Uzun süredir ABD’nin gündeminde olan Transpasifik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TPP), “gizli” tartışmaların ardından ABD ile Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan Japonya’nın da aralarında olduğu 11 ülke tarafından imzalandı. Şimdi hayata geçmek için her ülkenin parlamentosundan çıkacak onayı bekliyor.

Bu arada ABD’de TPP’ye karşı çıkanların (içlerinde demokratlarında önemli bir payı var) anlaşmayı “ObamaTicareti/ObamaTrade” olarak adlandırmalarının bir nedeni Obama Transatlantik (TTIP) kadar TPP’yi de önceliğe koymasıydı. Kapitalizmin baş hegemonu ABD’nin daha geniş pazarlara hükmetme arayışının günümüz koşullarında daha da agresifleşeceğini de bu vurgulardan anlayabiliriz.

Peki TPP Nedir, Nasıl Sonuçlar Üretir?
TPP esasında 1990’ların sonundan bu yana dünyada özellikle ABD’nin öncülük ettiği ikili, bölgesel veya bölgeler arası “tercihli ticaret anlaşmalarından” bir tanesi. Bu anlaşmaların sayısındaki artışın son yıllarda hızlanması da elbette dünya kapitalizminin içinde bulunduğu durgunluk ve yeniden ayağa kalkabilme yöntemlerine ışık tutuyor.
Nasıl ki futbolda lig klasmanları, güç dengesini gözeterek zayıf takımları en güçlülerle bir araya getirmemek ve zayıfların kazanma-güçlenme şansı baştan yok edilmesin maksadıyla varsa, ekonomik-ticari anlaşmalarda da böylesi bir denge zorunludur. Aksi takdirde eşit olmayan taraflara eşit yasalar uygulandığında zayıf olanın gelecekte kendi dinamikleriyle güçlenebilme şansı baştan sıfırlanmış olur. TPP de böylesi “sıfırlayan” bir anlaşmadır. Baş hegemon ABD’nin, diğer zengin/sanayisi görece gelişkin Kanada, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte aynı şartlar altında tek bir pazarda Şili, Malezya, Meksika, Vietnam gibi ülkelerle oynayacağı oyunu düşünün. Bu tek kale maçta oyunun kazananları da, birincisi de şimdiden bellidir. Dahası bu anlaşma ile pazar gücünü büyüten “kazananlar” kümesinin bundan böyle dünyanın geri kalanına karşı daha acımasız ve gaddar olacağı da aşikardır.
Geniş bir yelpazede ticaret, vergi, tarım politikaları, ilaç endüstrisi, fikri mülkiyet hakları vb alanlara yönelik ülkeler üzerinde bağlayıcı hükümlere sahip olan bu anlaşma, ülkeleri bu hükümlere uymamaları halinde ağır yaptırımlara tabi bırakıyor. Bu yaptırımın güç durumlarına göre hangi ülkelere uygulandığını ise göreceğiz. Velhasıl anlaşma ile en güçlü ülkeler 28 trilyon dolarlık GSYH’yi bir araya getirirken, dünya ekonomik faaliyetlerinin de yüzde 40’ını üst bir yasal çatı altında denetimi altına almış oluyor.
TPP ile adeta çok uluslu şirket rejiminin anayasası inşa ediliyor. Bundan böyle taraf ülkeler çok uluslu şirket karlarının önüne hiçbir toplumsal, politik veya çevresel gerekçelerle engel çıkartamayacaklar. Ha zaten çıkartmıyorlardı, ama bu durum artık yasal güvence altında. Eğitim, sağlık, su hakkı, kentsel haklar, çevrenin korunması vb toplum yararına kısıtlayıcı düzenlemelere ilişkin şirketler ülkelere dava açabilecek, yüklü tazminatlar koparabilecekler.

Ve Türkiye…
TPP ve sonrasında sırada bekleyen AB ve ABD arasındaki Transatlantik Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması kısa adıyla TTIP, kuşkusuz Türkiye ihracatına ve pazar payına darbe vuracak. Örneğin Türkiye’nin en büyük ticaret partneri AB ülkelerini kapsayan TTIP ile birlikte ABD’nin Türkiye’ye sattığı mallar ülkeye gümrüksüz girecek ama Türkiye ABD’ye hala gümrük ile mal sokabiliyor olacak. Dolayısıyla Türkiye mevcut AKP politikalarıyla oyun dışı tutulan ve “kendi kaderine” terk edilen ülke konumunda yalnızlaşmaya devam edecek.

•••

Son not olarak bir çağrı! #10EA
Önemli ama çok önemli dönemlerden geçiyoruz. Büyük pencereden kapitalizmin gidişatının ülke üzerindeki etkileri bir yana, Türkiye-bu etkilerin de mimarı olan-Saray merkezli AKP eliyle İslamcı faşizmin karanlığına sürükleniyor. Yaşam hakkı dahil tüm hak ve özgürlükler rafa kalkmış durumda. Saray, kendi rejimini tüm geniş itirazlara ve direnişlere rağmen tüm ülkeye savaşı dayatarak kurmanın peşinde. Savaşla susturmanın, savaşla gizlemenin peşinde. Bir avuç cihadist çeteden farklı olmayanların yaşamlarımızı, değerlerimizi ve birikimlerimizi gasp etmesine izin vermemek, hepimizin en büyük sorumluluğu ve önceliği.
İşte tam da bugün sokağa çıkıp “Zulmü Birlikte Yıkacağız” demenin tam zamanıdır.
O zaman haydi hep birlikte!
10 Ekim’de Ankara’da, yaşadığımız hayatı karartanlara karşı bir arada durmaya, teslim olmayacağımızı göstermeye… Bu daha başlangıç demeye… haydi… hepbirlikte!!