Hasret bitiyor ve bugün adı iyice kafa karıştırıcı olmaya başlayan ligimiz başlıyor –ligine reklam alan başka bir federasyon var

Hasret bitiyor ve bugün adı iyice kafa karıştırıcı olmaya başlayan ligimiz başlıyor –ligine reklam alan başka bir federasyon var mı acaba?– Bu vuslat haftasına eşlik eden iki adet konumuz var, çıldırtıcı boyutlara ulaşan sıcaklar ve Ramazan. Geçen yıl Manisasporlu Meduna’nın yürekleri hoplatan baygınlığı hâlâ belleklerimizdeki yerini koruyor. Maçlarda su molaları verilecek, maçlardan sonra başarısız olan takım oyuncularının formsuzlukları oruca bağlanacak ve tüm bu süre boyunca futbolun insani boyutu üzerine farkındalığımız biraz daha artacak.
Futbolun insani boyutundan söz etmek tuhaf geliyor kulağa. Hem sahada hem de tribünlerde robotlar değil; insanlar var elbette. Ancak endüstriyel vaziyetlerin bizi getirdiği noktada “hakem de insan, canım!” gibi absürt cümleler kurabiliyoruz. Çünkü endüstri, şovun sürüp gitmesi için durdurulamayan bir taşkın gibi önüne çıkanı silip süpürebiliyor, bunda bir beis görmüyor. 2010 Dünya Futbol Şampiyonası’na hazırlanan Güney Afrika’da yoksulların başına gelenler gibi örneğin. Üç kuruşa stat inşaatlarında sigortasız çalıştırılan insanlar. Maçların oynanacağı kentleri “soylu”laştırmak için evlerinden edilen gecekondu halkı, stat çevrelerinden sürülen seyyar satıcılar gibi. Ya da Huzur Mahallesi sakinleri gibi.
Her İstanbullu bilmez, Huzur Mahallesi Kağıthane’de Aslantepe civarındadır. Muhteşem bir zihniyetin ürünü(!) olarak kondurulan ikinci köprü için açılan TEM otoyolundan sonra mahalle ikiye bölündü. Şu aralar Galatasaray için yapılan stat inşaatı tarafında kalan mahalleliler çocuklarını otomobil trafiğine açık bir köprüden karşıya geçirerek okullarına götürüyorlar. Huzur Mahallesi, eski zaman kalelerini koruyan, içi timsahla dolu su hendekleri gibi kendilerini İstanbul’dan ayıran TEM nehrini ancak bu köprüyle aşabiliyorlar. Canlarını dört tekerlekli timsahlardan koruyarak kentle etkileşime girebildikleri tek geçit bu köprü. Stat inşaatı başlamadan önce çevre düzenlemesi kapsamında bu köprünün yıkılacağı; ancak daha önce mutlaka bir üst geçit yapılacağı duyurulmuştu. Oysa hafta içi bir akşam vakti ansızın yıkım ekipleri çıkageldi. Üstgeçidin esamesi bile yoktu henüz. Kulaktan kulağa yayılan haberle kısa süre içinde mahalleli olay yerine gelerek köprüyü savundu. Daha sonra sahura kadar daha sonra sabaha kadar köprülerinde nöbet tuttular.
Aslantepe’yi sadece ‘Türk Telekom Arena’dan ibaret gören zihniyetin gözünde Huzur Mahallesi sakinleri o kadar değersiz çünkü. O zihniyet bu ‘arena’da oynanacak final maçlarını, kaldırılacak kupaları, o organizasyonlardan gelecek nemaları daha çok önemsiyor. Her sabah okuluna gidebilmek için TEM’in bir ucundan diğer ucuna ölüm yolculuğuna çıkacak olan öğrenciler bu zihniyetin gözünde doğal seleksiyona boyun eğmesi gereken eğitim zayiatlarından başka bir şey değil. Bu zihniyetin adı TOKİ, yüklenici firma ya da her neyse. Adları değişse de endüstriyel vaziyetlere olan tutkunlukları değişmiyor. Bir önceki yüklenici firmanın inşaat işçilerine aylarca maaş ödemediğini, eylem yapan işçilerin işine son verdiğini hatırlayın. Evine aylarca ekmek götüremeyen işçileri yaptıkları eylemler nedeniyle şov yapmakla suçlayan stat müdürünün açıklamasını hatırlayın: “Eylem yapmak herkesin hakkı; ama biçim de önemli. Paralarını ödeyip hesaplarını keseceğiz.”
Futbol her zaman yoksulların sporu olmuştur. Herhangi bir yıldız futbolcu gösteremezsiniz ki anadan atadan zengin olsun. Tok adamın çekeceği eziyet değil çünkü futbolculuk; ayrıca tok adamın peşinde koştuğu prestij, futbolculuğa gönül indirmez pek. Tok adam, oğlunun Beşiktaş’ın efsane Rızası olmasındansa, bilmem ne holding’in CEO’su olmasını tercih eder. Seyirciler açısından da durum çok farklı değildir aslında. Localar ve VIP tribünleri saymazsak, ezici çoğunluk Huzur Mahallesi sakinleridir. Ve Endüstriyel vaziyetler futbolun asıl izleyicisine, reklamların asıl pompalandığı kitleye, ileride aralarından Ardalar çıkaracak olan ailelere, zulmetmekten çekinmiyor. Futbol sözcüğüne yabancılaştırılmış bir insanlık çağındayız. O kadar yabancılaştırılmış ki, futbolun insani yanı adıyla bir akademik başlık açılabilir neredeyse. Sosyologlar, spor akademileri nesli tükenen su kuşlarını inceler gibi bu konu üzerinde incelemeler yapsınlar, araştırsınlar.
Hem Afrika’da hem de İstanbul’da…