Ossie; kardeşim…

Onu 1981 senesinde tanımıştım…

Londra’da, Westminster Üniversitesine yeni başladığım, şimdi hayli eskide kalmış zamanlardı. İkimiz de futbola meraklıydık, haliyle kaynaşmamız fazla zaman almamıştı. Birkaç kelimeyle anlat deseler; alçakgönüllü, konuşkan, neşeli, şakacı, dost canlısı derdim, elbette futbolu unutmadan. Hep gülerdi, yemek ve futbol dedin mi akan sular dururdu, futbola çok hâkimdi, ne yalan söyleyeyim o dönemde çok şey öğrendim ondan Ada futboluna dair. Topçuları, takımları yeni yetmeleri bilirdi. Aylardan eylüldü, güz zamanları, futbol sezonu henüz başlamıştı. “Bu hafta sonu maça gidelim mi?” diye sormuştu.

“Kimin maçı var?” diye sorduğum zaman, “Cumartesi Arsenal Higbury’de Liverpool ile oynuyor, iyi maç olur” demişti…

O yıllarda futbol şimdiki gibi zengin eğlencesi değildi, Premier Lig de yoktu zaten. Ne Sanchez, ne Özil, ne de diğerleri. Bugünün yıldızlarının çoğu henüz dünyaya gelmemişti. Chelsea ligin asansör takımıydı, Roman Abramovich adını kimseler bilmezdi. Futbol denilince akla gelen ilk takım Liverpool olurdu. Manchester United’in esamesi bile okunmazdı. Alex Ferguson’un henüz yıldızı parlamamıştı. Arsenal’in başında Arsene Wenger değil, Terry Neil adında bir İngiliz hoca vardı, 1983 senesinde kovuldu, zamanla unutuldu. Arsenal’in en son kazandığı kupa 1979 sezonundaki Kral Kupasıydı.

O yıllarda ne kombinemiz vardı ne de biletimiz…

Saat üçte başlayacaktı maç, zaten bütün maçlar cumartesi öğleden sonra aynı saatte oynanırdı. “Pazartesi akşamı maç var” deseler kimseler inanmazdı, zira futbol mutlaka cumartesi gününe denk düşerdi…

Arsenal metrosunun önünde buluşmuştuk. Gillespie Road’dan yavaş adımlarla, bizimle beraber stada doğru akan formalı, atkılı taraftarların arasından yürümüştük. Açık olan bilet gişelerinin önünde kısa bir kuyruk vardı ama çabuk gelmişti sıramız. Maçın başlamasına az kala 2,5 Sterlin ödeyerek biletimizi almış, “East Stand” adı verilen maraton tribününde konuşlanmıştık. Kale arkasında, “North Bank” tribününde yerlerini almıştı Arsenal taraftarları. Üstelik herkes ayaktaydı. Liverpool taraftarına diğer kale arkası tribünü “Clock End” ayrılmıştı. Alan Sunderland, Sammy Nelson, Pat Rice, Graham Rix, David O’Leary, Frank Stapleton Arsenal’ın yıldızlarıydı. Kalede de efsane kaleci Pat Jennings. Liverpool’un kalesini ise Ray Clemence koruyordu.

O maç onun sayesinde Ada futboluyla tanışmama vesile oldu. Artık her hafta maça gider olmuştuk, velhasıl Arsenal iki mürit daha kazanmıştı. 80’li yılların ortalarında aramıza ODTÜ’den yeni mezun olmuş, iş hayatına Londra’da atılan çocukluk arkadaşım Faik de katıldı. O benden daha sıkı Arsenalliydi, haliyle üçümüz gitmeye başladık maçlara. Zamanla gişe önünde kuyruğa girme alışkanlığı, yerini sezonluk bilete bıraktı. İlk sezonluk biletimiz 200 Sterlin civarındaydı. Her Highbury maçında, öğlene doğru stada yakın bir yerlerde buluşur, aynı tribünde yerimizi alır, aynı aşina yüzlerle sohbet ederdik. Maç günleri beraber yürürdük şimdilerde tarih olmuş Highbury’nin yollarında, takımda ışık varsa deplasman yolları bizi beklerdi. Dennis Bergkamp’i izlemek birkaç saatlik yolculuğa değerdi. Thierry Henry’nin çaylak zamanlarında dalga geçmiştik, “Bu adamın şutları bir gün kale arkasındaki tarihi saati kıracak!” derdik…

2006 senesinin Mayıs’ında, o unutulmaz Şampiyonlar Ligi finali akşamında Stade de France’da yerimizi almıştık. Arsenal’in Barça’ya 2-1 yenildiği maçtan sonra Londra’ya dönerken canı sıkkındı, yine kazanamamıştı takımı…

O maç muhtemel hayatında dönüm noktası olmuştu, evlenip çoluğa çocuğa karışmış, maçlara gelmez olmuştu. İstemediğinden değil, önceliklerinin değiştiğini söylerdi. Zaten Arsenal de düşüşe geçmişti. Sonra o illet hastalığa yakalandı. Yürümesi zorlaşmıştı, iyi göremiyordu. Geçen sezon, onca zamandan sonra Arsenal maçına gittiğimizde Highbury’i çok özlediğini söylemişti…

•••

Kasvetli, yağmurlu, karanlık bir Londra akşamında, takvim yaprakları 14 Ocak 2018’i gösterirken 54 yaşında aramızdan ayıldı Ossie, bu diyarlardaki en eski arkadaşım, can dostum. Şeker hastalığının amansız pençesinde çok çekmişti, önce bacağını kesti doktorlar, “Kesilmezse yaşamazsın!” demişlerdi. Sonra böbrekleri iflas etti, böbrekleri ve gözleri vururmuş bu illet, öyle dedi doktorlar. Zaten nicedir feri sönmüştü gözlerinin, yorgun vücudu dayanamadı onca eziyete, her şeyin anlamını yitirdiği bir zamanda aramızdan ayrılıp giden niceleri gibi o da sessiz sedasız gitti…

Arsenal, Bournemouth deplasmanındaydı o gün, eskiden olsa deplasman yolculuğundan dönerken yine dönüş yollarında bir yerlerde durup yemekte maçın analizini yapardık. Ama nicedir beraber maç izleyememiştik, ben ona izlediğim maçları anlatırdım, “Keşke görebilsem, keşke seninle olabilsem!” derdi. Onun aramızdan ayrıldığı gün, o yılların efsanesi Cyrille Regis de göçüp gitti bu dünyadan, severdi Regis’i, “Keşke Arsenal’de forma giyse!” derdi…

Huzur içinde yat Ossie kardeşim! Futbol vesile olurmuş en sıkı dostluklara, sayende öğrendim…