Öte gezegenlerde yaşam arayışı

Deniz Poyraz

Biz dünyalılar açısından bakıldığında yeryüzünde hayat olduğu aşikâr. 4,5 milyar yıl biz fanilere inanılmaz fazla gelse de Yerküremiz galaktik açıdan oldukça genç aslında. Çünkü yerküre benzeri en eski gezegenler Dünya’nın neredeyse iki katı yaşındalar ve ortalama yaş, yüksek olasılıkla 6 milyar yıl. Böyle avantajlı başlayınca da galaksimiz, süper-gelişmiş uzaylılarla dolup taşıyor olabilir. Yerküre’nin ötesinde bir yaşam olup olmadığı sorusu disiplinlerarasıdır ve bilim insanları kadar felsefecilerin, ilahiyatçıların, senaryo yazarlarının ve gazetecilerin de dikkatini cezbeder.

Geçen aylarda Say Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan Astrobiyoloji adlı çalışma, dünya dışı yaşam arayışlarının bilimsel boyutlarına dikkat çekiyor. “Evrende Yaşam Arayışı” alt başlığıyla dilimize çevrilen kitap, bağımsız bir yazar ve bilim danışmanı olan; aynı zamanda doğa bilimlerinden askeri teknolojilere, İngiliz tarihinden paranormal konulara dek geniş bir yelpazede yazıları bulunan Andrew May’in oldukça ilginç bir çalışması.

“Biyo-göstergeler”, bu kitaptaki en önemli kelimelerden biri. Şayet, Astrobiyolojiye göre Yerküre dışında bir yerlerde yaşam arayacaksak, yaşayan organizmaların atıklarına bakmamız gerekecek. Bilindiği üzere canlılar, atık olarak kendilerini belli eden birtakım kimyasallar üretiyor. Yaşam görüngesinin en üst noktasında biyogöstergeler, “tekno-göstergelerle”, yani teknolojik olarak gelişmiş bir uygarlığın saptanabilir belirtileriyle birleşiyor. Kitap ilerledikçe göreceğimiz üzere, burada çok sayıda olasılık var ancak belki de en belirgin ve yapay olup da bizim için kabul edilebilir olanı planlı bir tür yıldızlararası iletişim.

Tanımlamalar önemli, çünkü içine doğduğumuz bu güzel ve mavi gezegenimizdeki hayatın varlığı da evvela bir tanımlama meselesi. Bir bilim insanına göre “yaşam”, yaşayan her türden canlıyı -sadece yüksek güçlü bir mikroskopla görülebilse dahi- kapsamalı. Bu tanıma göre Yerküre, tarihinin yüzde doksanlık kısmında hayata ev sahipliği yapageliyor.

Öte yandan, bilimkurgu filmleriyle ve UFO görüntüleriyle dolu gezegenlerle yetişenlerin, “yaşamı” teknolojik olarak kavranan bir medeniyetle denk tutmaları daha mümkün ve bu durumda yüzde doksanlık oran birdenbire yüzde 0,000002’ye düşüş yapıyor. Oysa Yerküre benzeri başka gezegenlerde hayat arayacaksak, başta sözünü ettiğimiz gerçekliğin farkına varmamız gerekiyor.

Hemen herkes galaksinin devasalığının -hem inanılmaz derecede ileri olan yaşı hem de içinde sayısız yıldız bulunması anlamındafarkında. Bu durumda her yerde dünya dışı varlıklar olmalı gibi geliyor insana. Yazar Andrew May’in de bahsettiği üzere, Fermi bu sorunu basit bir soruyla dile getiriyor: “Peki ya herkes nerede?” Bu soru, literatürde Fermi Paradoksu olarak geçiyor. Uzayın uzaylılarla dolu olması gerektiği fikri ve yine de onlara dair hiçbir kanıt göremiyor olmamız…

Peki, uzaylıların varlığına dair en ufak bir gözlemsel kanıt olmadığı gerçekten doğru mu? Uzaydaki tüm tuhaflıklar bir bilim insanı için dünyevi ve inandırıcı biçimde açıklanabilir. Oysa UFO’lara inananlar için alternatif açıklamaların varlığı yetersizdir. Bir insan, bir teoriye fena halde inanmak istiyorsa, her yerde ona dair kanıtları görecektir.

“Gelişme ümidi taşıyan astrobiyoloji, uygulanabilirliğe -araçlar inşa etmeye, gözlemler yapmaya, dataları yorumlamayaodaklanmalı; felsefecilerin ve bilimkurgu yazarlarının yaptığı gibi sadece oturup konu hakkında düşünmeye değil” diyor May. Kurgulamakta bir sorun yok elbette; ancak bu kurgu, gözlemle test edilebilen sonuçlarla ortaya çıkıyorsa gerçek bilime dönüşebilir. Andrew May imzalı Astrobiyoloji adlı eser, dünya dışı yaşam arayışlarına yönelen bu yeni ve ilginç bilimi tüm hatlarıyla tanıtıyor. Alana ilgi duyan veya bu yeni bilimle tanışmak isteyen herkes için güzel bir başlangıç kitabı. İyi okumalar.