Müzisyen bir aileden gelen piyanist Rüya Taner, müzikle tanışma hikâyesini, “Küçük yaşta vaktimi oyuncaklarla değil, sabahları annem babam uyurken piyanonun başında geçirmişim” sözleriyle anlatıyor

‘Oyuncaklarla değil piyanoyla vakit geçirdim’

Öykü Özfırat

Piyanist Rüya Taner, ilk müzik çalışmalarına babası Yılmaz Taner ile başlayarak küçük yaşta Ankara Devlet Konservatuarı’na girdi. Piyano öğrenimini Mithat Fenmen ve Tulga Çetiz ile sürdüren Taner, sonraki yıllarda da müzik çevrelerince büyük yankı uyandırdı. Kuzey Kıbrıs Devlet Sanatçısı, Cumhurbaşkanı Özel Sanat Danışmanı, Steinway&Sons Piyanolarının sanatçısı seçilen konser sanatçısı Rüya Taner ile konuştuk.

Sanatla ve özel olarak müzikle, tanışmanız nasıl oldu?

Müzisyen bir ailenin içine doğdum. Kıbrıs’ta bandonun kurucusu büyükbabam Zeki Taner, babam orkestra şefi piyano öğretmeni ve eğitmen Yılmaz Taner ve halam piyano öğretmeni Yıldan Birand. Küçük yaşta oyuncaklarla değil vaktimi sabahları annem babam uyurken ben piyanonun başında geçirmişim.

‘Üstün yetenekli çocuklar yetiştirme yasası’ ile Londra’da eğitim görmüşsünüz. Yurt dışında müzik eğitimine dair gözlemleriniz neler oldu?

Hocalarımdan yana hep çok şanslı oldum. Önce Ankara Konservatuarında Mithat Fenmen, Tulga Cetiz ve Londra’da Joan Havill’in öğrencisi oldum. Tüm hocalarım beni her zaman çok yakından takip etti, vizyonları çok geniş ve onlardan muazzam bir birikim elde ettim. Yaşımın da biraz daha kavrayacak dönemde Londra’ya geçince Joan Havill’dan gerçekten öğrendiklerim sadece piyano tekniğiyle ilgili değil bir sanatçının yetişmesinde gereken tüm ihtiyaç ve bunları nasıl kullanacağımız konusunda da eğitildim. Yurt dışında okuyabilmenin diğer bir avantajı ise farklı ülkelerden oraya gelen öğrencilerle dostluklarımız.

Okulumuzun imkânları ve girmiş olduğum bölüm beni her anlamda eğitmekle insanın kendi ayakları üzerinde durması kendini tanıması yaptığına güvenmesi uzun bir süreç gerçekten birikimleri hayata dökmek tecrübelerle ilerleyebilmek.

Dünya’nın çeşitli yerlerinde konserler veriyorsunuz. Orada müziğinize ilgi nasıl? Bu başarıyı yakalamak nasıl bir duygu?

Bugüne kadar 85 ülkeyi aştı sanıyorum. Ama bu hiç kolay bir süreç olmadı. Öncelikle başlangıç noktasında bağlantıların kurulması için uluslararası yarışmaların önemi çok. Ben ne yazık ki bu yarışmalara ülkemin üzerindeki ambargolardan dolayı katılamadım. BBC’nin genç piyanistler yarışmasında yarı finalden uyruğum nedeniyle diskalifiye edildim. Bunlar bir yerde insanı kamçılıyor da farklı yollar deneyip pes etmiyorsunuz ancak çalışmakla geçecek zamanı kendinizi tanıtmakla, yeni yerlere müracaatlarla geçiyor, yorucu bir süreçti.

2001 yılından bu yana Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı ‘Özel Sanat Danışmanlığı’ görevini yürütmektesiniz. Ülkelerin sanat politikaları belirlenirken nelere önem verilmeli sizce?

Benim Sanat Danışmanı görevimden çok önce Kıbrıs’ta babamın şahsi girişimleriyle bir Filarmoni Derneği oluşturuldu. Amatörlerden oluşan çok sesli koro ve orkestra. Bu sonradan Devlet Senfoni Orkestrası oldu ancak 80-90’lı yıllardaki maddi imkanlar çerçevesinde ilerleyebildi. Babam, Merhum Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş ile adadaki sanatsal faaliyetleri hareketlendirmek adına yabancı sanatçıların da ülkemize gelmesini sağlamak adına zorluklardan başlayarak önümüzdeki yıl 25. Yılını kutlayacağımız Kuzey Kıbrıs Uluslararası Bellapais Muzik festivalini kendi himayesinde başlattı. Şu an Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da bunların meyveleri. Benim yurt dışında devlet bursu ile okutulmam, uluslararası festivallerin başlaması hepsi esasında bir ülkede devlet ve özel kuruluşların kültür yoluyla yapabileceği en büyük yatırımlar.

Önümüzdeki günlerde çalışmalarınız neler olacak?

Türkiye konserlerine yoğunlaşacağım bir yıl olacak. Bunun için de heyecanlıyım. Ayrıca Avusturya, Malta, Portekiz, Ingiltere, İskoçya ve İsviçre konserlerimin yanı sıra çağdaş İtalyan bestecinin eserlerinin kaydını yapacağım ve düzenlemelerini yaptığım halk ezgileri ve marşlardan oluşan bir kitabımın yayınlanması olacak.