Etrafımızda ölümler, kayıplar, acılar, adaletsizlikler kol geziyor. Haksızlığın daha bir türlüsünü hazmedememişken...

Etrafımızda ölümler, kayıplar, acılar, adaletsizlikler kol geziyor. Haksızlığın daha bir türlüsünü hazmedememişken, ardından başkaları, sonra daha başkaları sular seller misali dökülüyorlar önümüze. Daha kaygılandığımız bir konuyu bile yeterince ortaya koyamamışken, daha bir acının bile yasını doğru düzgün tutamamışken yenileri, daha yenileriyle hemhal oluyoruz.  Herbir şeyi bırakıp, işimiz sokağa çıkmak, acımızı dillendirmek, protestomuzu ortaya koymak olsa, protestolarımıza günler, geceler yetişemez hale geliyor.

Sizi bilmem ama ben, neye yanacağımı bilemez hale geldim.

Bunca yaşananlardan sonra, bir tarafta Kürtlerin kimlik mücadelesinin hala kabullenilmediğine mi yanalım, öte tarafta kimlik değil ayrılık, siyasal mücadele değil savaş ve ölüm diyenlerin baskın çıkmasına mı?

Bu mücadelenin sivil canlara yönelmesine mi üzülelim, siyasal çözümden söz edenlerin, bunun peşine düşenlerin tutuklanmasına mı?

Canlı bombalarla ölen sokaktaki insanlara mı ağlayalım, canlı bomba olmayı kabullenme durumuna mı?

Farklı düşündükleri için suçlanan, tutuklanan düşünce insanı, gazeteciler adına mı yollara dökülelim, yoksa “demokrat ve özgür” ülkede düşüncenin bu kadar kolayca suça, teröre bağlanabilmesine mi?

Deniz Feneri Davasındaki hokus pokuslara mı karşı çıkalım, Ergenekon davasındaki tutuklamaların yargısız infaza dönüşmesine mi?

Bunca fikir suçlusunun hapiste olmasına mı üzülelim, hapiste olup da insan yerine konulamayana, doğru dürüst tedavi edilmediğinden ölüp gidene mi?

Yargıda görevden almaları, peş peşe gelen şikayet ve istifaları görüp yargı nereye gidiyor diye mi kaygılanalım, yetmez ama evetçilerin hala yargı bağımsızlığı teranesini sürdürmelerine mi?

Van ve Erciş’teki kayıpların mı yasını tutalım, insan canı, tarih saygısı, çevre bilincine boş veren paragözlüğün yok ettiği ahlak ve vicdanın mı?

Orada, “deprem Türkiye’de olsaydı farklı olurdu” diyenlere mi kızalım, burada onlar ve biz diye ayıranlara mı?

Binaların güvenliğini “”yönetmeliklere” bağlayan, yönetmelik yoksa güvenlik olmayacaktır diyebilenlere mi şaşalım, bu kadar ortadayken suçu ört bas etme gayretine mi? 

Ordu vesayeti, yargı vesayeti deyip bunlara karşı çıkarken vesayeti teke indirdiklerini görmeyenleri mi kınayalım, hala hükümete de, demokrasi sevdasına da toz kondurmayanları mı?

Göbekbağı ile paraya ve iktidara bağlanan medyadan mı ürkelim, nerede sansür var diye soran “baş” köşecilerden mi?

“Dokunanın yandığı” bir toplumda yaşadığımıza mı üzülelim, “dokunan yanar” korkusunun farklı sesleri hepten duyulamaz hale getirmesine, top çevirmelerle, cümbüşlü atışmalardan ibaret hale gelen “düşünce” dünyasına mı?

Dini ya da İslamı, toplumu biraraya getiren tek harç haline getirmeye çalışanlara mı kızalım, kimlikçi, kültürelci aydınların nicedir sosyo-ekonomik sınıfları yok etme gayretine mi?

Kadına yönelik şiddeti mi kınayalım, her yanından şiddet, öfke, korku, adaletsizlik dökülen bu toplumu görmezlikten gelenleri mi?

Eksik bıraktığım vardır ama yanlış mıyım?

Öyle bir yerdeyiz ki, acının da, kaygının da bini bir para!