Seçime doğru geri sayım hızlandıkça düzen siyasetinin saçmalama katsayısı da artıyor. Düzen muhalefetinden gelen masa içi – dışı salvolar, 20 yılı aşkın süredir devam eden AKP iktidarından kurtulma umuduna adeta çentik atıyor. Türkiye’nin somut gerçeklerini hiçe sayan, rejimin niteliklerini es geçen, fedakârlığı bir masa etrafında toplanmaktan ibaret gören siyasi kadrolar yalnızca kendilerini değil bütün ülkeyi tarihi bir fırsatı tepme riskiyle yüz yüze bırakıyorlar. Geniş muhalif kesimlerin “bir an önce aklınızı başınıza alın” mesajı işitilmezse bunun faturası ağır olur.

Türkiye’nin bugün geldiği karanlık tabloda öyle ya da böyle pay sahibi olan eski AKP’lilerin “muhalif” kontenjanından kamuoyunun önünde “şirin” gösterilme çabalarının bir sınırı var. Bu sınırı zorlamanın, kendini siyasetin esas belirleyici gücü sanarak ahkâm kesmenin götürecekleri getirmesi ümit edilenlerden fazla. Henüz ortada bir seçim zaferi yokken, sanki çoktan kazanılmış gibi mevki ve makam paylaşmanın, kamuoyunda şantaj olarak algılanabilecek sözler sarf ederek güç denemesi yapmanın bir nevi siyasi intihar olduğu açık.

***

6’lı masadaki genel başkanların, seçim sonrasında hangi görevi üstleneceği kendi parti örgütlerini bir kenara koyarsak kimsenin umurunda değil. Derinleşen yoksullukla nasıl mücadele edileceği, geçim ve barınma sorununun ne şekilde aşılacağı, sermayeye peşkeş çekilen ülke kaynaklarının nasıl halk lehine geri alınacağı, İslamcılık ve piyasacılık cenderesinde bunalan çocuklara ve gençlere nasıl bir gelecek sunulacağı gibi temel dertleri var bu toplumun. Ama belli ki siyasetçilerin “mekanizma” ve “prosedür” aşkı bunların üstünde. Öyle ki neyi, ne zaman, nasıl gündeme getireceklerinin ayarını bile tutturamıyorlar.

Mesele genel başkanların CB yardımcısı olup olmamasıyla ya da bakanlıkların nasıl paylaşılacağıyla sınırlandırılamayacak bir noktaya gelmiş durumda. Tek adam sisteminden çıkışı müjdeleyen muhalefetin, “süper yetkili” bir CB’yi geçiş döneminde Meclis ve demokratik toplumsal örgütlenmeler vasıtasıyla denetlenmesi yerine genel başkanları birer “baş denetçi” kılma arayışı, bizatihi kendi demokrasi vaadiyle çelişen bir bakış açısı. Sırf masanın liderleri kendilerini “eşit yetkili” olarak görsün diye toplumsal iradeyi, bunun Meclis kompozisyonu dahil temsile yansımasını ikinci sıraya iterseniz bu siyasi mimariden “restorasyon” bile çıkmaz. Bir başka ifadeyle, Davutoğlu’nun “6’lı masadaki liderler CB ile aynı imza yetkisine sahip olacak”, “sözümüz dinlenmezse kriz olur” vb çıkışları iktidarın eline koz verdiği için değil mevcut sahici bir demokratik sistem taahhüdünü masa diplomasisiyle ikame etmeye yeltendiği için yanlış.

Babacan’ın 6’lı masa ismim üzerinde mutabık olursa “hem seçilebilme sorunu olmaz, hem de en iyi şekilde yaparım” demesinin içeriye mesaj olduğu herhalde şüphe götürmez. Akşener’in başlattığı kampanyada İstanbul’da billboardlara asılan ilanda İmamoğlu’nun varlığı da tesadüf olmasa gerek. Seçime bu kadar az zaman kalmışken kızım sana söylüyorum gelinim sen anla siyaseti yapmanın bir maliyeti var. O maliyet, iktidarın operasyonlarına açık kapı bırakmak manasına geliyor.

***

HDP’nin CB adayı çıkaracağız çıkışı, hem tabanına hem de muhalefete bir mesaj olarak algılandı. 6’lı masanın HDP ile resmi bir görüşme trafiği yürütememesi ve masanın bazı ortaklarının gayri resmi teması bile olmaması görmezden gelinmesi artık mümkün olmayan bir mesele olarak ortada duruyordu. Son dönemde Babacan bu boşluğu gördü ve oraya doğru hamle yaptı. İyi Parti ile Deva arasındaki düşük yoğunluklu gerilimin nedenlerinden biri de bu temaslar. HDP’nin aday gösterme açıklaması, 6’lı masaya “bir tek siz yoksunuz”u hatırlatması bağlamında önemli. Ancak 6’lı masanın müstakbel adayının HDP’nin istediği dozda onunla bir ilişki kurması kolay görünmüyor.

AKP iktidarından yaka silken yurttaşları önlerine ne getirilirse getirilsin kabul edecek, siyaset teknisyenlerinin hesaplarını doğrulayacak pasif özneler olarak görmek kadar büyük bir yanlış yok. Prosedür ve protokolleri birer araç olmaktan çıkarıp kitlelerin değişim arzusuna ayak bağı haline getiren kim varsa bu topluma sırtını dönmüş demektir. Hiçbir seçim sandık günü kazanılmaz, siyasi zafer o güne giden yolda büyüyen heyecanın, toplumsal dalganın doğru bir stratejiyle birleşmesiyle ancak mümkün olur. Yalnızca sosyalistlerin değil sosyal demokratların, cumhuriyetçilerin, toplumun tüm değişim isteyen güçlerinin seçime bu denli yaklaşmışken toplumsal talepleri siyasete daha fazla taşımak gibi bir sorumluluğu olduğunu unutmamalıyız.