ÇAĞATAY USLU Öykü yapısı gereği kısa bir türdür. Bu yüzden etkiye odaklanır. Poe ‘Yazmanın Felsefesi’ yazısında bir öykünün tek oturuşta bitmesinin etkiyi koruduğunu söyler: Yazınsal yapıt bir oturuşta okunamayacak kadar uzunsa izlenim birliğinden doğabilecek son derece önemli etkiden yoksun kalmaya razı olmalıyız. Çünkü iki oturuş gerekliyse dünya işleri araya girer ve bütünlük falan bir anda […]

Öyküde etki ve bir kalbin boyutları
ÇAĞATAY USLU

Öykü yapısı gereği kısa bir türdür. Bu yüzden etkiye odaklanır. Poe ‘Yazmanın Felsefesi’ yazısında bir öykünün tek oturuşta bitmesinin etkiyi koruduğunu söyler: Yazınsal yapıt bir oturuşta okunamayacak kadar uzunsa izlenim birliğinden doğabilecek son derece önemli etkiden yoksun kalmaya razı olmalıyız. Çünkü iki oturuş gerekliyse dünya işleri araya girer ve bütünlük falan bir anda yok olur. Poe her ne kadar şiir özelinde konuşsa da öykü de rafine bir biçimde tek etkiye odaklanır ve bunun için de çeşitli dinamiklere ihtiyaç duyar. Hem kısalığı hem de yoğunluğu göz önüne alındığında bunlardan ilkinin ‘göstermek’ olduğu söylenebilir.

Gösterme genel olarak yazarın tamamen aradan çekilip anlatıyı nesnelere ya da kişilere bırakmasıdır. Öykü içinde nesneler ayrıntıda belirecektir ve odak noktaya hizmet eder. Çehov’un kuralıdır: İlk bölümde duvarda asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır. Eğer patlamayacaksa o tüfek orada asılı olmamalıdır. Bu kural gereği sadece gerekli nesneler, başka bir deyişle öyküye hizmet edecek nesneler gösterilir ya da kullanılır. Sözgelimi Kadire Bozkurt’un Bir Kalbin Boyutları kitabındaki ‘Haciz’ isimli öyküsünde evden birer birer çıkan eşyalar karakterin geçmişini ve oradan el alarak bugünkü halini göstermek için kullanılır. Müzik seti, oyun konsolu ve diğerleri bize bir aile portresi çizer ancak bu aile şimdi yoktur ve aile üyeleriyle özdeşleşen eşyalar da teker teker gitmektedir. Burada etki eşyaların üzerine yapışan handiyse onların anlamı haline gelen hatıralardır. Onlara biçilen değer karakter için anı, öykü içinse etkiyi yaratacak sembol işlevidir.

Kadire Bozkurt bir söyleşisinde “Öyküde hangi nesneleri kullanayım?” diye sorarak etki konusuna temas eder. Etkiyi büyü olarak tanımlar ve nesnelerin büyüye yardımcı olduğunu söyler.

Büyüyü yaratmanın diğer bir yolu da aydınlanma anlarıdır. Behçet Çelik’in deyişiyle “Aydınlanma anında bir ışık çakıp söner ama bu demek değildir ki olan biten bütün halleriyle kavranır, çözümlenir; aksine çoğu zaman gerçekliğin üzerini örten örtü, sıyrıldığı gibi peşi sıra kapanıverir.” Akla bir çentik atar aydınlanma anı, okurun metne dair algısı kıpırdar. Bir şeyler olmuştur; durum, olay ya da karakter bir eşik atlamıştır. Sözgelimi Kadire Bozkurt’un aynı kitaptaki ‘Aksak Ritim’ karakterlerine değgin birçok aydınlanma anı barındırır. Aydınlanma anlarının bolluğu metnin yükünü artırsa da etkiyi göstermek için güzel bir örnektir. Anlatıcı, Gül, Gül’ün bekleyişi, Kudret, Âdem… Hepsi kendi gizilgücü içinde bir aydınlanma yaşarlar. Durumlarının farkına varırlar ve bu bize gerilim olarak döner. Sinematografik bir bakış açısıyla sahne sahne kurulan metinde Gül’ün ve anlatıcının aydınlanmaları metni taşır. Anlatıcı Gül’e âşıktır, Gül Kudret’i beklemektedir. İkisinin de vazgeçişi de temel aydınlanma anlarıdır. Tanımdaki gibi bir yandan öykünün gizini açacak hareketlerdir aynı zamanda da okurun kafasında soru işaretleri oluşturarak bir perde işlevi görür.

“Arabaya binip çalıştırmadan bekliyorum. Bekçi yolun ortasından geçiyor sallana sallana. Şimdi şu herif ne anlıyor yaşamaktan. Sokakları arşınla dur. Emekli ol, ölümü bekle. Arabanın kapısı açılınca irkiliyorum. Gül elindeki çantayı arkaya atıp yanıma oturuyor. Evlerinin karanlık penceresinden tarafa bakıp, Çabuk, diyor.” Gül’ün durumunun farkına varması bu şekilde, Anlatıcının aydınlanması ise “Markete yürürken ardımdan baktığını hissediyorum. Markete girmeyip arabaya yöneldiğimi göreceğini, peşimden adımı bağırarak koşacağını sanıyorum. Yapmıyor. Yola çıkmadan önce, camın yanındaki masada uysalca bekleyişini izlemek için duruyorum bir iki dakika” böylece gerçekleşiyor.

Bugüne kadar yapılan öykü tanımlarının neredeyse hepsinde öykünün anlık olduğu üzerinde durulur. Andrew Bennet ve Nicholas Royle’un Şu Edebiyat Denen Şey isimli kitapta aktardıklarına göre Nadine Gordimer için öykü yazarları flaş ışığıyla görür, Pritchett öykünün göz ucuyla bakan tür olduğunu söyler. Tomris Uyar ise öyküyü “insani bir gerçekliği bir ‘aydınlanma anı’ çevresinde geliştiren bir sanat türü” olarak tanımlar. Buradan yola çıkarak öykünün -en azından günümüzde- tekil atışlarla ilerleyen bir tür olduğu yorumu yapılabilir. Bu tekil atışların hedefe varması ise genel olarak etkiye bağlıdır.