Yönetime danışmanlık yapan tiplerin, halkımızın geçinemiyoruz, zamlarla baş edemiyoruz, artık hiçbir şeyi denk getiremiyoruz çığlığına, "O halde sizler de tüketimi kesin be kanka" minvalinde bir yaklaşım sergilemesi, gösteriyor ki; dolaylı filan değil, doğrudan bizimle dalga geçiyorlar.

Oy azaldıkça, tuhaflık çoğalır

ALPER TURGUT

Malum iktidar, memleketin tüm kaynaklarını, canı gibi bellediklerine, yani gözde şirketlerine (holding, grup, işte her ne karın ağrısıysa), resmen sebil gibi dağıtılıyor. Hatta üstüne üstlük vergiden de muaf oluyorlar, yetmiyor, küfür bile ediyorlar millete, öyle keyifli, öyle rahat! Peki, sayın halkım ne yapıyor, über, süper, ekstra, çok ama çokkkk zengin heriflere değil, asgari ücretten daha fazla alıyor diye temizlik işçilerine ateş püskürtüyor. Kodamanlar dururken, hayata tutunmaya çabalayanlara sallamak, onları yargılamak, meseleyi hakarete kadar vardırmak, pek vicdanlı bir yol değil ha, bilesiniz.

Bunca zam bombardımanı altında, boğazlarımızı mengene gibi sıkan hayat pahalılığı karşısında ve elbette salgın koşullarında, bunlar sıradan 'çöpçüler' ya, hani mühendis, doktor, öğretmen (vesaire vesaire) de değiller, bu parayı almasınlar, alamasınlar diye çemkirmek, asla yakışmaz, harbiden olmaz.

Kadıköy’de yaşadığım için hatırı sayılır çöp tepelerini, elbette ben de gördüm. Çift maskeyi bile, sinsice aşan ve burnu direkt komaya sokan çöpleri, bırakın toplamayı, yanına bile yaklaşamayacak olanlar, gelin görün, mangalda kül bırakmıyorlar. Yahu arkadaşım, memleketin açlık sınırının iki katı, yoksulluk sınırının ise yarısı olan bir maaşı, bir anda zenginlik alametine çevirme ve işçiyi düşman belleme çabası, gerçekten nedir? Alım gücünün bunca düşüklüğünü, bir insanı zirveye yükselten, diğerini uçuruma düşüren gelir farklarını, yoksulluk ve yoksunluk acıklı bir şekilde barizken, gözümüzün önünde lüksü ve şatafatı köpürtenleri sorgulayabilsek keşke. Emekçiye düşman olmamalı, bu salt zalim ve zengin patronları sevindirir.

Yönetime danışmanlık yapan tiplerin, halkımızın geçinemiyoruz, zamlarla baş edemiyoruz, artık hiçbir şeyi denk getiremiyoruz çığlığına, "o halde sizler de tüketimi kesin be kanka" minvalinde bir yaklaşım sergilemesi, gösteriyor ki; dolaylı filan değil, doğrudan bizimle dalga geçiyorlar. Yemeden, içmeden yaşayan Hindistanlı kutsal guru hikayesi mi bu, inanır gibi yapalım. Veya fotosentez mi yapalım, harbiden ha, güneş ve su neyimize yetmiyor. Meşhur ‘Jöleli’ mutlu olsun diye, çöpten beslenelim diyeceğim, lakin tüketim yoksa, haliyle çöp de olmayacak. Hay aksi!

Midemiz kazınmasa, kıkır kıkır güleceğiz de komiklik yapmıyor adamlar, gayet alay modundalar. Düşünün, bu baş danışılanlardan biri, aldığı maaşın hakkını veriyor, diyor ki patronuna, koca ülkede yalnızca bizler çılgınlar gibi tüketelim, geri kalana açlıkla, yoksullukla yaşamayı öğretelim. Peki, büyük patron buna ne der, hımmmm evde otursunlar, aileyi korusunlar, en az üç çocuk yapsınlar, üstüne de keyif çayı yudumlasınlar. Mis, mis!

Televizyonda bir haber, T.C. kimlik numarasını ezberleme şekline göre, zekanın türü ortaya çıkıyor, işte natüralist-içsel, analitik, sosyal ve müzikal, sorgulayıcı ve sportif, kişisel-içsel ve sosyal, matematiksel ve sosyal, dilbilimsel ve matematik, müzikal ve dilbilimsel, sosyal ve görsel. Bakıyorum, şıklar arasında ezber şeklim yok, ya sende akıl namevcut birader diyorlar ya da benim zekâ, belki derya, hatta feza. Bu tür haberler, aslında geyik muhabbeti çevirmek için ideal görünseler de aslında konuda uzaklaşmamız, ana mevzuyu ıskalamamız, gerçek gündemimizi unutmamız için nimet gibidirler. Dertler katar katardır, biz kalkar, zekamızı kovalarız. Düşünüyorum, sportif zekâm olsa, ne yapardım, muhakeme yeteneğimi koşturur, anlak zıplatır, bellek hoplatır, idrak yuvarlatırdım. Tabii canım ya.

Farkında mısınız bilmiyorum, oy oranları sürekli eriyor, amatörce hatalar hızla çoğalıyor. Eskiden muhalifler, her tuhaf söylemin ardından gaza gelip ya meseleyi coşturur ya da suni gündemin ardından koşturur idi. Şimdi biraz kenara çekilip, tarifsiz şamatayı izleyecek deneyime kavuştular, neyse ki. Olmayan sürprizler, dört yıl aradan sonra başka insanlar tarafından yapılan aynı konuşmalar, sorumlu olanı değil, yetkisi ve etkisi bulunmayanları suçlamalar, popülasyon azmış gibi, işsizlik yokmuş gibi, güzelim yurdumuz sanki sosyal devletmiş gibi, nüfusu çoğaltma çabaları. Gırla.

Her geçen gün yeni bir tuhaflık beliriyor, kimse de tek kişilik yönetime, biz ne yapıyoruz demiyor, diyemiyor. Koltuk sahibi, sen Abdülhamit değilsin, artık adın Abdullah dese, hiç öyle şey olur mu, benim adım budur diye itiraz dahi edemiyor. Aman bir tatsızlık olmasın. Bundan sonra ceza ve ödül sistemine geçiyorlar salgın mevzusunda. İşte vakayı azaltan şehir, sen kısmen özgürsün canım, hastalığı çoğaltan kent, sen ise cezalısın dostum be. Ödüllendirme, örnek olmayı da gerektirmez mi? En yüksek vaka oranına sahip şehre gidip, kalabalık bir kongre tertip etmenin, açıklanacak hali (siz bakmayın, kurallara uyduk, seyrekliği koruduk lakırdısına, göz var izan var) de yok, “Dediğimi Yap, Yaptığımı Yapma”, bir film adıydı ya.

Virüsün mutasyon geçirdiğine inanıp evrime inanmayanların dünyası bu, herkes işine gelenden emin, aksi takdirde şüphe o biçim. Kanmak ve kandırılmak, bu çağda böylesi kolay olmamalı artık, bilgiye ulaşım, parmak ucundaysa şayet. Haaaaa, çok bildik bir dizi klişesi gibi, “Çok cahillik biriktirmişsin geçmişinde” demek elzemse, o başka.

2023’te aya çıkmak üzerine, her türlü geyik yapıldığı için, mesele hayli sulanmış vaziyette. 52 sene evvel biricik uyduya ayak basıldı, şimdi ne gereği vardı da diyemezsiniz. Zaten yerli ve milli de değilsiniz, sizi gidi dış mihrak hayranları sizi. Elemanlar, Mars’a araç indirdi, niye zahmet etmişler ki, yedi ay yolculuk et, karşına çıksın bizim Salda gölünün benzeri. Vah, vah, vah, yaklaşık üç milyar dolar harcamışlar, çok büyük para bu, daha azına (Katarlılara söz vermediysek şayet) gölü verirdik, çekim filan yapardınız. Hiç kafası çalışmıyor bu harici odakların kuzum, büyük resmi görmekten acizler, Merih’e gitmişlermiş, yalan azizim, yalan! Gerçekten el âlem Kızıl Gezegen’de hava atarken, biz nelerle uğraşıyoruz, delirmemek elde değil, saçımızı başımızı yolmuyorsak hâlâ, o da iyi!