Buğdayın vahşi bir ottan ‘mega ekin’e döüşme serüvenini irdeleyen Amber Waves: The Extraordinary Biography of Wheat, from Wild Grass to World Megacrop adlı kitapta, bitki ve toprak ekolojisi profesörü Catherine Zabinski “Yeşil Devrim”in, buğdayda ifade bulan dünyayı beslemekten çok Küresel Güney’de “Kızıl Devrim”le savaşmakla ilgili tarihçesine dikkat çekiyor. ABD’nin, Yeşil Devrim’i kendi ideallerinin dünyaya egemen olmasını sağlamanın bir yolu olarak gördüğünü ancak birçok ülkenin yerel üretimine de olumsuz etkileri olduğunu buğdayın serüveni üzerinden irdeliyor. Esasen bu verimli bitkinin tarihçesinin hegemonya mücadelesinde kapladığı alanı hatırlatıyor.

***


Temel bir ürün haline getirilmek için ilk kez Karacadağ tepelerinde ıslah edilip dünyaya yayılan buğday, bugün dünyadaki yaklaşık dört yüz bin bitki türü içinde insanların ihtiyaç duyduğu kalorinin büyük bir bölümünü karşılıyor. Endüstriyel şirket tarımı hegemonyası altında, daha geniş alanlarda yetiştirilmesi emek süreçlerini olumsuz etkilerken ekolojik krizlere de yol açıyor. Neticede gıdanın metalaşmasıyla birlikte buğday da artık sadece bir besin maddesi olmaktan çıkıyor. Kendisinden kar elde edilen ve bu uğurda emperyalist ülkelerin cephaneliğinde bir silaha dönüşen buğday birçok krizin izini barındırıyor.

Öyle ya, bugün aklımıza düşmesi de tesadüf değil. Bayrak renkleri ekmeklik buğday sarısı ve özgürlüğün mavi gökleri biçimde de yorumlanan Ukrayna’daki savaş da bunu düşünmeye çağırıyor. Savaşın, dünyanın pek çok yeri gibi Türkiye açısından iktisadi ve toplumsal sonuçları olacağı şüphesiz. Nitekim daha ilk günden enerji fiyatları, döviz kurları ve borsalarda olduğu gibi buğday fiyatlarında da savaşın yarattığı sonuçlar kendini göstermeye başladı.

***

Her ne kadar Uluslararası Un Sanayicileri ve Hububatçılar Birliği Avrasya Başkanı Eren Günhan Ulusoy, Türkiye’nin hasat sezonuna kadar yeterli buğdayı bulunduğunu ve "söz konusu gerginliğin iç piyasada herhangi bir sıkıntıya yol açması”nın söz konusu olmadığını söylese de buğday fiyatları dokuz yılın en yüksek seviyesini aşmaya devam ediyor. Öyle ya piyasaya güven olmaz. Buğday fiyatlarının artacağı söylentisi bile tek başına un fiyatlarını artırmaya yetiyor; doğalgaz söylentisi de gübreyi…

Üstelik Türkiye buğday ithalatının yüzde 85’ini Rusya ve Ukrayna’dan yapıyor. Bu Türkiye açısından, bugüne dek benimsenen ithalata dayalı tarım politikasının kaçınılmaz sonuçlarının derinleşeceği anlamına geliyor. Piyasalar karşısında direnci zayıflamış, yerel üretimin kırıntısının dahi kısa vadeli ve sermaye güdümlü ithalatta gümrük vergisi indirimleri gibi kararlarla riske atılmasının kaçınılmaz sonuçlarını zaten gıda krizi olarak deneyimliyorduk. Gıda enflasyonuyla mücadele için, fiyat düşürmek için alındığı söylenen bu türden kararların, savaş koşulları hâkimiyetinde ekmek kuyruklarını uzatacağı şüphesiz.

***

Üstelik vergi indirimlerinden kar elde edenler, bundan pek de etkilenmeyecekken toplumun geniş kesimlerinin, yoksulların, milyonların ekmeğe erişimi güçleşecek. Elbette savaşın yalnızca ülkemizle sınırlı bir etkisi olmayacak. Yine de krizin küresel çapta etki yaratacak olması Türkiye’ye yansımalarını hafifletmeyecek, aksine şiddetlendirecek görünüyor. Tüm bu süreç gıdanın metalaşmasının, dünyanın tüm yoksul halklarının baş düşmanı olduğunu hatırlatıyor.

Gıda üretim ve tüketiminin finansallaşma, vergi indirimleri, kuralsızlaştırma, spekülatif faaliyetlere tabi politikalara entegrasyonu; emperyalist kapitalist hegemonya savaşımının neticesinde dünyanın ekmeğini, yoksulun karın tokluğunu ve özgürlüğünü, irade hakkını gasp ederek toplumları büyük bir tehdit altına sokuyor. Küçük çiftçilerin enternasyonalist dayanışmasında temellenen gıda egemenliğinin bağımsızlık ilkesinin anlam ufkunu hatırlatıyor.