“Sorum, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nü, Osmanlı mirası üzerinden araçsallaştırmak isteyenlere: Cumhuriyetin kurucuları, Osmanlı’nın siyasal ve anayasal kurumsal mirasını korudu; hatta onu daha ileriye taşıdı. Bunların başında Parlamento ve Hükûmet gelmekte; buna Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tipik örnektir. Ne var ki, 2017’de OHAL ortam ve koşullarında Anayasa’yı değiştirenler, başta parlamenter rejim olmak üzere Hükûmeti ortadan kaldırdı. Soru: Parlamenter rejimi ve Hükûmetini, bunları işler hâle getirerek yeniden yürürlüğe koymak isteyenler mi, yoksa Meclis hükûmetinden hükümetsiz Meclise geçerek Osmanlı- Cumhuriyet anayasal ve siyasal kurumlarını lağvedenler mi Osmanlı mirasını sahipleniyor?” (TBMM, Dönem: 27 Yasama Yılı: 3 Tarih: 12.11.2019 Birleşim: 16 Ham Tutanak Sayfası:328).

Bir dakikalık bu konuşmam, CB Erdoğan’ın 10 Kasım günü, “Atatürk’ü Anma” töreninde yaptığı açıklamalar üzerine.

Türk tarihini binlerce yıllık devamlılığı içinde kavramak yerine hala bir asra sıkıştırmaya çalışan ideolojik bir zihniyetle karşı karşıya olunduğunu belirten Erdoğan’a göre; “Cumhuriyeti yüceltmek için tüm tarihimizi yok saymaya kalkanlar bize göre kendi geçmişlerinden utananlardır. Gazi Mustafa Kemal’in hizmetlerini anlatmak için ondan önceki tarihimize kin kusanlar da aynı şekilde Atatürk maskesi takarak bu millete olan husumetlerini gizlemeye çalışıyorlar…”

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, “çok uluslu ve çok hukuklu teokratik devlet yapısı yerine, tek hukuklu ve laik bir ulus-devletin kuruluş” sürecidir.
Önceki kazanımları yadsıyarak değil, yeni devlet olarak Cumhuriyet tasarımına uygun olanların korunduğu bir süreç. Kurumlar ve kurallar, eğitim sistemi ve toplumsal yapıdan ayrı olarak düşünülemez.

Kurumlar düzleminde; yasama-yürütme ve yargı şeklindeki erkler ayrılığı ileriye taşındı.

Cumhurbaşkanı dışında, Meclis ve Hükümet, Osmanlı mirası. Meclis önünde sorumlu vekiller heyeti öngören 2. Meşrutiyet’in parlamenter rejimi yerine 1921 Anayasası, “TBMM Hükümeti” öngördü.

Parlamenter rejim yönündeki evrim, 1961 Anayasası ile erkler ayrılığı çerçevesinde tamamlandı. 1982’de yürütme ve Cumhurbaşkanı konumu bakımından sapmalar olsa da, Osmanlı-Cumhuriyet geleneği değişmedi.
Kurallar da, egemenlik kaynağı dışında, kurumsal yapının gereklerini izledi.
Dinsel eğitim yanı sıra laik eğitimi de başlatan Tanzimat ve Meşrutiyet ardından Cumhuriyet laiklik tercihini yaptı. Haliyle hukuk da, dünyevilik ekseninde şekillendi ve kadın-erkek eşitliği yönünde kayda değer adımlar atıldı.

2017’DE NE YAPILDI?

1 Ekim günü TBMM’yi açış konuşmasında; “Ben yürütmeyim; devletin başı olarak da, yasama-yürütme ve yargının şemsiyesi konumundayım” diyen Erdoğan, 2017 Anayasa değişikliğini de kişisel proje olarak sunmuştu.

Oysa Osmanlı mirası, bunun tam tersini gösteriyor: Sadrazamlık, Tanzimat’tan önce de vardı. Tanzimat, modern yasa anlayışı ile tanışmayı; Kanun-i Esasi ise, anayasa kavramı ile tanışmayı, o ölçüde de, Devlet yönetiminin kurumlar ve kurallar eliyle yürütülmesini ifade eder.

Özetle, kurumlar ve kurallar öne çıktıkça Padişah, daha dengeli ve ikincil konuma geçiyor.

2017’den bu yana tanık olduğumuz yönetimin yönü ise, bunun tam tersine: 1 Ekim konuşması, parti genel başkanlığı olgusu ile değerlendirildiğinde; “kişi-parti-devlet birleşmesi” itiraf edilmiş olmuyor mu?

Osmanlı mirasına ihanet edenler, Cumhuriyeti parantez altına almaya çalışanlar; Cumhuriyeti, demokratik hukuk devleti yönünde sürdürmek isteyenler ise, Osmanlı mirasını da sahiplenenler değil mi?

Bir yanda, “tek kişi”den oluşanın yürütmenin, yasama ve yargıyı kendi güdümüne almasının da ötesinde, ülkenin bütün doğal-tarihsel ve kültürel mirasının yönetimi ile mali kaynaklarını tek elde toplama iradesi; öte yanda, anayasal denge ve denetim düzeneğine dayalı demokratik hukuk devletini savunma iradesi. Hangisi yurtseverlik?