İnsan önce sağcı yahut solcu olmayı seçer bu hayatta. Ben, sunulan hayata rıza gösterip onun içinde seçenek gibi sunulan şeyleri seçerek yaşama haline sağcılık diyorum

Hayaller Paris...

Sağcılık muhafaza etmek üzerine kuruludur. Muhafaza etmek derken de, kastım tarihi eserleri yolları bahçeleri, Gezi parkındaki ağaçları muhafaza etmek değil. Muhafazakarlar onları umursamaz genellikle. Muhafazakarlık toplumun bir kesimi arasındaki zımni bir anlaşma, işbirliği, sahtekarlıktır. Büyük oranda konumunu muhafaza etmek üzerine kuruludur. Bu yüzden yabancı ve yeni şey sevmezler. Maazallah yenilik gelir hayatlarına. Tedirgin edici…

Alın elinize mikrofonu sokakta hayallerini sorun insanların. Çoğu muhafazakar olan toplumumuzda hayaller ev, iş, araba, eş üzerine kuruludur. Beşinci şey gelmez aklına. Oscar alayım, 9 topla jonglörlük yapayım, su altı arkeoloğu olayım… Değişik, ilginç, hayale benzeyen bir hayal bulamazsınız. Maalesef Türkiye’nin en büyük problemi de budur.

İnsan, maalesef doğası gereği konumunu muhafaza etmek ister. Güvenli bulur bunu. Yani insanın doğasında sağcılık vardır. İyi bir şey olarak söylemiyorum bunu. İnsanın doğasını çok matah bir şey sanan yoktur umarım. Cinsel ilişkilerin, mal paylaşımının vesairin çok medeni yöntemlerle yaşandığını iddia edemeyiz insan doğasında.

Gerçekler IŞİD...

IŞİD gibi zibidilik mertebesinde bir gaddarlık, barbarlık nasıl oluyor da tutunabiliyor Irak’ta, Suriye’de? Nasıl oluyor da halk desteği bulabiliyor? Maalesef orada da sağcılar çok. Ve onlar IŞİD’in saç keser gibi kafa kesmesini beğendiklerinden değil konumlarını, o kıytırık konumlarını korumak istedikleri için IŞİD’e rıza gösteriyorlar. IŞİD giderse ve ya daha kötüsü olursa?

Yarın birgün burada da bulur yani o desteği. İnsanlar yeter ki konumlarına, ve sadece kendi konumlarına aşkla bağlı kalmaya görsün.

Merkez

Velhasıl sunulanlar içinde seçenlere sağcı diyoruz demiştik. İşte bu sunulanlar arasında “daha konvansiyonel” olanlarını seçenlere merkez sağcı, daha az konvansiyonel olanları seçenlere de merkez solcu diyebiliriz. En subjektif yorumuma gelince: Her durumda sağcıdır bence bunlar.
Sağcı olmayı, yahut merkezde olmayı seçtiyseniz bir problem yok. Üzerinize tek düşen, beğenmediğiniz şeylere söylenmek, beğendiklerinize bravo demek ve müdür olmaya çalışmaktır. Seçimleriniz arasında bir tutarlılık, bir fikri izlek, bir zihinsel altyapı, bir entelektüel birikim olması gerekmez. Onlar konjonktüre göre değişirler.

Bakın, Habur sürecinde dağdan gerilla indirmeye çalışan bir merkez sağ parti idi, şiddetle karşı çıkan bir merkez sol parti idi. Şimdi o gün nefret tüküren o “sosyal demokrat” parti, siyasi çözüm filan diyor. Yarın tekrar tersi olabilir. Sonra tekrar tersi.

Otomatik seçimler

Bir günde kaç seçim yapıyoruz kimbilir. Binlerce. Hergün. Neyse ki büyük bölümü otomatiğe bağlanmış durumda. Neyse ki mi dedim? Hayır ne yazık ki demeliydim.

Maalesef bu otomatiğe bağlanmış ve otomatiğe bağlandığı için aşırı normalleşmiş seçimler yüzünden geliyor başımıza ne geliyorsa. İşte sağcı yanımızı bu otomatiğe bağlanmış seçimler oluşturuyor. Pek çoğunun bir seçim olduğunu bile unutuyoruz sık sık. Öyle ya, hergün aynı şeyleri yapıp durmanın bir seçim değil bir zorunluluk sanıyoruz. Pek çoğu bir yandan da bir seçim oysa ki.

Otomatiğe bağladığı için hergün aynı saatte kalkan insan belki iki saat erken kalksa hayatı ne biçim güzelleşecek. Otomatiğe bağladığı için Migros’tan alışveriş yapan Mehmet amca, semt pazarlarına takılsa, AVM’den çıkmayan Sudenaz Gülhane Parkı’nı keşfetse, akşamları TV karşısında mum gibi eriyen milyonlar sokağı bulsa hayatları ne biçim rengarenk olur. Düşünsenize hergün TV karşısında çürüyen milyonlar var. Ve bunu hergün tekrar seçerek yaptıklarının farkında değiller. Sanıyorlar ki bu zaten böyle. Kendiliğinden öyle. Yani insan nasıl çiş yapar su içer TV seyreder. Kaka yapmadan yaşayabilir misiniz? Hayır. Bu da öyle bir şey. Eyvah eyvah.

Hayır kardeşim. Sen, her akşam ve her akşam tekrar, her seferinde bir kere daha karar vererek o akıllara ziyan TV kanallarının başına oturup kendine yazık ediyorsun. Ve bu acayipliği işin normali sanıyorsun. Değil. Bende TV yok misal. Görünce çok şaşırıp bakakalıyorum ayrı. (TV’m olmadı ama Behzat Ç.’nin hiçbir bölümünü kaçırmadım ayrı).

Ya tatilde?

Haydi çalışırken böyle. Göya “en özgür, ferahlamaya dair kararların yürüdüğü” tatilde farklı mı? Tatilde bir seçim yapan ne kadar azdır farkında mısınız? Yaklaşık aynı yerlere gidip yaklaşık aynı şeyleri yapan milyonlar. Pek az insan hakikaten bir şeyler görmek, öğrenmek, yaşamak için yapar. Otomatiğe bağlanmış gibi gazetede ilanı olan turlardan bir tane seçilip sonra gidilen yerde asla bir daha bakılmayacak fotoğraf çekilir. Ha bir de sosyal medya için eğlence saçan kareler selfie’ler yapılır, dönülür. Ben Barcelona’ya onlarca kere gittim. Bir kere bile Gaudi’nin parkına gitmek kısmet olmadı. Barcelona’ya 3 günlüğüne giden herkes o parkta bi selfie çekinir de gelir. Barcelona’yı ara sokaklarına kadar bilen benim ama.

Benim devrimcilikten anladığım seçimlerdir. Kendisini otomatik seçimlere terk etmemiş insan devrimcidir. Yaptığı her hareketin kendi tercihi olduğunun farkında olan insan devrimcidir. Otomatik seçimlere kilitlenmiş insan, o merkezdeki yığınlardır. İnsanların tercihleri olmasın, hayat otomatiğe bağlansın, çalışsın, yesin içsin tatil yapsın sussunlar işte diye yırtınan insan da karşı devrimcidir.

Rakı?

“Otomatiğe bağladığı için rakı içmek?” Olmaz öyle şey. O da ayıptır. Sadece otomatiğe bağladığı için her akşam rakı içen insana alkolik denir. Hafazanallah hiçbirimiz sevmeyiz.

Ama her akşam muhabbeti seçtiği için iki tek adama akşamcı denir, rind denir.

Bu seçim gününde bir şey ima etmiyorum. Otomatiğe bağlanmış şeylere çok güvenmemeli diyorum. Rakı dahil. Hürmetler.