Bu filmin gelmiş geçmiş en iyi örümcek adam olduğu iddiasına katiyen katılmıyorum. Tobey Maguire ve Kirsten Dunst’lu, Sam Raimi’nin Spider - Man’i bir defa çok daha iyiydi. Ayrıca orada gerçek bir kadın karakter vardı

Örümcek-Adam, Örümcek Evreninde: Yeni çağa yeni süper kahraman

İngilizcede bir sözcük var “hype” diye. Aşırı övgü falan gibi bir şey. Kısacası, diyeceğimi baştan söyleyeyim, “Örümcek-Adam Örümcek Evreninde” hakkında duyduğunuz abartılı övgülere inanmayın. Alt tarafı kötü adamlarla iyilerin savaştığı bir çizgi film bu. Öyle derin karakter analizleri filan yok haliyle. Hatta standart altı bir karakter tasvirinden söz etmek doğru olur. Üç yönetmenin imzasını taşıyan bir filmin, auteur filmi özellikleri taşıyacak hali yok. Ama kötü mü film? Hayır, özellikle bir yere kadar gayet iyi gidiyor. O yer, sanırım ekstra örümcek karakterlerin, yani örümcek-domuz, örümcek-robot, örümcek küçük Japon manga kız, örümcek kara film adamı falan gibi karakterlerin de filme dahil olduğu ve aksiyonun arttığı nokta oldu. Onlarla ilk karşılaşmanın hoşluğu gidince ve aksiyonda gaza basılınca ortaya gayet sıkıcı bir süper kahraman filmi çıkıyor. Bu söylediklerim, bir yetişkinseniz geçerli tabii. Aslında, eleştirmenlerin övgülerine bakarsak, yetişkinlik de gerekli değil filmin bütününe hayran olmak için.

Süper kahramanımız bu kez Siyah-Latin karışımı esmer tenli bir çocuk. Miles, daha iyi eğitim alsın diye polis babası ve hemşire annesi tarafından özel “tiki” bir okula gönderilmiş. Burada mutsuz olan Miles, “hakiki erkekliği”, sokak kültürünü amcası Aaron’dan öğreniyor. İşte, tam Miles, Aaron’un himayesinde duvara graffiti yaparken radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıyor. Yine o sıralarda Örümcek Adam da ölmez mi? Ama örümcek adamlar tükenmezmiş meğerse çünkü sonsuz sayıda paralel evren varmış. Kötü adam Kingpin, bir kazada ölen karısı ve oğlunu paralel bir evrenden getirmeye çalışırken, paralel evrendeki örümcek adamlardan birini getirir. Sonra ona başka örümcek karakterler de eklenir, daha önce de söylediğim gibi. Miles’la birlikte bu örümcek karakterler Kingpin’e karşı savaşırlar ve kendi evrenlerine dönmeye çalışırlar. Çünkü paralel bir evrendeki ömürleri sınırlıdır. Miles da bu mücadele sırasında örümcek adam olmanın tekniklerine vakıf olur.

Bu filmin gelmiş geçmiş en iyi örümcek adam olduğu iddiasına katiyen katılmıyorum. Tobey Maguire ve Kirsten Dunst’lu, Sam Raimi’nin Spider - Man’i (2002) bir defa çok daha iyiydi. Ayrıca orada gerçek bir kadın karakter vardı. Dunst’la Maguire’ın kimyaları da uyuşmuştu. O filmden aklımdan kalan görüntüler var Maguire’la yağmur altında ıslanmış Kirsten Dunst’un öpüştüğü sahne gibi; bundan olacağını sanmıyorum.

Filmin tekniği de bir ton övgü aldı. Filmde kristal berraklığında bir görüntü yok. Aksine piksellerin görünür kılındığı, çizgi roman, pop-art estetiğine uygun bir teknik var. Arada sıra konuşma baloncuğu diyebileceğimiz yazılar da çıkıyor ekrana. Fakat bu teknik 2 saatlik bir film için yorucu çünkü görüntüdeki bulanıklık bir süre sonra sıkıyor.

Filmin eleştirmenleri tavlayan, çağın kimlik politikalarına uygun bir yanı var elbette. Kahraman bu kez Beyaz değil, Latin-Siyah kırması. Bu bir devrim! Yani, yerseniz. Tabii bir ilerleme sayılabilir de, o kadar da değil. Ama yine başta dediğim gibi ne kötü adamlarının ne de iyilerinin bir derinliği, bir hikâyesi var bu çizgi filmde. Miles tiplemesi fena değil ama o da abartılacak bir şey değil. Kısacası bir yere kadar eğlendiren, sonra şişen bir film bu. Aksiyon sahnelerinde derhal esnemeye başladığım için belki de benim süper kahraman filmlerini yazmamam lazım geldiği sonucu da çıkabilir bu yazıdan.