Son 18 yıllık sürecin Türkçe’ye sosyolojik açıdan en anlamlı katkısı, her geçen gün daha da sık karşılaştığımız “atarlı giderli” ifadesi olsa gerek. İktidar sahipleri “Sen kimsin ya?!” ya da “Bunlar var ya bunlaaar!” gibi çirkin ve kavgacı kalıplarla ‘atarlı ergen’ psikolojisini gündelik hayatın her detayına yerleştirirken koskoca ülke ‘atar gider’ kültürünün kurbanı oldu. Trafikte, sokakta, alışverişte karşılaştığımız hiçbir hatasını kabul etmeyen ‘atarlı giderli’ insanlar bir yana, son 18 yılın romanlarından pop şarkılarına, TV programlarından dizilerine dek tüm kültürel alanlar atarlı giderli söylem ve karakterlerle doldu.

Bunun son örneklerinden birine Kuruluş Osman adlı dizide rastladım. Burada Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey öyle atarlı giderli bir genç adam ki, kendimi ekrana “Hele bi dur yeğenim, bir soluklan hele!” derken yakaladım. Kendini bir ‘Türk-İslam’ neferi olarak tanımlayan bu Osman sürekli kavga ediyor, adap-erkân bilmez bir şekilde davranıyor ve oba komşuları hakkında konuşurken bariz bir nefretle söylediği ’kefere’ lafını ağzından düşürmüyor.

Oysa tarih kitaplarının anlattığı Osman epey farklı. Örneğin Bostanzade Yahya’nın Duru Tarih (Tarih-i Sâf/Tuhfetü’l-Ahbâb) adlı 1870 tarihli kitabında Osman’ın dinle çok geç tanışmasına dair şöyle ilginç bir hikaye var: “Babasının sağlığında ve kendisi yiğitlik çağındayken bir kişinin evine konuk olur. Duvarda asılı kitabı sorar. Ev sahibinden ‘Yüce Allah’ın kelamıdır’ cevabını alınca, Kur’an-ı Kerim’ e saygısından, sabaha dek el bağlayıp ayakta durmuştur.” (Bostanzade Yahya, Duru Tarih, Haz: Necdet Sakaoğlu, Alfa Basım Yayın, 2015, S. 25)

Civardaki kefereyi kırıp geçirme meselesi daha da ilginç. Aşıkpaşazade’nin 1484 tarihli kitabı Osmanoğulları’nın Tarihi’nde şöyle mülayim bir Osman’la karşılaşırız: “Kardeşi Gündüz’ü çağırdı ve ‘Bu vilayetleri nasıl fethedeceğiz, nasıl davranmalıyız, orduyu ne şekilde toplamalıyız, sen ne dersin?’ dedi. Kardeşi de, ‘Civarımızdaki vilayetleri vurup bozalım.’ diye cevap verdi. Osman Gazi, ‘Bu bozuk bir düşüncedir. Etrafımızdaki yerleri yıkıp bozarsak, şehrimiz olan Karahisar güzelleşip gelişmez. İlk yapılacak iş komşularımızı idare ederek iyi geçinmek ve onlarla dost olmaktır.’ dedi. Nitekim Bilecik tekfuruyla sürekli dostlukta bulunurdu. Yaylaya gitseler, emanetlerini bile Bilecik hisarında bırakırlardı. Ne zaman gelseler tulumla peynirler, karınlara basılmış kaymakları katık olarak getirirler, iyi halılar ve kilimler gönderirlerdi. Fakat erkeklerle değil, hatun kişilerle gönderirlerdi. Onlar da Osman Gazi’ye çok çok güvenirlerdi” (Aşık Paşazade, Osmanoğullarının Tarihi, Haz: Kemal Yavuz-Yekta Saraç, Koç Kültür Yay., 2003, S. 63-64

Bir dizi karakterini tarihsel gerçeklik üzerinden yargılamak gibi bir niyetim yok, sadece kurmaca bir karakterin zaman içinde yaşadığı değişiklik ilgimi çekiyor. Bundan önceki en ünlü kurmaca Osman Bey, Tarık Buğra’nın aynı adlı romanından uyarlanan TRT dizisi Kuruluş: Osmancık’ta (Yön: Yücel Çakmaklı, 1987) Cihan Ünal’ın canlandırdığı karakterdi. O Osman Bey de fevriydi ama bugünkü Osman’ın ancak yarısı kadar kavgacıydı. Dahası, henüz karakteri oturmamış bir genç adamdı. Buğra/Çakmaklı yapımının ilk bölümünde, Ertuğrul Bey Şeyh Edebalı’ya gidip Osman’dan şöyle dert yakınır mesela: “Elim de, dilim de ona ermez olmuştur gayrı… Osmancık Kayı işleriyle ilgilenmez, Kayı’da yaşamaz olmuştur. ...Umut kestim şeyhim.” Değişime açık bir Osman bu, bugünkü gibi tanrısal bir Osman değil.

Osman Bey orada, Osmanlı tarihçilerinin yazdıklarında duruyor. Bu karakteri isteseniz de değiştiremezsiniz. Ama Türkiye’nin yaşadığı değişim Osman temsillerini işte böyle değiştiriyor. Tevazu’dan megalomaniye, Osmancık’tan Osman’a doğru… Bakalım bir sonraki Osman nasıl olacak…