Görünen o ki dünyaya dair gelişen ne varsa, ötekileri kapsamakta yetersiz kalıyor. Çünkü dünya hiçbir zaman sessiz sakin bir yer olmadı. Dünya hep erk sahiplerinin borazanlarının ve onu gür alkışlarla tek bir tondan, tek bir sesten destekleyenlerin yeri oldu. Kimse ötekilerin sesini duymak istemedi. Aksine ötekiler ne kadar kalabalıksa sesleri o kadar boğuldu, o kadar sıkışıp kaldı çağın koridorlarında.

Ötekini duymak!

Nesli Zağlı

İnsanın, kendini bir çembere alıp merkezine de kendini yerleştirmeye ihtiyaç duyduğundan beri çemberin dışında kalan herkesi ötekileştirilebilmesi kaçınılmaz. Kendi dilim, dinim, ırkım, cinsiyetim, cinsel yönelimim derken farklı olan, benden olmayan, dolayısıyla tahmin edemediğim ve öngöremediğim herkes birer öteki oluyor. Ayrımcılığa zemin hazırlayan bu ötekileştirme, evrimsel bir süreç ve arkaik bir korkunun veya bir tehdit algısının eseri midir? Bu bakış fazlaca iyimser olur. Ayrımcılık, doğal bir iyiliği muhafaza etme telaşı değil, sistematik bir kötülüktür. Bireysel mekanizmalardan çok ayrımcılıktan nemalanan üst sistemlerin hegemonyasından beslenir. Haftalardır ABD’de devam eden ırkçılık karşıtı protestoların püskürtülme çabasından da anlayabileceğimiz gibi erk sahiplerinin ötekileri korumaya hiç niyeti olmadığı gibi ötekini yok eden adına utanan ve diz çökenlere de tahammülü yoktur. Çünkü sistem ötekinden beslenir. Yüzde 99’un haykırışına karşı yüzde 1’den taraf olur. Dışarıdan izlerken hâlâ “siyah hayatların” ölümle karartılmasına şahit olmaktan büyük utanç duyuyoruz.

21. yüzyılın ileri medeniyet seviyesinde siyahlıktan ve beyazlıktan bahsediyor olmak utanç verici. Halbuki siyahlar ve beyazlar bugün o protestolarda hep birlikte gerçek ötekiyi işaret ediyorlar. Yaratılan yoksulluğa, eşitsizliğe karşı birlikte ses çıkarıyorlar.

Görünen o ki dünyaya dair gelişen ne varsa, ötekileri kapsamakta yetersiz kalıyor. Çünkü dünya hiçbir zaman sessiz sakin bir yer olmadı. Dünya hep erk sahiplerinin borazanlarının ve onu gür alkışlarla tek bir tondan, tek bir sesten destekleyenlerin yeri oldu. Kimse ötekilerin sesini duymak istemedi. Aksine ötekiler ne kadar kalabalıksa sesleri o kadar boğuldu, o kadar sıkışıp kaldı çağın koridorlarında. Biz ise hep çok renkli, çok sesli hayal etmiştik bu dünyayı.

#erkekyerinibilsin

Geçtiğimiz hafta sosyal medya üzerinden #erkekyerinibilsin başlığıyla yapılan binlerce paylaşım, cinsiyet ayrımcılığına karşı nasıl bir ses verebileceğimizin bir örneği gibiydi. Ayrımcılığa karşı tepkilerin hep böyle net, güvenli ve bir şölen havasında, ödünsüz olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü çok ödün verdik, çok kadın ve çok hayat kaybettik. Bu ülkenin erkekleri çemberin içinde kadın seviyor. Boyun eğen, sessiz ve sakin kadın. “Benim bedenim, benim kararım” diyen kadın istemiyor, eşitlikçi bir düzene inanan kadın istemiyor, "Benim de sesim var, şiirim, odam, sokaklarım var” diyen kadın istemiyor. Bu şekilde bakıldığında bu ülkede en temel ayrımcılık ekseninin eril bir cinsiyetçilik olması kaçınılmaz. Ama diğer ayrımcılık türleri de aceleyle cinsiyetçiliği takip ediyor; din, dil, ırk, sınıf, ideoloji, cinsel yönelim. Biz bunları sosyal psikoloji kitaplarından değil, bizzat tarihimize sinmiş cinayetlerden ve katliamlardan biliyoruz. Sosyal medyada iki elin parmaklarını geçmeyecek birkaç kişi bizi erkek-kadın yer değiştirmesi sonrası aynı şeyi Kürtler ve LGBTİ+ bireyler için yapmaya davet etti. Ama ne mümkün! Keşke yapılsaydı, bu ülkede zulme ve uğramış herkes için günlerce bu yer değiştirmeler paylaşılsaydı. Bu mümkün olmadı. Erkeklik ve kadınlık üzerine olan paylaşım, bir nebze daha hafif, daha romantik bir konu gibi geldi. Ama Alevi’si, Ermeni’si, Rum’u, transı, komünisti, işçisi dediğimiz anda, bu ülke iktidarlarının “hassasiyetleri” devreye girdi ve bu hassasiyetler tekme attırdı, yaktı, yıktı, vurdu, patlattı ve katletti. Bu nedenle bu ülkede sadece insan olanın hassasiyetleri hiç gözetilmedi. Hâlâ dehşete düşerek belirteyim ki bu ülkenin ayrımcılık ve ötekileştirme tarihinin altında kan, ter, irin ve gözyaşı var.

Giderek muhafazakârlaşıyoruz

Biz bu coğrafyada ötekiyle ilişkiyi böyle deneyimledik. Ötekileştirdiklerimizin sesine, soluğuna aşina değiliz. Biz onların dillerine, adetlerine, türkülerine tahammül edemiyoruz. Hep bizim sesimiz yankılansın istiyoruz. Bu ilkel duruş anneyi babayla dahi paylaşamayan ödipal algıdan çok farklı değil. Irkçılık da dahil her türlü ayrımcılığı besleyen işte bu benmerkezciliktir. Çemberin içine kimseyi alamama korkusu ve hiddetidir. Özellikle “hiddet” diyorum çünkü ötekinin belirsizlik algısındaki korku, dönüp dolaşıp bir hiddete dönüşecektir. Yakıcı ve yıkıcı olacaktır. Zaten tam da böyle oluyor. Çağ ilerledikçe farklılıkları daha çok tolere edebileceğimize iyice muhafazakârlaşıyoruz. Dünyada “neonazi” diye bir kavramın akıllara durgunluk veren varlığı bitmeyen bir kâbusun içinde yaşadığımız hissini vermiyor mu? O kâbus ki elimizi kolumuzu paralelize eder ve sesimiz bir türlü çıkmaz. Biz bu karabasanlara maalesef çok alışkınız. Ama unutmamak gerekir ki karabasan sadece rüya görenlerin başına gelebilir. O yüzden de bu uykusu ağır dünyada rüya görebildiğimize şükretmek gerekir.

Artık daha az yalnızız!

Bundan sonrasını ayrımcılığın insan ruhu için ne büyük bir yük ve tehdit olduğunu bilen, hafif uyuyan –derin cehalet uykularında olmayan- ve rüya görebilenler için yazıyorum. Sosyal medya sayesinde eskisinden daha az yalnızız. Tekmeleri affetmediğimizi, Madımak’ın hâlâ içimizde yanmaya devam ettiğini, Hrant’ın bir güvercin tedirginliğindeki suretini içimizde taşıdığımızı, cezaevlerinde, Sur’da, Suruç’ta, Ankara’da yitirilen kardeşliklerin yasını tuttuğumuzu, onur yürüyüşlerinden utanç değil onur duyduğumuzu paylaşabiliyoruz. Ama bize bundan fazla iş düşüyor. Pasif bir sempatizanlıktan öte bir şey. O da ayrımcılığın son bulabileceği bir düzen yaratmak. “Nasıl?” derseniz yanıtı şu: “Öncelikle tüm çemberlerimizi kırarak.” Ötekileri dinlemekten önce seslerini duymaya çalışarak. Siz de bir ebeveyn olabilirsiniz veya ileride olmak isteyebilirsiniz. Çocuklarımıza tüm bu ayrımların suni ve kötücül ayrımlar olduğunu ve sadece erk sahiplerine hizmet ettiğini hissettirmemiz gerekiyor. Hissettirmek diyorum çünkü siz “Türk-Kürt ayrımı olmaz” deyip hemen arkasından Kürtçe bir türkünün sesini kısarsanız bu iş olmaz. Her şeyde olduğu gibi söylediklerinizle değil, yaptıklarınızla çocuklara örnek olursunuz. Anne veya babalığı hiç yaşamayan veya yaşamayacaklar için ise bu ayrımsız dünyayı en yakınlarıyla deneyimlemekte hiçbir engel yok. Ayrımcılıktan uzak bir ruh, hepimizin birlikte öreceği bir çemberi de peşinde getirecektir. Sevgiyle, el ele tutuşarak, omuz omuza vererek öreceğimiz bir çember. Birimiz düştü mü, tutacağımız ayağa kaldıracağımız bir örgütlülük. Kimseye enseni göstermeden, kimsenin ensesini görmeden. Yanı başında içinde hissedeceğin bir tebessüm, bir gözyaşı… Ya dışındasındır çünkü çemberin ya da içinde yer alacaksın. İhtiyacımız olan global sistemin başına çöreklenmiş vampirlerin çığlıklarını kısmak. Daha sessiz bir dünyaya ihtiyacımız var; ötekinin sesini duyabilmek için…