“Kimileri de yüklenemeyecekleri ya da sürdüremeyecekleri masalları yaşamaya kalkışır” der Murathan Mungan o enfes yazılarının birinde…

Türk futbolunu edebiyat literatüründe anlatan en güzel cümledir sanırım. Fenerbahçe-Vardar maçını izlerken sorsalar mesela; “Maçı özetle” deseler…

Sanırım sadece şu cümle yeter: “Kimileri de yüklenemeyecekleri ya da sürdüremeyecekleri masalları yaşamaya kalkışır.”

•••

Daha önce de yazmıştım, işte o masallardan biridir ‘Üç Büyükler’ masalı…

Kendimi bildim bileli, yurduma özel, tüm gazeteler, televizyon kanalları ve sözde tarafsız spor programlarında ballandıra ballandıra anlatılır ülke taraftarına. Ne kadar çok anlatırsan, ne kadar çok dillendirirsen o kadar inanır futbolseverler gerçekliğine. İnandığın tüm Türk masalları gibi buna da inanırsın. Ne demişti Joseph Goebells? “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”

Aslında bu masal Türk’ün Türk’e propagandasıdır ve hükmü yalnızca bayrağımızın dalgalandığı topraklar üzerinde sürer, yalnızca o topraklar üzerinde yaşayanlar inanır bu masalın gerçekliğine…

Zira onca fakirliğin, onca kabullenmişliğin, onca ezilmişliğin, onca küçük olmayı hepten kabul etmişlerin arasında kolay hale gelmiştir ‘büyük’ olmak…

Zaten, arkalarındaki medya desteği, reyting kavgası, her sene transferlerde har vurup harman savurdukları milyonlarca avro ve sözüm ona tarafsız spor programlarında her daim boy gösteren portreleri yeter de artar ‘büyük’ masalını devam ettirmelerine…

Kendi vasat liginde genelde iyi de oynasalar kazanırlar, kötü de…

Ve yenseler de yenilseler de medya hep onları yazar, rekabetsizliğin laneti olduğunu unutarak, diğerlerini yok sayarak…

•••

Genelde işler hep tıkırında gider büyük masalının kahramanları adına mutlu mesut oynarlar kendilerine biçilmiş büyük rolünü…

Ancak işin başka bir boyutu vardır her hikâyede olduğu gibi…

Küçüklerin içinde ‘büyük’ olmak kolaydır ama Edirne’den öteye her an mümkündür belalı bir gecenin ansızın gelivermesi…

Tıpkı yaşanan Vardar SK hezimeti, ya da diğer büyük Galatasaray’ın temmuz ayında, henüz 2. eleme turunda yaşadığı Östersunds faciası gibi. Yoklayın hafızanızı isterseniz, adını bile telaffuz edemediğiniz niceleri karşısında havlu attıklarımızı düşünün: Malmö, Sigma, Cannes, Rosenborg, Valerenga, Hapoel Haifa, Anorthosis, Tromsö, Metalist, Young Boys, Videoton bir çırpıda akla gelenler…

Velhasıl Edirne’den öteye kimseler dinlemez ‘Made in Turkey’ patentli ülke masalını. Bir yaz akşamında mesela, artık çok alıştığımız tekinsiz bir Avrupa gecesinde FIFA sıralamasında 266. sıradaki takım iki maçta da yener geçer bizim büyüğü. Toplam değeri 11 milyon avro olan, Avrupa futbolunda esamesi bile okunmayan bir takımdan bahsediyorum. Senin takımında milyonlar saçtığın Van Persie, Soldado, karşı takımın en değerli oyuncusu 1 milyon avro değerinde!

Velhasıl alay konusu oluruz eloğlunun topraklarında…

“Her hafta sizinle oynayabilir miyiz?” tezahüratı yankılanır rakip tribünlerde…

Müthiş yalan ortaya çıkmıştır ama biz görmezden geliriz böyle tekinsiz geceleri…

Ahlar ve vahlar, ‘sensizlik’ nidaları ile geçer ertesi saatler…

Ama önemi yoktur bizler için alay konusu olmanın; nasılsa birkaç gün sonra kendi çöplüğümüzde ötecektir borumuz…

Onca fakirliğin, onca kabullenmişliğin, onca ezilmişliğin, onca küçük olmayı hepten kabul etmişlerin arasında, rekabetsizliğin futbolun laneti olduğu topraklarda yine ‘büyük’ oluruz nasılsa…

Nasılsa ‘Büyükler’ masalına alışmıştır bizim kulüp sevdalısı…

Ve bir dahaki tekinsiz geceye kadar yaşarız masalımızı…

Ne Östersunds, ne Vardar SK hezimeti ders olur bize…

Unutmak ve her yaz unuttuğumuzu yeniden yaşamak arasında, yazık bir nakarat tadında geçer futbol zamanları...

Velhasıl yaz geçer…

Siz unutmaya şartlanmış olsanız da tüm acısıyla geçer kaybedenler kulübünde…

Dipnot: Bu yazının bir benzerini 2004 senesinde BirGün’de yazmaya başladığım zamanlarda yazmıştım.

Görünen o ki hiçbir şey değişmemiş ülke futbolunda…