90’ların İslamcı yerel yöneticileri -ki topyekûnu AKP’nin kurucu üyeleri arasında yer alır- moderniteye tosladıkça daha sabırlı olmayı öğrenmişlerdi. Pek çok film çektiler, arabesk ilahilerin yerine Batılı ezgileri getirdiler, oyunlar, sohbetler, derken en kallavi problemlerden birini çözmeleri gerekmişti nihayet: Muhafazakâr insanların kamusallaşması

Otobanda bir piknik yapmasak mı?

Öncelikle; otoban kenarında pekâlâ piknik yapılabilir! Piknik yapabileceğiniz en yakın yere ulaşımı karşılayacak paranız yoksa cepte, eviniz cehennemin dibindeyse, çıkarsınız otoyolun kenarındaki çimenliğe, püfür püfür eser… Hatta orada, aynı sizin durumunuzda olan başka insanlarla da karşılaşıp tanışırsınız, birbirinize ikramlarda bulunursunuz, belki yalancı dolmayı poğaçayla takas edersiniz, belki birbirinizin çocuklarını seversiniz, sonra konuşmaya başlarsınız, dertlerinizi ortaklaştırırsınız. Kim bilir? Belki bir mahalle direnişi bile çıkar ortaya oradan…

Piknik ilginç bir kamusallaşma halidir. Misal Tarık Akan’la Emel Sayın’ın birbirine âşık olduğu yerdir. Münir Özkul mangal yaparken Zeki’nin Metin’e karpuz fırlattığı bir halettir, Adile Naşit anaçlığında, Kemal Sunal kahkahasında bir “tanışma” ve hatta “kaynaşmadır” bu ülkede piknik! “Eğreti bir kaçıştır” rutinden, birbiriyle konuşup/kaynaşıp rutine geri dönmek üzere…

“Eğreti” demişken; Ali Ekber Doğan Eğreti Kamusallık adlı çalışmasında İslamcı belediyeciliğin kamusal hayatı mekân üzerinden nasıl sürekli yeniden inşa ettiğini anlatmıştı.1 Ancak bunun temelinde -tabi ki- “sermayenin mekânda yapılandırılması” duruyordu -ki bence ideolojinin…

Elbette ki yahut anlayacağınız üzere; geçtiğimiz haftanın sosyal medya fenomenlerinden biri olan, Konya’nın Karatay ilçesinde bulunan o malum piknik alanından bahsediyorum. Bu saatten sonra hâlâ Konya’dan bahsediyor olmak yorucu olsa da; bahsetmem gerekiyor. Çünkü Konya hep bir prototipti! Ve bu örneğin barındırdığı sorun söz konusu mekânın ne kadar aptalca organize edildiği değil aslında, sorun söz konusu mekânın önerdiği kamusallaşma tipinin ne olduğu!
Doksanlı yılları hatırlayalım: O yıllarda İslamcılar kendi gösterdikleri adayları “içinizden biri” sloganıyla dâhil ettikleri yerel seçimlerde birçok büyükşehir belediyesini ele aldılar. Bu belediyecilerin ilk girişimleri elbette ki İslami standartlara uygun bir kamusal hayatın önerisini sunmak oldu. Fakat Ortaçağ’dan kalma söylevler hayatın kendisiyle çelişmekteydi ve pür dinci önermeler o yıllarda öyle kolay kabul görmüyordu. Yine Konya’da mesela, toplu ulaşımda haremlik-selamlık uygulamasını gerçekleştirmeyi denedi bir tanesi, beceremedi, tam da dindar insanlar itiraz etti ona: “Yahu hanım gideceğimiz yeri bilmiyor! Neden ayrı otobüsle gitsin?”

O vakit Konya’da kabul görmeyen bu haremlik-selamlık toplu ulaşım uygulamasının bugün Türkiye sınırları içinde bazı yerlerde çoktan uygulanmaya başlamış olmasını oturup etraflıca bir düşünmek gerekiyor aslında. Her neyse…
90’ların İslamcı yerel yöneticileri -ki topyekûnu AKP’nin kurucu üyeleri arasında yer alır- moderniteye tosladıkça daha sabırlı olmayı öğrenmişlerdi. Kültürün kaidesidir; “değişerek aynı kalır, aynı kalarak değişir”. Onlar da İslami önermeyi dünyayla uzlaştırmaya karar verdiler. Ya da Sevinç Doğan’ın tabiriyle “kravatla barıştılar”.2 Teknolojiyle hesaplaşıldı önceleri, sonra müzikle, tiyatroyla, sinemayla… Pek çok film çektiler, arabesk ilahilerin yerine Batılı ezgileri getirdiler, oyunlar, sohbetler, derken en kallavi problemlerden birini çözmeleri gerekmişti nihayet: Muhafazakâr insanların kamusallaşması.

Türbandan ilhamını alan bir kamusal mekânın inşası ilkin böylelikle başlamıştı işte; istenen şey “kapatılmış” bir kamusallaşmaydı.3 Park-bahçe yapımına girişti misal Konya Büyükşehir Belediyesi. Harika bir motto bulmuşlardı: “Konya içinde yeşil değil, yeşil içinde Konya”. Şehrin her yerine fidanlar dikiliyordu. Yapılan parklara Necmeddin Erbakan’ın, Ziya Ülhak’ın, Muhammed İkbal’in adı veriliyordu. Lüks oyuncakların, fıskiyelerin (ve o zamanlar ağaçların) arasına oturmak için alışılageldiği gibi bankları değil de, muhafazakâr insanlar kendini güvende hissederek “ailecek” kamusallaşsın diye -mahremiyeti korumak için- etrafı hasırla kaplanmış çardakları yaptılar. Fakat çok kısa bir süre sonra etrafı kapatılmış bu çardaklarla ilgili belediyeye şikâyetler gelmeye başladı. Çünkü -mesai yahut okul saatinden sonra olmasa da önce- evlerinden erken çıkan Konyalı gençler sabahları bu çardakların içerisinde “uygunsuz” vaziyetlerde yakalanmaya başlamışlardı ve şehirde yaşayan bazı “hassasiyet sahibi” insanlar bu görüntülerden rahatsız olmaya başlamıştı. Dönemin Konya belediyesi bu sorunu çardakların etrafını saran hasırları kaldırarak çözdü: “Yine ailecek oturulsun, fakat ailece oturulmadığında da ne yapıldığı görülsün”. Nihayet, zaman içinde memleketin başka köşelerinde de yönetimini devraldıkları tüm belediyelerde aynı modeli uygulayan İslamcılar ve onları takip eden diğerleri sağ olsun ki bugün Türkiye’de bulunan her ildeki parklarda o çirkin çardaklardan görebilirsiniz.

Ancak ne olursa olsun, 90’lı yılların yerel deneyimlerinde ortaya çıkan böylesi formlar bugüne nispeten -masumane değilse de- dayatmacı olmaktan ziyade ikna ediciydi. Çünkü zahmete girip bir yeri ağaçlandırarak insanlara cazip kılmak ile o yere asfalt döküp “gidin burada piknik yapın ulan” demek arasında devasa bir fark vardır. Nitekim 90’lı yılların kendini ispat etme romantizminden bugünün rantiyeci pragmatizmine varan yolculuklarında İslamcılar, RP flaması altında kendi diktikleri o ağaçları AKP üniformasıyla yine kendi elleriyle sökerken bu devasa farkı kendileri ortaya koydular. Rant hırsının mottosu daha farklıydı: “Konya içinde beton değil, beton içinde Konya”. Sırf Google Earth’ten çekilen fotoğraflar incelendiğinde bile mesela “2000 yılından itibaren Konya’da gözlemlenen yeşil doku azalışı 2010 yılıyla birlikte katliama dönüşüyor”.4 Mevlana Müzesi’nin önündeki asırlık ağaçları kesip yerine Dubai tarzı mermer döşemenin bile zerre kadar itirazla karşılanmadığı Konya gibi “kaleler” işte; İslamcıların, mekânın ve dahi kamusallaşma tarzının üzerinde çok daha belirleyici olabildiklerini hissettikleri ilk günden bu yana uyguladıkları kamusal projelerin talim sahaları haline geldi. Erbakan’ın bir vakit “bir gün tüm Türkiye’nin Konya olacağı” söylevini yâd edercesine, belki de eski bir alışkanlık olarak, hâlâ ilk denemeler burada yapılıyor. Mamafih bugün için gözümüze bir ucube gibi görünen ve hatta sosyal medyada dalga geçilen bu piknik alanı da işte böylesi bir eskiz olarak, daha doğrusu iktidar tarafından dayatılan/dayatılacak bir kamusallaşma tipinin sureti olarak, müstakbel bir deneyimi işaret ediyor.

Sorun böylesi bir kamusallaşma tipinde sibernetiğin düğümlenerek stabilize edilmesidir. Yönetim tarafından belirlenmiş, ağaç olmasa da piknik yapılması gerektiği salık verilen ve tek tek ailelere ayrılmış hususi alanlarla kompartmantalize edilen mekânlarda insanların “kapatılmış kamusallaşmasıdır” söz konusu olan. Hadisenin en önemli değişkeni ise bu türden bir park-bahçe kullanımının Gezi İsyanı’nda en çok da parklarda deneyimlenen o malum ortakla��macı kamusal önermelerin ilgasını öne sürüyor olmasıdır.

Kentin kendiliğindenliğine karşı çıkan bu zihniyetin, misal Yenikapı’yı miting alanı olarak tahsis edip Taksim Meydanı’nda toplantı, gösteri ve yürüyüşleri yasaklayan bu zihniyetin karşısında ise bugünkü suskunlukta sadece kendiliğindenliğin alanında bulunan, belki de hep uzaktan bakılan, hiç anlaşılamayan, asla yanlarına oturulmayan o yurdum otoban kenarı piknikçileri duruyor. Belki de gidip orada insanlarla bir konuşmak, orada piknik yapmak gerekiyor şu günlerde, en azından bu da yasaklanmadan önce…

1 Doğan, Ali Ekber (2007) Eğreti Kamusallık -Kayseri Örneğinde İslamcı Belediyecilik-, İstanbul: İletişim Yayınları.
2 Doğan, Sevinç (2016) Mahalledeki AKP -Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma-, İstanbul: İletişim Yayınları.
3 Konuyu vakitlice tartıştığım yazı: “Zamanımızın Bir Başşehri: Milli Görüş’ten AKP’ye Konya”, Birikim Dergisi, Sayı: 250, 2010.
4 http://www.merhabahaber.com/konyanin-yesil-dokusu-bitiyor-1239229h.htm, erişim: 08.08.2018, s: 20:00.