“Akademiye giderken evlendim ve hamile kaldım. Böylelikle okula devam edemedim. Bu sefer ne oldu? Hukuk yarım, akademi yarım. Ben evde, evli ve çocuklu bir kadın ”

Oyuncu ve seslendirme sanatçısı Suna Selen: Ülkedeki sistem yaşlıları sosyal hayatın dışına itiyor

DERYA AYDOĞAN deryaaydogan6@gmail.com

Usta oyuncu Suna Selen, avukat olmak istemediği için ailesi tarafından genç yaşta evlendirilmiş. Osmanlı döneminin önemli yazarlarından Fatma Aliyev’in de torunu olan Suna Selen, yaşamı boyunca verdiği mücadeleleri BirGün’e anlattı.

»Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi?
Benim çocukluğum ikinci dünya harbinde geçti. 1939 doğumluyum. Annem hukukçuydu, babam avukattı. Türkiye’nin ilk 50 avukatının içindeydi. Onların hayali babamın yazıhanesini bana devretmekti. Bir gün yine ben çok hasta yatarken, annemin bir arkadaşı bize geçmiş olsuna geldi. Bana bir defter, boya kalemleri ve silgi getirdi. Ben de oturdum o deftere bir şeyler çizdim. Sonra birdenbire evdekilerin hepsi ‘Aa ne güzel olmuş’ diye başıma toplandı. Sonra gelen herkes resimlerimi görmeye geldi. Birdenbire çok ilgi gördüm. Ve benim kafamda bir tek şey oluştu: ressam olmak. Ressam olacağım diye koydum kafama. Atatürk Lisesi’ne girdim. İngilizce oyun yazıp oynuyorduk. Babam okul aile birliğindeydi. Babamla annem konuşurken duydum, “Nimet bak okuldan bu çocuğu konservatuvara gönderin” diyorlar. Ama bak ben ne düşünüyorum biliyor musun? Biz mademki bu kıza, yazıhaneyi bırakmak istiyoruz o zaman bu ne kadar iyi konuşursa orada diksiyon öğrenir, hitap etmesini öğrenir. Dolayısıyla hakimi de etkiler. Derdini iyi anlatır. Biz bunu yollayalım da, konuşmayı öğrensin ”dedi ve beni o sebeple konservatuvara yolladılar.

»Size düşünülen ilk rol avukatlık olmuş
Evet. Ben sadece nasıl ressam olurum onu düşünüyordum. Liseyle birlikte İstanbul Belediye Konservatuvarını bitirdim. Ercüment Behzat Lav gibi fevkalade hocalarımız vardı. Ondan sonra ben hukuka gittim tabii ki, oraya yolladılar. Bir sene okudum. Ne zaman bir şey yapmak istesem “18’ine gelince” diyorlardı... Ve ben de 18’ime girince akademinin İmtihana girdim. 3 kişi alıyorlardı ama kazandım. Evde kıyamet koptu. Çünkü o zamanlar akademililer şimdi son derece normal olsalar da çoraplarını yırtarlardı, Beyoğlu Caddesi’nde gezerlerdi.filan. Akademiyi kazanmam hoşlarına gitmedi. “Eğer sen avukat olmayacaksan biz de o zaman seni evlendirebiliriz” dediler. Neyse ben de o sırada zaten flört etmek ne demek, onu merak ediyorum. Biz Büyükada’daydık genelde her yaz. Bir de orada tanıştığım genç bir delikanlı vardı. Bunlar iki aile konuştular, anlaştılar. Kayınvalideme sordum, “Ben evlenebilirim ama siz beni akademiye yollar mısınız?” diye. O da “Tabii yollarız kızım” dedi.

oyuncu-ve-seslendirme-sanatcisi-suna-selen-ulkedeki-sistem-yaslilari-sosyal-hayatin-disina-itiyor-476060-1.

Akademiye giderken evlendim ve hamile kaldım ertesi sene. Midem bulanıyor. Ama o zaman evli ve hamile okuyan insan yok. Yağlı boyaya geçiyorum, yağlı boyadan midem bulanıyor. Böylelikle okula devam edemedim. O da yarım kaldı. Bu sefer ne oldu? Hukuk yarım, akademi yarım. Ben evde, evli ve çocuklu bir kadın oldum. O sıra eşim de ressam olmaya karar verdi. Çalışmıyor ve resim yapıyor. Bir gün hep birlikte yemek yerken eşim , “Sinemaya gidelim” dedi. Ben de gitmek istemedim. Eşim ısrar etti. Kayınpederim de “Rahat bıraksana kızı, babanın parasıyla karını sinemaya mı götüreceksin? Bunun için mi ısrar ediyorsun?” dedi. Benim çok ağrıma gitti çünkü adam söylediklerinde haklıydı. Çok düşündüm o lafı ve çalışmayı kafaya koydum.Gazete ilanlarına baktım, reklam filmleri için spiker aranıyor. Reklam filmlerine spiker olarak müracaat edeceğim, ben “çalışacağım anne” dedim kayınvalideme. İstanbul radyosu spikerlik imtihanına girdim. Spiker olarak çalışmaya başladım. 60 ihtilalinde oradaydım mesela.

»İhtilal nasıl etkiledi hayatınızı?
Önemli bir tarihe tanıklık etme fırsatı buldum. Bir ekmek kazanıp eve yardım etmeye çalışıyorum. Bir ekip geldi hükümetten, “Efendim Vatan Cephesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” dedi. Sonra kulaktan kulağa yayılıyor ki Vatan Cephesi’ne dahil olmayanlar işten çıkartılacaklarmış. Bunu büyük bir haksızlık olarak gördüm. Çünkü benim bütün emeğim riske giriyor. Hiçe sayılıyor. Bu insanı çok fena rencide ediyor açıkçası. Neyse işte böyle bir şey de yaşadık. Bu arada çocuğum da büyümeye başlamıştı. Tiyatrodan bir teklif aldım, kayınvalideme söyledim. “Cahide bak bizim uzaktan akrabamız, onun yanında çalışabilirsin” dedi. Gittim Oda Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım..

»Kayınvalidenizden çok destek görmüşsünüz.
Çok destek gördüm. Çok destek ve çok anlayış gördüm. Kendi ailemden görmediğim desteği ve anlayışı gördüm. Yani bir yerde “Kim senin bugünkü durumuna yardımcı oldu” dersen, ilk kayınvalidemdir derim. Metin Erksan bir sinema filmi için teklifte bulundu. Ben bilmiyorum, ürküyorum. Hemen kayınvalidem ile paylaştım. Anne dedim bir film teklifi geldi. “Kimin filmi kızım” dedi. Metin Erksan dedim. “Aman kızım o fevkalade kültürlü bir insandır. Onunla çalış” dedi. Öyle çalışmaya başladım.

»Bunun tam aksi de olabilirdi. Yani kayınvalideniz yapmak istediğiniz işlerin tamamnına karşı da çıkabilirdi.
Ben onu bilemiyorum. Bu imkanları bana hazırlayamayabilirdi ama imkan hazırlanmazsa da bana “hayır” dendiğinde benim çok garip bir huyum vardır, ben söylenilenin aksini yaparım. O zman da öyle yapardım. Ben ona hiç o yüzümü göstermedim. Kayınvalideme minnettarım bana tüm o imkanları başlattığı için. Sonra valla doğruyu söylemek gerekirse 90’lı yıllara kadar oyunculuk benim için sadece ekmek parası kazandığım bir iş idi. Sonra zaman geçti ve emekli oldum. 60 yaşına gelince aklım başıma geldi. Bir gün aradılar “Sağlık sigortası ikramiyesi kazandınız. Kaç yaşındasınız” diye sordular. “Ben de çok sevindim 60 yaşındayım” dedim. “60 yaşın üstüne vermiyoruz” dediler. Sonra birden bire şu fikre sahip oldum. Bu dünya bu ülke yaşlılara bir anlamda toplum ve kuralların dışına itiyor. O zaman neyse 65 yaşında Devlet Tiyatrosu’ndan emekli oldum. Bir taraftan da çalışmaya devam ediyorum. Oyunculuktan başka bu yaşta yapabileceğiniz hiçbir şey yok. İmkanınız yok. Sizi zaten sistem dışarıda bırakıyor. Sizin istediğiniz kadar kafanız çalışsın, onlar için hiç önemli değil. Sistem sizi dışında bırakıyor. Oyunculuk serüvenim böyle işte.

»Aşk deyince aklınıza neler geliyor?
Ben bu konuda gayet rahat konuşurum çünkü o defteri artık kapatmışım. Ben size şöyle bir şey söyleyeyim, üç kere evlendim ve sadece en son eşime aşık oldum. Birincisi için hem arkadaşlık hem çocukluk aşkı diyelim. Evlen dediler evlendik. İkinci evliliğim de ise benden yaşça büyük birini anlamaya çalışıyordum aslında. Aynı meslekteydik. Münir’le (Özkul) habire bir şeylere koşturuyorduk. Sonra bir gün, bir filmde çalışmak için Ankara’ya gidiyorum, kimse beni uçağa binerken uğurlamamış diye de keyifsizim. Ankara’ya indik, o zaman havaalanının camlarından bir ışık hüzmesi geliyor, ışık hüzmesinin içinden biri çıktı yürüdü ve “Merhaba” dedi, şöyle bir baktı, bir anda her şeyi unuttum. Sonra uçağa bindik, elimden geldiği kadar o tarafa bakmamaya çalışıyorum. Ne tuhaf bir şey… Sonra bizim filmde meğer karı-koca oynuyormuşuz. O adam işte Güner Sümer. Yine gayet resmiydik. Üçüncü evliliğim onunla oldu. Garip bir adamdı. Bu da böyle bir hikâye işte.

»Osmanlı döneminde önemli eserler yazan Fatma Aliyev’in de torunusunuz.
Onunla hiç tanışmadık. Ölümünden üç sene sonra doğdum. Zaten annem, ananem için evlenmemiş. Oun söz dinleyen kızıymış. Annem ancak anneannemin vefatından sonra babamla evlenmiş.

»Fatma Aliye’nin kardeşi de Emine Semiye. Onlar yazdıkları romanlarla aslında kadın hakları için mücadele veren yazarlar. Anneniz feminizmle ilgili ya da annesinin anlattıklarıyla ilgili neler söylerdi size?
Valla annem annesine hayrandı. Ayakta durma ve kimseye muhtaç olmama.