Google Play Store
App Store

2010 Anayasa değişikliği ve 2012 yılında kabul edilen 6356 sayılı Yasa’da da 12 Eylül yasakları korundu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle de grev ertelemeleri, dolayısıyla yasakları yaygınlaştı. Doç. Dr. Aziz Çelik’in deyişiyle “Otoriter bir emek rejimi” inşa edildi.

Otoriter emek rejimi

HAZIRLAYAN: Atilla ÖZSEVER

Sendikaların itirazı üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2009’da veto ettiği ‘Kiralık İşçilik Yasası’, 7 yıl aradan sonra Mayıs 2016’da yeniden kanunlaştı. Çalışma hayatına getirilen bu yeni sistemde, özel istihdam büroları kendi bünyelerindeki işçileri işletmelere kiralayabiliyor. ‘Modern kölelik’ diye adlandırılan bu sistemde, kiralık işçinin kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ödemesi zora giriyor, güvencesi kalkıyor, emekli olabilmesi imkânsız hale geliyor, iş güvenliği ve işçi sağlığına darbe vuruluyor, yıllık izin, toplu sözleşme, grev gibi hakların da kullanılması güçleşiyor.

Sendikalar, kiralık işçilik yasasına karşı imza kampanyaları, basın açıklamaları ya da sınırlı kitlenin katıldığı eylemlerle etkin muhalefet gösteremediği için kanun TBMM’den rahatlıkla geçti. Daha önce 3 işçi konfederasyonunun etkili tavrı, 2009’da zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından yasanın veto edilmesine neden olmuştu.


Grev yasakları

19 yıllık AKP iktidarı döneminde 194 binden fazla işçinin grevi ertelenirken sadece 85 bin işçi greve çıkabildi. Aslında grev ertelemesi, grev yasağı demektir. Grevi erteleme kararı sonrasında işçi ve işveren tarafı 60 gün içinde anlaşamazlarsa uyuşmazlık işveren ve hükümet temsilcilerinin çoğunlukta olduğu Yüksek Hakem Kurulu’na (YHK) gidiyor. Toplu sözleşmeyi de YHK belirlediği için yeniden greve çıkmak mümkün olmuyor. 1961 Anayasası ve ilgili sendikal kanunlar, milli güvenlik ya da genel sağlık gerekçesiyle ertelenen grevlerin 60 günlük süre bittikten sonra devam edebileceği yönünde hükümlere sahipti. 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında bu hükümler değiştirildi, grev ertelemesi ve grev yasağı birbirini takip etti. AKP döneminde yapılan 2010 Anayasa değişikliklerinde ve 2012’de kabul edilen 6356 sayılı Yasa’da da 12 Eylül yasakları korundu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra da kararnamelerle grev ertelemeleri ve dolayısıyla grev yasakları daha da yaygınlaştı. Bu koşullarda grev hakkı fiilen imkânsız hale geldi.

Keza 12 Eylül 1980 Darbesi döneminden kalan hak grevi yasağı da aynen korundu. Yüzde 10 işkolu barajı da AKP döneminde yüzde 1’e düşürüldü. Ancak birçok işkolu birleştirildiği için yetkili sendika olabilmek güçleşti, bu yüzden birçok sendika toplu sözleşme yapamaz hale geldi. Darbe döneminin yüzde 50 artı 1 olan işyeri barajı da aynen kaldı.


Sendikalaşma Yüzde 11

Öte yandan Türkiye’de sendikalaşma düzeyi de son derece sınırlıdır. Türkiye’de işçi sayısı sürekli olarak büyüdüğü halde sendikalaşma oranı yüzde 40’lardan yüzde 10’lara düştü. Çalışma ekonomisi dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik’in ifadesiyle AKP döneminde ‘otoriter bir emek rejimi’ inşa edildi. Anayasa’da yer almasına rağmen sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkı uygulanamaz durumda.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR) tarafından yapılan Sendikalaşma Araştırması’na (2019) göre, Türkiye’de sendikalaşabilen işçilerin oranı yüzde 11’dir. İşçilerin sadece yüzde 7’si toplu iş sözleşmelerinden (TİS) yararlanıyor. Kimi sendikalar, işkolu ve işyeri barajları nedeniyle yetkili olamadığı için toplu sözleşme imkânına sahip bulunmuyor. Aslında özel sektörde sendikalı işçi oranı da yüzde 6 dolayındadır.

Türkiye’de toplam 16 milyon 254 bin işçinin 14 milyon 395 bini herhangi bir sendikaya üye değildir. Bu hesaplamaya kayıt dışı işçiler dahil edildiği için fiili sendikalaşma oranı yüzde 11,4’tür. Çalışma Bakanlığı ise, sadece sigortalı işçileri dikkate aldığından Ocak 2019 itibariyle resmi sendikalaşma oranını yüzde 13,9 olarak ifade etmektedir.

Türkiye’de toplam 16 milyon 254 bin işçinin sadece 1 milyon 132 bini toplu iş sözleşmesinden yararlanıyor. İşçilerin yüzde 93’ü toplu iş sözleşmesi kapsamı dışındadır. Toplu iş sözleşmesi kapsamı dışındaki işçi sayısı 15 milyon 122 bindir. Toplu iş sözleşmesi kapsama oranı sadece yüzde 7’dir.

AB ülkelerinde TİS kapsamı genellikle yüzde 50’nin üzerindedir. Toplu iş sözleşmesi kapsamı Avusturya’da yüzde 98, Belçika’da yüzde 96, Yunanistan ve İsveç’te yüzde 90’dır.

TİS kapsamının en düşük olduğu ülkeler yüzde 12,5 ile Meksika, yüzde 12 ile ABD, yüzde 11,8 ile Kore, yüzde 7,1 ile Litvanya ve yüzde 7 ile Türkiye’dir

otoriter-emek-rejimi-888190-1.



Kıdem Tazminatı Eylemi

AKP iktidarı döneminde kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli girişimler oldu. Öncelikle bir kıdem tazminatı fonu uygulamasıyla 80 yıllık bu hakkın ortadan kaldırılması için çeşitli yasa taslakları hazırlandı.

DİSK başta olmak üzere Türk-İş’teki muhalif sendikaların da genel merkezi harekete geçirmesiyle hükümetin bu girişimlerine set çekildi.

Türk-İş’in “kıdem tazminatına fon dâhil ne şekilde olursa olsun dokunulması halinde genel grev kararı alınması” yönündeki genel kurul kararları da bu çerçevede etkili oldu. İki konfederasyonun ortak tavrı, AKP yanlısı Hak-İş’i de belli ölçüde etkiledi.

AKP hükümeti Kasım 2020’de kıdem tazminatı hakkını yok sayan belirli süreli hizmet akdi uygulamasının 25 yaşını doldurmayan genç işçilerle 50 yaş üstü işçiler için geçerli olmasını öngören bir torba yasa teklifini gündeme getirdi.

Türk-İş ve DİSK’in bu yasa teklifine karşı eylem ve etkinlikleri, ardından Türk-İş, DİSK ve Hak-İş genel başkanlarının bu yasa teklifine karşı yaptıkları ortak açıklama sonucu hükümet teklifini geri çekmek zorunda kaldı.

Sınıfın değişen yapısı

1960-1980 arasındaki işçi sınıfının yapısı ile 1980 sonrası neoliberal dönemdeki yapısı arasında ciddi farklar görülmeye başlandı. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle işçi sınıfının ve sendikal hareketin büyük darbe görmesi, ardından uygulanan neoliberal politikalar, daha güvencesiz, dağınık ve örgütsüz bir sınıfın oluşmasına yol açtı. Mevcut sendika bürokrasisinin mücadeleci anlayıştan uzaklaşması da, işçi hareketini iyice etkisiz hale getirdi.

Ayrıca 1960-1980 döneminde büyük fabrikalarda uygulanan (fordist) kitlesel üretimden müşteri odaklı, yüksek teknolojili üretime geçiş de işçi sınıfının yapısını değiştirdi.

Bir yanda nitelikli çekirdek bir işgücü diğer yanda da vasıfsız geniş çaplı bir işgücü oluştu.

Nitelikli işgücü sayılabilen beyaz yakalı çalışanların mevcut sendikal yapılara soğuk bakması da, örgütlenmede ciddi zaaflara yol açtı.

Keza 2002’den sonra siyasal İslamcı çizgiyi benimseyen AKP’nin iktidara gelmesi ve bu yönetim anlayışının emek kesiminde de dini değerlere ağırlık vermesi, işçinin sınıf aidiyeti ve sınıfsal kimliğinde ciddi değişikliklerin oluşmasına imkân sağladı.

İşçi sınıfının görünümü

DİSK’in ‘Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği 2017’ başlıklı araştırmasında sınıfın profiliyle ilgili ilginç sonuçlara ulaşıldı. 2017 sonu itibariyle Türkiye genelinde örneklem alınarak iki bin işçi üzerinde yapılan işçi sınıfının görünümü araştırmasının bazı sonuçları şöyle:

♦ Çalışanların yüzde 66’sı asgari ücret düzeyinde ücret alıyor.
​♦ Sendikalı işçi ile sendika üyesi olmayan işçi arasındaki ücret farkı yüzde 20 dolayında.
​♦ İşçilerin yüzde 54’ü ay sonunu zor getiriyor, yüzde 55’i ise kiracı.
​♦ Sendikasız işçilerin ancak yüzde 20’si sendika üyesi olmak istiyor, yüzde 60’ı ise sendika üyesi olmak istemiyor.
​♦ Sendikaya üyelik konusundaki çekince, yüzde 49 oranıyla “bilgi sahibi olmamak ve ilgisini çekmemek” şeklinde açıklanıyor, bu konudaki işveren korkusu ise daha düşük düzeyde.
​♦ Genel anlamda işçilerin sendikaya olumlu bakışı yüzde 44, olumsuz bakışı ise yüzde 16.
​♦ Çalışan işçiler açısından birden fazla seçenek işaretlendiğinde en önemli sorun yüzde 77 ile düşük ücret, ikinci sırada yüzde 75 ile işsizlik, üçüncü sırada da yüzde 45’le kayıt dışı çalışma yer alıyor.
​♦ İşçilerin yüzde 36’sı bir sınıfa ait olduğunu söylüyor, yüzde 64’ünde ise bir toplumsal sınıf kavramı yok.

Belirleyici faktörler

1961’den günümüze kadar olan süreci kısa ve net olarak değerlendirdiğimizde, işçi hareketini belirleyen faktörleri şu üç başlık altında toplamak mümkündür:
Dönemin sosyal ve siyasal durumu

İşçi sınıfının yaşam koşulları İdeolojik etkilenme

Kuşkusuz sınıfın kendiliğinden harekete geçebilmesi, yani ayağa kalkması için işçilerin yoksullaşması ve artan geçim kaygısının yanı sıra hâkim güçler arasındaki çatlak ve zayıflamış iktidar algısı da önemli faktörler olarak sıralanıyor.

Öte yandan sendikal hareketin temel zaaflarını da şöyle özetleyebiliriz:

​♦ Emek hareketinin parçalanmış olması,
​♦ Sendikal bürokrasinin etkisi,
​♦ Siyasal önderliğin zayıflığı.


​Sendikalar ne yapmalı?

​Bu koşullarda işçi hareketinin, sendikaların ne yapması gerektiğini de şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

​♦ Birleşik bir mücadele esastır.
​♦ Tabandan ve yerellerden başlayan yatay bir örgütlenme yapılmalı,
​♦ İşçi ve kamu çalışanı ile birlikte güvencesiz çalışanı, işsizi, emekliyi kapsayan bir örgütlenme modeli yaratılmalı. Bu çerçevede işçi meclisleri kurulmalı. ​♦ Daha önceki işçi sendikaları birlikleri modelinden örnek alınmalıdır.
​♦ Uzlaşmacı, teslimiyetçi sendikal anlayıştan mücadeleci, militan bir sendika anlayışına geçilmelidir.
​♦ Bu çerçevede tutucu sendikal bürokratik kadroların tasfiyesi önem kazanmaktadır.
​♦ Emek kesiminin somut taleplerini dikkate alan ve antikapitalist bir perspektife sahip olan bir mücadele programı ortaya konmalıdır.
♦ Ekonomik ve siyasal mücadelenin birleştirilmesi gerekir. Yani sendikal ve siyasal mücadelenin bütünlüğü esastır.
​♦ İşçi hareketine öncülük edecek politik bir önderliğe, sosyalist eğilimli gerçek bir işçi sınıfı partisine büyük bir ihtiyaç vardır.