Büyük hükümdar, bu büyüklükte bir imparatorluk yönetimini birkaç kişiye değil, bir tek kişiye bırakıyor: Vezir, iktidarı, erdemine, değerine değil, hükümdarın keyfine borçlu oluyor. Başka ülkelerde adalet ve aklın belli bir yeri vardır; burada tutkunun yön verdiği kişisel irade baş tacı ediliyor. Yargılamak için, hiç yazılı metinlere dayanmıyorlar, yargılarını yalnız şahitliği göz önüne alarak veriyorlar. İhbarcılık dili, gözlemcilik dilinden önce geliyor. (101)

1. İktidarın devredilişindeki belirsizlik durumu: Er geç imparatorluğu içten kemireceklerdir. Evet, bir Osmanlı “hanedanı”, siyasal gücü kimseyle paylaşmadan kullanan bir soy var; yalnız, hükümdarın oğullarından, baştaki sultanın yerini kimin alacağı hiçbir zaman kesin bilinmiyor. Her tahta çıkış baba ya da kardeş katliyle birlikte gidiyor, ordu ve sarayın içindeki hasım grupların şiddet gösterilerine yol açıyor. (60-61)

2. Koca bir sistemin yürümesi yasaya uyuma değil, hükümdarın şanını gözetmeye ve cezalandırılma korkusuna dayanıyor. Buradan doğan paradokslu durum şu: Sultan’ın görevlileri ona, yalnız otoritesini iyi kullandığı sürece hizmet etmeye yükümlüler. Peki, bu otorite kötü kullanıldığı zaman ne oluyor? (…) Sistem doğal aristokrasi –yani kan ve soylu karakter aristokrasisi- tanımadığı için, hükümdarın bozukluğunu dengeleyecek sosyal engellerden yoksun. Özellikle Sultan, üst görevli devlet adamlarından uzaklaşıp aşağılık kişilerin yanına sokulunca. İnsan donup kalıyor, diye yazar Erizzo 1557’de, Sultan’ın dairesinde ne tür insanlarla görüşüp konuştuğunu görünce; “oraya yalnız hadımlar, dilsizler, en aşağı türden yaratıklar, köleleri girip çıkıyor. Büyük devlet adamlarıysa hiç girmiyor, Sultan’la törenlerde, kalabalık yerlerde konuşabiliyorlar ancak.” (…) İnsanları tanımaktan el etek çekmiş, yalnız hadımlar, saray oğlanları ve kadınlarla, dünyada olup biteni ne tanır ne bilir olan, saraylara kapanmış, dış dünya ile bağları kopuk kişilerle görüştüğü için bu Osmanlı İmparatorlarını eleştiriyor. (61)

3. Devlet kararları için para veriliyor, makamlar satın alınıyor, siyasetin bir fiyatı var. Venedikliler ticaret sanatında ustadırlar. Almak, satmak, saymak ve ödemek: bunlar işleri. Yalnız, Pazar olan yerde. Siyaset ortamına para girer mi? evet, ama Türk mantığından ayrı bir mantık çerçevesinde. Devlet kararlarını yapan prensiplerdir. Seçim, terfi, bağımsız kalan bir siyasal mantık sonucudur: Yurttaşlık görevlerinde değerini gösteren kişi siyasal alanda kabul görür ve parasal karşılığını bulur. Yönetim ortamında bir üst görevli, yurdu hizmetinde bir yurttaş –hem çaba hem malını mülkünü harcamak durumundadır. Görev düzeyinde kalmak için harcar, onuruna bağlılığını göstermek için harcar: görevli gittiği zaman götürdüğü armağanlar, taşıdığı giysi, seçildiği zaman dağıttığı bağış, yapmakta olduğu mesenlik, bütün bu geniş elli tutumlar onun siyasal gücünün ölçüsüdür. Bu gösteriş karşılık beklemez. Yaptığı bağışlar potlaç düzeyine girerler. (…) Babı-ı Ali’de her şey tersi. Vekil, vali, yargıç ya da küçük rütbeli, hediye ve para kabul ediyor; görülecek bir iş ya da iş sözüyle para alınıyor. Kendinden küçükten alınıyor, kendinden büyüğe veriliyor. Hediye sosyal piramidin tepesine taşıyor. Otoritenin önemi alınan hediyelerin boyutu ile ölçülü. Sultanlar ve vezirler geniş ihsanlarda bulunuyor, evet. Zengin yaşıyorlar, camiler yaptırıyorlar, umum yararına kurumlar donatıyorlar. Ama pek çok da armağan bekliyorlar. Görevde yükselme ile verilen ücretin kuralları, en üst görevlere kimin geleceğini bilmeye elvermediği için Venedik temsilcileri değişik kişilerin yardımlarını hazırlamak zorundalar. Sosyal hiyerarşi soydan gelmeyince, kurumlardaki hiyerarşi belli olmayınca, “talih çarkı” her an adsız sansız birini yüceltebilir. Venediklilerin duyduğu çekilmez rahatsızlık burada: En üst düzeyde –şimdi ya da sonrası için- bir yarar elde etmek için, kendinden küçüğe armağanda bulunmak. Vermenin küçüklüğü, bunun adı çürümüşlük. (64-65)
“İstanbul’da herkese hatır gönül dağıtmak gerek. Kendilerini kişiden sayan, Osmanlı donanmasında kullanılmak üzere Girit ve öbür adalardan toplanmış meyhane türedilerine bile. Çünkü Sultan’ın keyfince dönen talih çarkının kimi indirip kimi yükselteceği belli değil.” (Erizzo, 1557) (Venedik ve Bab-ı Ali, Despot’un Doğuşu, Lucette Valensi, Bağlam, 1994)