Türkiye gündemini işgal eden genel seçimlerin akabinde, sizlere bir de buralardan oraların nasıl göründüğünü aktarmayı tercih ettik...

Türkiye gündemini işgal eden genel seçimlerin akabinde, sizlere bir de buralardan oraların nasıl göründüğünü aktarmayı tercih ettik. Öncelikle belirtelim, Fransız televizyon kanalları haberi kısaca geçerken, seçim sonuçları yazılı basında çoğunlukla manşetten yer aldı. Sol liberal Libération’dan ortanın solu Le Monde’a, hükümet destekçisi sağcı Le Figaro’dan popüler gazeteler Le Parisien, France-Soir’a ve katolik La Croix’ya, genel olarak yorumlar birbirine benziyordu: “Recep Tayyip Erdoğan seçimleri rahat kazandı. Üç seçimdir meclisteki koltukların yarısından fazlasını alarak, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde bir ilke imza attı. Ne var ki, Erdoğan Anayasa’yı ve seçim sistemini dilediği gibi değiştirmesini sağlayacak mutlak çoğunluğu elde edemedi”.

Libération gazetesinin Türkiye uzmanı Marc Sémo’nun başlığı oldukça anlamlı: “Erdoğan, yeni Türk Sultanı”. Le Figaro ise arka sayfasını ayırdığı Erdoğan’ı “Vezir-i Azam” nitelemiş. Le Monde’un başyazısının başlığı ise “Otoritenin cazibesi karşısında Türk modeli”. Erdoğan’ın Putin’le dostluğunu her fırsatta telafuz ettiğinin altını çizen gazeteler, ülkedeki ekonomik istikrara karşın demokratik ivmenin giderek azalmasını  “iktidarın Putinleşmesi”, giderek sertleşmesini ise “otoriter sapma” ifadeleriyle aktarıyor. Muhalif gazetecilerin dava edilmesi ve hapsedilmesi, güvenlik güçlerinin giderek sertleşmesi bu sapmaların sonucu olarak belirtiliyor. Seçimden sonraya kalan “yapılması gerekenler” listesinde tamamen askıya alınmış ve unutulmuş AB müzakerelerinin yeniden canlandırılması, Kürt sorunu ve—2012 Temmuz’unda Kıbrıs AB Başkanı olduğunda iyice zora girecek—Kıbrıs sorununun bekleyen çözümleri, yargı sisteminde gerekli düzenlenmeler bekliyor. Anlayacağınız, iç sorunlar seçim kampanyalarında yer yer ve gerekli görüldüğü yerlerde hatırlanıp kullanılsa da, AB üyeliği hedefinin telaffuz bile edilmediği yabancı basının gözünden kaçmıyor.

Fransız meslektaşlarımızın yazılarında “Kendisini Müslüman Demokrat olarak tanımlayan” ibaresi sık sık yer alıyor. Bunun ne demek istediği oldukça açık: Avrupa’nın Hıristiyan Demokratları’na benzetme arzusu şimdilik tek taraflı görünüyor. Neredeyse “sözde Müslüman Demokrat” diyecekler... Buna karşılık sıkça kullanılan sıfat “muhafazakar-islamcı”.  Gazetelerin hemfikir olduğu olumlu yönü, dokuz yıldır yönetimdeki AKP iktidarının ülkeyi dünyanın 17. ekonomisi yapmış olması. Ancak, Le Figaro’dan Laure Marchand’ın dediği gibi, “reform iştahı Başbakan’ın izlediği güzergah üzerinde kendisini terk etmiş görünüyor ve otokratik eğilimleri endişe yaratıyor”. AKP’yi 2002 zaferinden sonra destekleyen sol liberal entelektüellerin bile bugün artık açıkça eleştirdikleri bu eğilimleri, Erdoğan’ın tam üstüne oturan ısmarlama bir Başkanlık rejimi tercihinin habercileri olarak tanımlıyorlar. Le Monde oldukça iyi özetlemiş: “Demokratikleşme ekonomik göstergelerin hızına ayak uyduramadı”.

Fransız basını en çok da, bizde en hızlı eleştirmenlerinin de kolayca unuttuğu, dış politika yaklaşımını hatırlatıyor. Öyle ya, bizim 2005 yılında başlayan bir AB üyeliği müzakere sürecimiz vardı... Acil çözüm bekleyen bir Kıbrıs sorunumuz, vizyon gerektiren bir Ermenistan yakınlaşmamız, soğukkanlılık bekleyen bir Orta Doğu politikamız vardı... Seçim sürecinde tüm partilerin ve adayların söylemlerinden silinmiş olsalar da, bu maddeler ülkenin dış gündeminde aşılmayı bekleyen duvarlar gibi duruyor. Le Figaro bu konuda “Brüksel’le müzakereler can mı çekişiyor? Ne önemi var. Erdoğan teselliyi Filistin davasının savunucusu rolünde buldu. Bu duruşuyla da Arap dünyasının starı oldu” diyor.

Le Monde başyazısı Erdoğan’ın partisinin tüm vekil adaylarını tek başına seçtiğini ve kurulacak yeni hükümeti de yine tek başına seçeceğinin altını çizerek, esas amacının Amerikan modelinde bir başkanlık sistemi  yerleştirmek olduğunu hatırlatıyor. Gazetelerin çoğu aynı fikirde: Erdoğan’ın en büyük sınavı, muhalefeti de yanına alarak hazırlamak zorunda olduğu yeni özgürlükçü Anayasa. Le Monde “bunu başaramayan bir Türkiye’nin kendisine özenen Arap halkları için yarım kalmış bir model olmaktan öteye gidemeyeceği” kanısında. Otoriter eğilimli “ileri demokrasi”mizi iyi çözmüşler, değil mi?