler güçler özgül bir ağırlık taşıyorlardı.

Irak Komünist Partisi bütün eksikliklerine, Saddam ve işgal dönemindeki yanlışlarına rağmen ayağa kalkmayı başardı. Yolsuzluklara bulaşmış bezirgânlara karşı bıkan umutsuz, yorgun halk kitleleri İbadi hükümetinin yoksulluk, yolsuzluk ve adaletsizlik üreten politikalarına karşı harekete geçirilerek kitlesel eylemler düzenlendi. Etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları bir tarafa bırakıldı.

Şii din adamı Sadr işte Komünist Partisi’nin estirdiği bu rüzgârın üzerine oturdu esasında. İran’a mesafe koyan, ABD’ye karşı çıkan Sadr, dini misyonuna rağmen yoksulluk ve düzen karşıtı geniş bir ittifak kurdu. Komünist Partisi ve diğer sol, seküler yapılarla ittifaka gitti. Arap kimliğini ön plana çıkaran söylemleriyle öne çıkan Sadr, etnik, dinsel aidiyetler üzerinde tepinen İran ve ABD’ye yaslanan rakiplerini geride bıraktı.

ABD işgali sonrası çok parçalı, kimlikler üzerinden bir dizayna tabi tutulan ülkede sorunlar dağ gibi. Haydar El İbadi, Kürtlerin bağımsızlık istemini bastırsa da, IŞİD’i yenilgiye uğratan başbakan olsa da çok fazla ABD’ye yaslanmanın bedelini ödedi.

Post modern kimlikçi siyaset kaybediyor

Post modern neo liberal kimlikçi bakış açısının toplumları nasıl zehirlediğinin en hazin coğrafyası Ortadoğu. Etnik, dinsel, mezhepsel kodlar üzerinden dizayn edilen bölüşümün bölgede nasıl bir kangrene yol açtığını görmek açısından Irak ve Lübnan muazzam iki örnek.

Her iki ülke de uzun süren iç çalkantılar, çatışma ve savaşlar sonrasında siyaset mühendisliği marifetiyle yeniden inşa edilirken, kırılgan fay hatları üzerine oturtuldular. Her iki ülke de etnik, mezhepsel, dinsel kodlar üzerinden parçalara bölündü. Her etnik gruba büyüklüğü oranında sandalyenin verildiği Irak ve Lübnan örneklerinde siyasal erk de buna göre belirleniyor.

Cumhurbaşkanının Hıristiyanlardan, başbakanın Sünnilerden, meclis başkanının ise Şiilerden seçildiği Lübnan’da cumhurbaşkanını seçmek yıllar alabiliyor. Son cumhurbaşkanı Hıristiyan Michael Aun iki buçuk yıl süren krizin ardından ancak seçilebildi. Irak’ta ise Cumhurbaşkanlığı Kürtlere,Meclis Başkanlığı Sünnilere, Başbakanlık ise Şiilere veriliyor.

Ve bu kimlik siyasetinin yol açtığı kaos toplumlar nezdinde artık ciddi bir rahatsızlığa yol açmış durumda. Açlık, yoksulluk, geleceksizlik girdabında debelenen kitleler, yolsuzluğa bulaşmış, adaletsiz sistemlere baş kaldırıyor. Irak seçimleri bunun ilk adımı oldu.