Sokaktaki veya ‘dışarıda’ herhangi bir alandaki oyun, doğaçlamalara, olumlu olumsuz çeşitli sürprizlere açıktır.

‘Oyun’un dönüşümü

Aydın Afacan

Hiç oynamayan insan var mıdır? Bu soruya olumlu yanıt vermek imkânsız olsa gerektir. Bebeklikten ömrünün sonuna değin her insanın hayatı oyunlarla doludur. Bu, ‘oyun’un mecazi anlamları eklenmeksizin böyledir. Geniş anlamda, eski seyirlik oyunlardan çeşitli danslara sanat dallarından gündelik pratiklerine hayatın her alanında vardır oyun. Özellikle çocuk etkinliklerine atfedilmiş olsa da büyüklerin yaşam pratikleri içinde önemli bir yer tuttuğu da anımsatılmalıdır. Burada ‘pratik’ vurgusuna dikkat etmeli: Çünkü gerçek oyun ortamında insan bir eyleyendir; oradaki etkinliğin başlangıcından sonuçlarına her aşamasında belli rollere sahiptir. Bu, sosyalleşme süreçlerinden beden enerjisine kadar son derece önemli bir durumdur. Seksek, çember, saklambaç, evcilik, birdirbir, çelik çomak, mendil kapmaca, bilye (misket) ve daha birçok çocuk oyunu, önce kent yaşamı günümüzde de ‘sanal ortamlar’ dolayısıyla artık tarihe gömülmüş gibi görünüyor. Bu oyunların sosyal bir varlık olarak insanın hayat çizgisindeki yerini kabaca düşünmek bile oyundaki dönüşümün sonuçları konusunda iç karartan bir tablo sunuyor.

Oyun düşüncesi

‘Oyun’un insan hayatındaki yerine ilişkin kuramsal ilgi Schiller’den Huizinga’ya, Eugen ‘Fink’e, farklı düşünürlerde çeşitli yankılar bulmuştur. Schiller, işbölümünün yarattığı sorunları aşmayı ve hatta ‘tam insan’ olmayı oyun (ve sanat) koşuluna bağlar: “Çünkü sonunda, insan, sözcüğün tam anlamıyla insan olduğu yerde oynar ve o, ancak oynadığı yerde tam insandır.” Alman filozofun ‘insanın estetik eğitimi üzerine’ düşünceleri bu çerçevede biçimlenmiştir. ‘Oyun’u insanın varoluşuyla birlikte temelden inceleyen Huizinga, ‘oynayan insan’ (Homo Ludens) kavramını ileri sürer. Ona göre: “Oyun tam anlamıyla cereyan eder. Zaman ve mekân olarak bazı sınırların içinde ‘sonuna kadar oynanır’. Kendi akışına ve kendinde anlamına sahiptir”. Oyunu anlamak için ‘bir dünya bilgisi etrafında hareket etmek’ gerektiğini öne süren Fink de ‘oyun olarak dünya’nın altını çizer: “Oyunu anlamak için dünyayı tanımalıyız ve oyun olarak dünyayı anlamak için, çok daha derin bir dünya bakışı geliştirmeliyiz.” Görüşleri aktarılan bu üç düşünür de oyunun pratik sonuçlarına ilişkin son derece önemli ufuklar sunmuşlardır çalışmalarında. Bir anlamda oyun doğası gereği, insan eylemlerinde içkindir. Ama bu gün gözlemlemekte olduğumuz dönüşüm hangi süreç ve doğrultuları işaret etmektedir?

‘Sanal’ ve ‘gerçek’ olarak oyun

Sokaktaki veya ‘dışarıda’ herhangi bir alandaki oyun, doğaçlamalara, olumlu olumsuz çeşitli sürprizlere açıktır. O anda orada hesap edilmemiş herhangi bir durum karşısında çocuğun tepkisi ‘kendine özgü’ bir tepki olacaktır. Bu da pedagojik bir söyleyişle onun ‘özerk benlik gelişimine’ değerli katkılar sunar. Sonuç ne olursa olsun kendisinin de dahil olduğu, önlemini aldığı veya sonuçları konusunda gerçek deneyimlere sahip olduğu süreçler söz konusudur. Peki, sanal oyunlarda insana özgü doğaçlamalar ne ölçüde yer bulmaktadır? Bu oyunların tamamı ‘hendese’ veya daha popüler bir deyişle ‘mühendislik’ ürünüdür. Oyunun bütün aşamaları hesaplanmıştır. Bu, çeşitli sürpriz durumlar için de geçerlidir. Oyunda herhangi bir ‘sosyal tehlike veya risk’ söz konusu değildir, çünkü gerçek kişilerden ve sosyal süreçlerden uzak bir ortamdır ‘sanal dünya’. Eğlence oyunun yalnızca belli bir boyutudur ve çeşitli dinamikleriyle oyun, insanı bütüncül olarak geliştiren bir süreçtir. Bütün süreç ve temaları eğlenceyle ‘kilitleyen’ tüketim toplumu mühendisleri, tüm bireyler için ortak bir hayal gücünü çoktan ve uzaktan planlamışladır. Sadece şu soru bile söz konusu dönüşümün seyrini göstermek bakımından çarpıcıdır: Her şeyiyle uzaktan planlanmış bir ‘oyun’ içinde kişi ne denli ‘kendisi’ olabilecektir? Toplumun gerçek kolektifleriyle kendini ortaya koyduğu durumları ‘bireyi, bireysel gelişimi engellediği’ gerekçesiyle eleştiriye tabi tutan neoliberallerin, robotlaşmanın ‘mukadder’ göründüğü bu süreç için söyleyebileceği bir şey var mıdır? Evde ekran karşısında hatta kimi ebeveyn tarafından yemeği bile oraya taşınan, her şeyi, bütün ‘tehlikeleri’ o ‘güvenli mesafe’den idare eden bir izleyicinin sosyal konumu ne olabilir?