Ülkenin bağımlı ve bağlı medyasının en önemli yayınıydı, amiral gemisi derlerdi Hürriyet gazetesi için. Nasıl iktidar partisinin bilgisiyle basıldığı, zor yoluyla el değiştirdiği, tamamen erk safına geçmesi anlatılıyor. Netice; elbette tırt! Suskunlar, inadına. Zaten ne söyleyebilirler ki, evet, kendimiz çalıyor, kendimiz oynuyoruz, siz de kimsiniz mi diyecekler, katiyen demezler, diyemezler.

Öylece izliyoruz işte!

ALPER TURGUT

Meşhur “Susurluk Kazası” olarak yakın tarihimize kazınan şey, aslında hep bilinen, hep söylenen ancak asla şekillendirilemeyen derin devlet çetesinin (elbette tırnak ucunun) ilk kez görünür olmasıydı, başlı başına. 1990’ların bir yanı kan, korku, gözyaşı ve şiddet ise diğer tarafı da yüksek bir ortak bilinç, hayli belirgin bir farkındalık ve elbette yaman bir toplumsal muhalefetti, hiç kuşkusuz. Yargısız infazların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, faili meçhul cinayetlerin müsebbibi olanlar, siyasetin içerisinde boy gösteriyor, milletvekili hatta bakan oluyorlardı, bunu hak ettiniz der gibi, acı çekenlerle, yaşamdan koparttıklarının yakınlarıyla alay eder gibi, hani bile isteye, yani göstere göstere.

Meşhur MİT raporuyla sızdırılan, devlet görevlileri, suç örgütleri ve ünlülerin yuh artık diyebileceğimiz çıkar amaçlı ilişkilerine, ya bunlar dedikodu, solcu sayıklaması, zaten alayı cennet vatanımızın düşmanı diyenler, Susurlukla birlikte ilk kez endişeye kapılmış, artan tepkiler karşısında çaresiz kalmışlardı. Büyük skandalın üzerinden neredeyse üç ay geçmişti, devlet denilen mekanizmanın dişlilerinin bu denli kirlenmesi ve güzelim şair Can Yücel’in şalteri indirmesi. Üzerinden 24 yıl geçse de o akşamı gayet ne hatırlıyorum, Beyoğlu’ndaki Leman Kültür Merkezi’nin pek geniş olmayan odasına sığmaya çalışan bizler, ümitliydik ve heyecan içerisindeydik. Çünkü memleket, yepyeni bir sivil itaatsizlikle tanışmıştı. “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık”, milyonlarca insanı kattı hikâyesine, ta ki hükümet düşene dek. Ellerinde mumlarla alanlarda toplananlar, meydanlarda ‘Anaların öfkesi katilleri boğacak’ diye haykıranlar, tencere, tava, düdük, zurna, davul, hatta saksafonla devasa koroya katılanlar, kısmen umutluydu artık.

Ancak… Derin devlet adı üzerinde, sığ olması mümkün değil! Buzdağının ucu bariz diye, çözülmüyor mesele. Hepimizi oyalayan, uyutmaya çabalayan sistem, çoktan gereğini düşünmüştü. Susurluk sanıkları, hop salıverildi. Bizim ahali, saf ve temiz insanlardan oluşur, haliyle altı ay geçmişken üzerinden yine başlayalım eyleme denildi, lakin ne katılım aynı oldu ne de etkisi. Sanıklar komik cezalarla yırttı, bir kısmı cezaevine bile girmedi, az bir süre yatanlar, cezası ertelenenler, derken malum çarkın onlar için döndüğü yine ve yeniden kanıtlanmış oldu.

Düşünün eski bir içişleri bakanı, kaymakamlık, valilik, polis amirliği, şube müdürlüğü, il emniyet müdürlüğü, emniyet genel müdürlüğü derken şimdi iş insanı olmuş, 40 yılı aşkın bir süre, hakkında sayısız iddia varken, birileri bize işkence etti demiş, diğerleri yargısız infazların arkasında o var diye söylemiş, hiçbir şahit, hiçbir olay, onu yavaşlatsa da durduramamış, 1000 operasyon yaptık diye üstüne de böbürlenmiş. Yaşı 70’e gelmiş, herkes her şey değişmiş, kimse ona neler oluyor birader bile diyememiş. Devamlı karaltıda kalalım, gün ışığana asla çıkmayalım. Oh ne ala memleket.

Bir süredir, bir ünlü çete liderinin, yurtdışına kaçıp, Türkiye’de adalet aramasıyla (ironi gibi gelse de en nihayetinde adalet herkese gerekiyor) ortaya dökülen iddialar, kabul buyurun, Susurluk’u resmen yaya bırakır. Elbette çoğu insan, Sedat Peker’e inanıp inanmamaktan daha çok, yurdumuz adına hep kafalarını kurcalayan, sürekli midelerini bulandıran haksızlık, hırsızlık, yancılık, kayırmacılık mevzularının dillendirilmesine yoğunlaştılar, kulak kabarttılar, bilesiniz. İnsanlarımız aptal değil, bu buldukları yere çökmelerin, devlete sırtını dayayıp yapılan şuursuz hareketlerin, milyonları götürmelerin, ülkenin kaynaklarını iç etmelerin, aslında herkesin geleceğini tehdit altına aldığını hissediyor, görüyor ve biliyorlar.

Şimdiye dek çekilen altı videonun izlenmesi, çoktan 30 milyonu aştı, üstelik sürekli artıyor, sayın halkımızın, yeni bölümlerini sabırsızca bekledikleri TV işi diziler bile, bu ölçüde rağbet görmemişti, harbiden. Türkiyenin gündemi, perşembe ve pazar günlerine kilitlendi, büyük resmi görmeye de gerek kalmadı ha, önünde çiziliyor, boyanıyor işte. Peki, gizli tanıklarla birçok insanın canı yanmışken, en ufak bir iktidar eleştirisinde kapında aynasızlar belirirken, birileri rekortmen 100 metre koşucusu gibi, soruşturma aşkına sprinte hazırlanırken, niye bunca şaibeye, şüpheye, iddiaya, tonla lafa rağmen, kimse kılını dahi kıpırdatmıyor? Tüm Türkiye seyrederken, açık açık şahidim diyor, tanıklar bunlar diyor, hatta suçu ben işledim, itiraf ediyorum diyor. Adalet mekanizmasına, yapılması gerekenleri tane tane açıklıyor, yok, vızıltı yok, kımıltı yok, hiçbir şey yok!

Sevgili halkımız (hatırı sayılır bölümü), hakkını teslim edelim, entrikaları sever, dedikoduya bayılır, külhanbeyi, kabadayı, mafya, baba, büyükbaba, bıçkın, bitirim, alayını gayet beğenir, racon kesene sempati besler, gücü, parayı, statüyü görünce çekinir, kimi el pençe divan durur kimi de hazır ola geçer. Susurluk’a rahmet okutan böylesi bir takvim var hâlihazırda ve neredeyse hepimiz, yeni bölüm beklemekte ve salt izlemekteyiz. İlla daha fazlası olsun, daha da karanlık, daha kanlı, daha büyük, daha çetrefilli, daha sisli, daha şaşaalı, daha merak uyandıran.

Hayda, bizim çocukta çok yetenek yok! Ya futbolcu ya da popçu olamayacak, besbelli. Okuyan da sürünüyor veya yurtdışına göçüyor. En iyisi bir ustanın yanına çırak verelim, iş dünyasına alışsın şimdiden. Nayır, nolamaz! Çöküyorlar işyerine, fabrikana, marinana, şikâyet etsen, çırpınsan, galeyana gelsen, çıldırsan ne fayda, umudumuz varken yarınlara, çocuklar kaldı resmen ortada. Pes!

Ülkenin bağımlı ve bağlı medyasının en önemli yayınıydı, amiral gemisi derlerdi Hürriyet gazetesi için. Nasıl iktidar partisinin bilgisiyle basılması, zor yoluyla el değiştirmesi, tamamen erk safına geçmesi anlatılıyor. Netice; elbette tırt! Suskunlar, inadına. Zaten ne söyleyebilirler ki, evet, kendimiz çalıyor, kendimiz oynuyoruz, siz de kimsiniz mi diyecekler, katiyen demezler, diyemezler. Ha! Gazeteci etiketli ibişler, şimdi heyecanla beklemekteler, aman biz de patlamayalım diyerek. Oysa ne çoklar, birbirlerini güzel kolluyorlar, hemşerilikle, çeşitli aidiyetlerle. Hatta bir kısmı iktidar, diğerleri muhalefete yakın durarak konum alıyorlar, kim kazanırsa, diğerlerini kurtaracak. Kaybeden olmayacak. Gerçekten.