Beşinci kitabıyla okuyucularıyla buluşan Hıdır Murat Doğan “Savaşlar hâlâ sürüyorsa, insanlar dilsel veya dinsel kimlikleri, renkleri, cinsiyetleri yüzünden ötekileştiriliyorsa, yurtlarından sürülüyor, denizlerde boğuluyorsa onların çığlığı biz olacağız” diyor.

Ötekilerin çığlığı biz olacağız

HATİCE TOSUN

Kütürt, Soğuk Masal, Biraz Ormanda Saklanacağım (2020, Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü Ödülü) ve Çayko’nun Turuncu Otobüsü kitapları ile tanıdığımız Hıdır Murat Doğan’ın beşinci kitabı Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok Red Kitap aracılığıyla bizlerle buluştu.

Beşinci öykü kitabınla bizlerlesin. Yolunun uzun, okurunun bol olmasını dilerim. Senin öykülerinin az çok hangi şahitliklerin ürünü olduğunu biliyoruz. Biri ödül almış dört kitaptan sonra, yeni öykülerin birikimi, bir araya gelişi nasıl oldu?
Kurguya dayalı öykülerin de yaşanmışlıklara göre tasvir edildiğini düşünüyorum. Kendini anlatmak biraz daha kolaydı aslında. ‘Biraz Ormanda Saklanacağım’ daha çok bendi. O dosyanın ödül almış olmasının daha çok sorumluluk ve kaygı yüklediğini söyleyebilirim. Hem öncekinden nitelikli bir eser ortaya çıkarma çabası hem de beğenilmişi tekrarlama korkusu sizinle çarpışıyor. Bu öyküleri belleğimden süzmek oldukça zorlayıcıydı. Kurgu öyküler yazarak kendimi tekrarlamayı engellemek ve bunları edebi anlamda geliştirmek gibi sorumluluklarımı yerine getirdiğimi düşünüyorum.

Taslaklardan asıl metinlere; metinlerden derli toplu bir dosyaya evrilmek yazar için zor, uzun ve yorucu bir süreç. Dönüp yeniden bakmak, düzeltmeler yapmak ve hatta bazılarını elemek zorunda kalmak yazarlığına nasıl bir katkıda bulundu?
Okudukça ufkunuz da yazınsal niteliğiniz de artıyor. Daha seçkin davranıyorsunuz. Her satır, her sözcük boşa gitmesin istiyorsunuz. Bunu bıkmadan usanmadan yinelemeniz gerekiyor. Ben yazdıklarımın daha duru, basit bir dile; anlatımlarımın daha sağlam bir altyapıya doğru evrildiğini gördüm.

Sanırım birçok yazar adayının merak ettiği soru: “Artık süreci tamamladım, dosyam hazır” denilen yerin neresi olduğudur. Böyle bir ‘son nokta’ var mı hazırlık sürecinde? Var ise hissettiriyor mu kendini?
Yeniden bakma süreci her yeni üretiminizde daha uzun, daha zorlayıcı oluyor. Kitap baskıya gittiğinde bile ‘Acaba?’ sorusu zihinde kalıyor. Her zaman iyisi varmış gibi geliyor. En azından ‘şimdilik oldu’ noktası var elbette. Yazdıklarınız her zaman gelişmeye devam edecektir. Ona doğru yürümek gerek.

‘Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok’u oluşturan öykülere geçersek; elbette her okur için farklı bir yorum ortaya çıkacaktır ancak senin merkeze aldığın belli bir tema var mıydı?
Bence kendimi tekrarladığım bir şey var. Haksızlığa uğramışlık hissini anlatma çabası. Öykülerin temelinde bu his yatıyor. Karşımızdaki haksız düzen ister istemez yazdıklarımızı da etkiliyor. Benim için yazma süreci böyle ilerliyor.

‘Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok’un öykü evrenine giriş yaptığımızda ilk öyküden itibaren; dilin, karakter seçimlerin, kurgu anlayışın, beslendiği kaynaklar ortaya çıkıyor. Öykü dilini nasıl geliştirdin? Önceki kitap deneyimlerin dil becerisi olarak sana neler kazandırdı?
Yeni bir dil öğrenmek gibi bir süreç bu. O dil zenginliğinin içinde yaşamak ve bu biçimde pratik yapmak gibi bir şey. Daha iyisini yapabileceğimizi gördükçe deniyor, denedikçe daha iyisini yapabiliyoruz. Döngü bu biçimde işliyor. Karakterlere derinlik katarak gerçekçiliği, gelişmiş kurguyla yaratıcılığı daha iyi noktalara taşıyoruz. Beslendiğimiz kaynaklar da o zenginlik içerisinde daha seçkin konular haline dönüşüyor. Şiirsel bir alt yapıdan faydalanmayı seviyorum. Olay örgüsüyle öyküye okuyucuyu davet etmek gibi bir isteğim var. Bu devinimsel yazın sürecinde onlar da seçkin bir hal alıyor.

Öykü karakterlerin oldukça sahici. Kurgu içerisine girdiğimizde bize bir yerlerden tanıdık gelen yüzlere dönüşüyorlar. Bu özeni öykülerinin geneli için koruduğun da anlaşılıyor. Peki, öykü karakterlerini seçme ya da yaratma sürecin nasıl şekilleniyor?
Yeraltı edebiyatının gerçekçiliğine sığındığımı kabul etmem gerekiyor. Hiçbir akımı yüceltmek veya yermek gibi bir amacım yok ancak gündelik yaşama yakınlığıyla gerçekçiliği sağlamaya çalıştığımı, derinlikleri tanık olduğum dünyaya göre yarattığımı söyleyebilirim. Yani karakterlerim de şahitliklerin ürünü.

Kurguların da yarattığın karakterler gibi sahici ve akıcı. Ancak bunun yanı sıra öykü finallerinde okuru bir dört yol ağzında bırakıp sona kendi seçtikleri yoldan ulaşmalarını da istiyorsun. Bir öyküyü kurgularken izlediğin yol nedir?
Öykünün tanımı olan ‘gerçek veya gerçeğe yakınlık’ edebiyatın tanımı olan ‘estetik ifade’ kavramlarının yanında kaygılarımdan biri de’“okuyucuyla birlikte yürümek’ Öykümdeki yola okuyucumla çıkmak istiyorum.

Göçmenlik, farklı coğrafyalar, diller, dinler, öteki olma, ülkenin, dünyanın yakın tarihine yaslanan anılar ve tüm bunların bugünümüzün sorunları ile harmanlanışı. Öykülerine konu ettiğin bu gerçekler ile ilişkin nasıldır?
Bir anlatıcının paralel yükümlülükleri vardır. İnsanlığa karşı sorumluluğumuz bu. ‘Ötekilik’ tüm bu başlıkların toplamı. Bu konulara karşı net bir sahiplenme tavrına sahibim. Yaşam paraya, güce, çoğunluğun düşüncesine doğru eğilen bir ağaç gibi. Eğilirseniz başkasının gölgesinde kalırsınız aslında. Kötü zamanlardan geçiyoruz. ‘Bir orman gibi kardeşçesine’ olmuyor bunlar. Evrim sadece fiziksel değişimi değil, aynı zamanda zihinsel değişimi de anlatır. Savaşlar hâlâ sürüyorsa, insanlar dilsel veya dinsel kimlikleri, renkleri, cinsiyetleri yüzünden ötekileştiriliyorsa, yurtlarından sürülüyor, denizlerde boğuluyorsa onların çığlığı biz olacağız.

Kitabın son öyküsü olan ‘Defolup Gitmeyi Bekleyenler İçin Son Çağrı’yı kitabın manifestosu olarak okuyabilir miyiz?
Kesinlikle. Defolup gitmek için 19 ayrı neden yazdım çünkü.