Sonra büyür o çocuklar, kurtlar kuzular değişmese de oyuncaklar değişir. ‘Gerekirse 4 adam yollatırım, 8 füze attırırım’ diyen adamlar oyunları yönetir hale gelir

Oyuncak

> ALEV KARADUMAN karadumanalev@gmail.com

Aslında bildiğimiz ebelemeç. Ama şehir çocuklarından biraz farklı olarak, Ağrı Dağı’nın eteğinde büyümüş olmanın verdiği analoji imkanlarıyla oynanıyor. Oyunun adı ‘Kurt kuzuyu yakaladı’ Kuzu konumundaki çocuklar tek sıra halinde dizilip birbirlerini bellerinden tutuyorlar, en önlerine de bir çoban geçiyor. Bir de ebe konumunda olan kurt var ki, sürüye saldırıp çocukları yakalamaya çalıştıkça kuzular bir o yana bir bu yana kaçışıyor; çobanlar kendilerini onlara siper ediyor. Kurt birer birer yakalıyor birbirine yapışmış, bir oraya bir buraya kıkır kıkır savrulan kuzucukları. Tüm sürü yakalanıp bittikten sonra, çoban ‘Ez mane çarıq gore, mı mane’ (Bir ben kaldım, bir de çorabım çarığım!) diyerek teslim oluyor. Sonrasında yeniden oyun kuruluyor, küçücük çocuklar, kocaman dağın gölgesinde, büyük ve vahşi, küçük ve masum rollere bürünüyor, oyun devam ediyor…

Oyuncak mevhumundan biraz uzak büyümüş çocukların oyunları tabii bunlar. Öyle ki hasbel kader ellerine bir oyuncak düdük geçse, anneleri kaybolmasın diye ceketlerine dikiyor, kendileri en sevdikleri sopalarını kemerlerlerine bağlıyor. Aslında çoğumuzun anne babalarımızdan duyduğu bu yokluk hikayelerinin aksine, oyuncağın tarihi Antik Yunan’a ve Mısır’a kadar gidiyor. Mısır’daki kral mezarlarından, peruğuna kadar detaylandırılmış oyuncak bebekler çıkması ya da taştan yapılmış ilk yo-yo’ların Antik Yunan’da bulunması, oyuncağın insanlığın başlangıcından beri olduğunun kanıtı. Ama yine o zamandan beridir ki oyuncak, varlıklı ve yoksul çocuk arasındaki en keskin çizgi... Nereden baksanız çocuk ya bahsettiğimiz; araba yazlık bilmez, ona göre mal varlığı da, geriye bırakılacak vasiyeti de düdüğü topacıdır aslında.

Elinde olsa da olmasa da oynar çocuk… Yetişkinlerin dünyasını taklit ederek oynar, elindekiyle oynar, hayalindekiyle oynar, arkadaşının söylediğine kandığıyla oynar. Anne olur, baba olur, uçak olur, kurt olur, kuzu olur, oynar. Birlikte ve yalnız yaşamanın, hayatta kalmanın provasını oynar. Şair ‘Oyuncak, insan yavrusunun ilk kitabıdır, hayat dersi aldığı ilk kitap.’ der ya; o lafı bilmeden ama kurduğu her hayalle kendisine ve büyüyünce yaşamak istediği dünyaya adım atarcasına oynar. Şimdilerin ebeveylerinin ‘Çocuklar artık oyuncakla oynamıyor, tabletlerine gömüldüler’ söylemindeki şımarıkça nostaljiye aldırmadan oynar o, savaş meydanlarında bombalar patlatarak, oyuncak mikrodalgalarında renkli hamurdan yapılmış muffin’lerini ısıtarak… Sadece markalı oyuncak alıp Çin malı oyuncakların üzerindeki katkı maddeli boyaların zararından dem vurmayarak, renklerin ihtişamına kapılarak, o renklerden yoksun yaşıtlarının hiç farkına varmadan hem de…

Sonra büyür o çocuklar, kurtlar kuzular değişmese de oyuncaklar değişir. ‘Gerekirse 4 adam yollatırım, 8 füze attırırım’ diyen adamlar oyunları yönetir hale gelir. İnsan taciri ve katillerin insanlık dışı oyunlarını ‘Kobane düştü düşecek’diye iştahla bekleyen seyirci ve oyun kurucuları belirir. Ama onların bilmediği öyle değerler vardır ki, o koca dağların gölgesi gibi düşer kimilerinin üstüne. Dağları değil ama gölgesini hisseden 200 kuzu yola çıkar buradan oralara, başka kuzuları sevindirmenin hayaliyle…

Oyuncak götürmek için.

Çünkü hevestir oyuncak. Çünkü hayatın küçüğü, kontrol edilebilenidir. Sehpaları atlatıp koltukları devirdikten sonra parçalanmayan arabalar, ne giydirirsek giydirelim ayıplanmayan, kolları bacakları kırılsa da engelsizce yürüyebilen bebeklerdir onlar. Sınırlı dünyanın sınırları kalkmış halidir. İmkansız diye bir şeyin olmadığı dünyayı vaat ederler, köpeklerin kedilerin konuştuğu, robotların aşık olabildiği bir dünyadadır onlarınki. Bize anlatılan savaştan, kendilerinin yaşadığı yıkımdan başka bir dünyayı da hayal edebilsin diye çocuklar, 200 çoban yola çıkmıştı, kuzuları sevindirmek için. 31’i uğruna dönemedi.

Oyuncak götürmek için.

#SuruçtaKatliamVar #ŞehidNamırın