300 bin yıllık tarihimiz ve taş çatlasa 10 bin yıllık medeniyetimizle dünya tarihi içinde bir zerre bile değiliz. Eğer birkaç bin yıl sonra bile kendimizi yok edecek olsak, evrim tarihi açısından büyük bir başarısızlık olur.

İnsan, yaşadığı çevreyi dönüştürme yeteneği sayesinde bulunduğu yere gelmiş bir türdür. Düşünecek olursanız bize medeniyetimizi veren şey, zekâmız olduğu kadar, o zekânın alet yapımında kullanılabiliyor olmasıdır. Örneğin çok zeki olup da alet yapacak fiziksel donanımdan yoksun olan bir hayvan türü, belki de insanların bugün eriştiği seviyede bir medeniyeti inşa edemeyecekti. Bizler, yaşam alanlarımızı dönüştürerek, bize sorun çıkaran parçaları atarak, arzu ettiklerimizi çevremize ekleyerek, kısaca Dünya’yı kontrol ederek medeniyetimizi inşa ettik. Elbette bir medeniyet inşa edebilmiş olmak, bu işte iyi olduğumuz anlamına gelmiyor; en nihayetinde başarılı olup olmadığımızı zaman belirleyecek. 300 bin yıllık tarihimiz ve taş çatlasa 10 bin yıllık medeniyetimizle Dünya tarihi içinde bir zerre bile değiliz. Eğer birkaç bin yıl sonra bile kendimizi yok edecek olsak, evrim tarihi açısından yüz kızartıcı bir başarısızlık abidesi olarak Evren tarihine geçerdik. Örneğin içinde bulunduğumuz insan kaynaklı ve ölümcül iklim krizi, gezegen üzerindeki kontrolümüzün ne kadar kaygan olduğunu güzel ve ürkütücü bir şekilde göstermektedir. İşte bilim insanları, çok farklı bilim dallarından öğrendiklerimizi bir araya getirerek, doğaya daha iyi nasıl hükmedebileceğimizi ve daha önemlisi, ne zaman ve nasıl müdahale etmemiz gerektiğini çözmeye çalışmaktadırlar. Yapabileceklerimizin ötesine geçip, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri belirlemeye çalıştığımız için, sadece bilim değil, aynı zamanda ahlak felsefesi (etik) gibi felsefe dallarından da yardım almaları gerekmektedir.

DEĞİŞİME MÜDAHALELER

İşin bilim tarafında geleceğimizi etkileyen bir unsur, doğadaki canlıların evrimsel değişimine yaptığımız müdahalelerdir. Çünkü ister farkında olarak ister farkında olmayarak olsun, ister iyi yönde ister yönde ister kötü yönde olsun, salt varlığımız ve en temel beşeri faaliyetlerimiz bile, sayımız ve yayıldığımız geniş coğrafi alan nedeniyle doğadaki türlerin evrimsel patikalarını değiştirmektedir. Mesela abartılı antibiyotik tüketimi, dirençli bakterilerin evrimine neden olmakta ve bir sonra yayılacak epidemiyi belirlemektedir. Tarlalarımıza sıktığımız ilaçlar, o sebze ve meyveler üzerinde üreyen haşerelerin belli moleküllere karşı daha dirençli olarak evrimleşmesine neden olmaktadır. Bu gidişat, evrimi kontrol etmek konusundaki beceriksizliğimizi yansıtmaktadır.

Bu konuda PLOS Biology dergisinde yayınlanan yeni bir araştırma, ekonomi ve evrimsel biyolojinin araçlarını bir araya getirerek en uygun stratejileri belirlemeye çalışıyor. Queens Üniversitesi’nden Troy Day, çalışmalarının amacını şöyle anlatıyor:

“İnsanların eylemlerinin ekonomik ve evrimsel sonuçlarını modellersek, evrimsel olarak arzu edilen davranışları en iyi şekilde nasıl teşvik edeceğimizi belirleyebiliriz.”

Yaptıkları, temelde şu: Biyolojik dünyanın evrimine özellikle etki eden bazı meslekler vardır (örneğin hekimler, çiftçiler, vs.). Bunların kontrolleri altındaki biyolojik organizmaların evrimine yön vermelerine neden olan bazı uygulamalar vardır (örneğin ABD’deki doktorların abartılı miktarda antibiyotik reçete etmesi veya çiftçilerin tarlalarında ilaç kullanması gibi). Ancak bu kişilerin kısa vadede işe yarayan bu yöntemleri uygulaması, uzun vadede zarar oluşmaktadır (örneğin hemen antibiyotik yazmak, hastalığı kısa sürede ortadan kaldırabilir; ama bu sürekli yapıldığında, uzun vadede daha dirençli bakteriler evrimleşmektedir). Dolayısıyla bu “evrim yöneticilerinin” uzun vadeli avantajları, kısa vadeli zorluklara tercih etmeleri için belli teşvik değişimleri yaratılmalıdır. Şöyle düşünün: Acile gelen bir hastanın antibiyotiğe dirençli ve tehlikeli bir bakteri taşıyıp taşımadığını belirlemek hastane için maliyetli olabilir; ancak bu tür bir tarama sonucunda hastayı izole etmek, acildeki diğer hastaların bu bakteriyi kapmasına engel olur ve süper güçlü bakterilerin daha da fazla evrimleşmesinin önünü keser. İşte bir hastanenin hastaları taramayı seçip seçmeyeceği, bu maliyet ve faydaları nasıl değerlendirdiğine bağlıdır.

OYUN TEORİSİ

Burada devreye Oyun Teorisi girer. Bu teori, bireylerin kararlarının birbiriyle bağlantısını ve farklı tarafların kararlarının birbirini nasıl etkileyebileceğini analiz eden bir teoridir. Teoriyi kullanarak optimum davranış biçimlerini tespit etmek ve belli davranışları pekiştirmek için gereken teşviklerin seviyesini belirlemek mümkün olur. Duke Üniversitesi’nden David McAdams, çalışmalarını şöyle anlatıyor:

Antibiyotiğe dirençli bakteri örneğinde, hastaneler, topluluk temas takibi gibi yöntemlerle dirençli bakterilerin yayılmasını engellemeye çalışabilirler. Tabii bu, ek maliyetler gerektirecektir, dolayısıyla bir hastanenin tek başına bunu yapmak için muhtemelen yeterli teşviki olmayacaktır. Ancak her hastane bu ek adımı atarsa, toplu olarak bu bakterilerin yayılmasını yavaşlatmaktan hepsi fayda görebilirler. Oyun Teorisi, size bu olasılıkları düşünmeniz ve genel refahı en üst düzeye çıkarmanız için sistematik bir yol sunar. Birbiriyle ilişkili ve çok geniş bilim sahalarını etkileyen iki teoriyi bir araya getirmek, dönüştürücü tespitleri beraberinde getirebilir. Örneğin ilaç tedavilerinin veya haşere öldürücülerin kullanımının uzun vadeli evrimsel etkilerinin ekonomik etkileri daha iyi belirlenebilirse, bu ürünleri kullanan uzmanların uzun vadede yanlış stratejilerden ne kadar zarar görecekleri daha net gösterilebilir. Böylece evrimi sınırlayan ve biyolojik kaynakların değerini daha uzun süre koruyan stratejiler, kısa vadede daha maliyetli olsa bile, uzun vadede ekonomik açıdan fayda sağlayabilir. Bu koşulların belirlenmesi, doğru politikaları hayata geçirmemizi sağlar ve en önemlisi, evrime çok daha güçlü bir şekilde hükmedebilmemizi sağlar.