Geçen gün harika bir cümleye rastladım

Geçen gün harika bir cümleye rastladım. Çok heyecan verici bir cümleye. Şu cümleye:

“Son derece üzücü bir asansör faciasının ardından sosyal medyada ‘Bu asansör kazası ülkemize yönelik yeni bir komplo mu’ yazabilen gencin neresini hangi şekilde muhatap alabiliriz?”

Bu cümle, Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan’a ait. 20 Eylül tarihli yazısı aslında kendi mahallesine dair sitemler içeren, bize, yani AKP seçmeni olmayan, siyasal İslam geleneğini takip etmeyen ya da Yeni Şafak okumayan kimseye bir şey anlatma derdi olmayan bir yazı. Ya da öyle görünüyor. Ama bu yazı, Kılıçarslan’ın kendi mahallesine eleştirel baktığı ilk yazı değil (bkz. Yeni Türkiye tespit yazısı). Ve böyle bir tutumun, Kürşat Bumin’in yazmayı bıraktığı, Memet Ali’nin tiyatro oyununun manşetten şeytanlaştırıldığı günlerden beri eski ağırlığının yüzde birine bile sahip olmayan ve tamamen iktidara endeksli bir yayın organının sayfalarında yer alması hepimiz için hayırlı.

Hayırlı, çünkü aynı mahalleye, başka bir deyişle iktidarın ve rövanşın mahallesine hâkim olan ses, Abdülkadir Selvi’nin sesi. O da aynı gazetede yazıyor. Rehinelerin serbest kalmasının ardından Türkiye’nin IŞİD politikasının değişmeyeceğini vurgulayan Selvi, “İslam dünyasına yönelik operasyonlarda yer almak demek, Türkiye’nin Ortadoğu vizyonunun çökmesi demektir” diyor.

Yani karşı mahalleye hâkim olan ses, ya dünyada ne olduğunun farkında değil, ya yandaşlarının farkında olmasını istemiyor, ya da hepimizi yakacak bir inat içerisinde. Yoksa Suriye, Mısır ve İsrail’le aynı anda kavgalı olan bir ülkenin Ortadoğu vizyonunun hâlâ çökmediğini düşünüyor olamaz.

Ama zurnanın zırt dediği yer, IŞİD’le mücadeleyi “İslam dünyasına yönelik operasyonlar” olarak anlamlandırmak. Ve aslında Kılıçarslan’ın Yeni Türkiye’nin gençlerine dair dile getirdiği kaygılar, gümbür gümbür gelen bir çöküşü sezen ve bunun haberini olabildiğince erkenden yaymaya çalışan bir insanın çığlıkları gibi geliyor kulağa: siyasal İslam’ın çöküşü.
Çünkü gençliği asansör “kazasını” manidar bulan, kanaat önderi IŞİD’i İslam’a eşleyen, başbakanı da bu coğrafyada hiçbir şeyi din olmadan izah edemeyeceğimizi savunan bir anlayışın eninde sonunda varacağı yer, anlayamayıp anlaşamadığı dünyayı karşısında bulmak, ve bunu görenler çoğalıyor.

Aynı sırada, Kobani’de Kürtlerin ise IŞİD’e karşı verdiği mücadelenin ne anlama geldiğini anlayanlar da çoğalıyor. Bütün göstergeler tarihin bugünün iktidarını barış süreciyle IŞİD arasında, Avrupa ile Ortadoğu arasında net bir tercih yapmaya ittiğini gösteriyor.

Bu tercihin nasıl olacağını bilemesek de, iktidarın kendinden görmediği ve zaman zaman insandan saymadığı kim varsa, İsmail Kılıçarslan’ın şu anda yaptığı türden eleştirileri duymalı, desteklemeli ve teşvik etmeli. Karşı mahalleye “nifak tohumu” ya da “fitne” sokmak için değil. Mahalleler arasında anlamlı bir konuşma ihtimalinin üzerine titremek gerektiği için.

Çünkü mahalleler birbiriyle ve daha önemlisi karşı mahalle kendi içinde konuşmamaya bu kararlılıkla devam ederse, başımıza gelecek olan felaketi “onların” ya da “bizim” felaketimiz diye ayırmanın imkânı da, anlamı da olmayacak. Ama uzun vadede, ne olursa olsun, isteyen istediği kadar inat etsin, kızlarla erkeklerin aynı sınıfta eğitim yapıp yapmamasını ya da eğitimin esasının dini olup olmamasını ya da anadilde eğitimin bir hak olup olmadığını tartışmaya on yıllarca devam edemeyiz, etmeyeceğiz.

Hayat buna izin vermeyecek.