Şimdiye kadar en eski oyuncağa Çin’de, yaklaşık iki milyon yıl öncesine ait olan taş buluntuların incelenmesi sonucu ulaşılabilmiş. İki milyon yıl önce de çocuklar oyun oynuyorlardı, iki milyon yıl sonra da yaşanacak bir dünya bırakabilirsek eğer çocuklar oyun oynayacaklar ve tabii ki oyuncakları olacak. Günümüzün bilim dünyasında çocuk kültürü, oyun, oyuncak gibi kavramlar psikoloji, sosyoloji, antropoloji, sosyal tarih alanlarında hızla yayılıyor ve araştırılıyor.

Geçenlerde, dostlarla konuşurken çocukluğumuzdaki oyunlardan ve oyuncaklardan söz açıldı. Aklımıza gelenleri sıraladık. Tuhaftı ama sayabildiğimiz oyuncakların çoğu çocukların üretimiydi ve zengindi. Satın alınanlar ise çeşitli değildi; plastik top ya da plastik araba, bir de bayram günleri mantar tabancası -içindeki paslı çiviyi anımsadık-, çatapat, kız kaçıran, işte o kadar. Bazen mantarı tele iliştirir, elle fırlatırdık. Yere düştüğünde patlardı. Anlaşılacağı üzere bu son üçü erkek oyuncağıydı. Oyunlar; insanların bir araya gelip sosyalleşmesinde rol oynadığı gibi ne tür oyunların hangi kurallarla oynandığı toplumsal ilişkilerin bir aynası gibi, tarihin akışı içinde kültürün kalıntıları. Şu erkek oyuncakları da öyle, verili kültürün kalıntıları işte. Oyuncaklar ise oyunların aracı, seyir gibi edilgin değil, etkin bir araç.

Oyunlar var: Saklambaç, elim sende, seksek, çelik çomak, top oyunları, iple oynananlar vb. Oyunlar var iktidar oyunları, derini var, kontrgerilla olanı var, el öpme, etek yalama seç beğen al. Oyuncaklar var; uçurtma, topaç, top, bebek vb. Oyuncaklar var iktidarın oyuncakları cop, TOMA, silahlar, bomba, insan oyuncak/canlı bomba.

Anımsıyorum; 1999’da Fotoğraf Vakfı Girişimi, Marmara Depremi’nde çocuklara dönük bir fotoğraf atölyesi yapmıştı. Bölgede lojistik ve rehabilitasyon çalışmaları yürüten Dayanışma Gönüllüleri’nin içinde yer alan bir grup fotoğrafçı tarafından kurulan bir atölye. Yaşları 8-17 arasında değişen atölyenin amacı “sözü çocuklara vermek; çocukların bir ifade aracı olarak fotoğrafı kullanabilmelerini sağlamak” olarak belirlenmişti. Sonra başka gruplar Roboski’de, Soma’da, Van Depremi’nde çocuklara atölyeler yaptılar. Onlara ihtiyaçları olan her şeyi götürdüler; kalem, kitap, defter, giyim ve oyuncaklar. Suruç’a da benzer niyetle gitti SGDF’li gençler. Kobane’deki çocuklara oyuncak götürüyorlardı. Barıştı tek istedikleri... Öldürüldüler, iktidarın zaman zaman tekrarladığı sevdiği bir oyundu bu.
Oyun; kaotik ortamı oluştur, kutuplaşma yarat, eli döner bıçaklı-sopalı mafyatik tipleri piyasaya sal, ötekine nefreti besle vb. Bu oyunun son oyuncağı ise canlı bombaydı. O çocuklar oraya oyuncak ve kitap değil de başka şeyler de götürselerdi yine öldürüleceklerdi. Oyun bunu gerektiriyordu. Arkalarından ne aşağılık şeyler yazdılar medya aracılığıyla. Bu sefer oyuncak sosyal medyaydı. Savaş için zemin yaratılmıştı işte!

Kobane’ye oyuncak götürmek ve bölgede kütüphane kurmak için yola çıkan SGDF üyesi gençler de geçmiş ve bugünlerinde oyuncaklarla oynadılar/oynuyorlardı. Büyüdüler hayatın içine daldılar, haksızlıkları gördüler, kimbilir aralarında hiç kopamayacakları kendi oyuncaklarını bile götürenleri vardı. Silah da götürebilirlerdi, Feridun Nadir’in yazdığı gibi: “Nihai olarak IŞİD barbarlarıyla savaşmak için götüreceklerdi o silahları.”

Ama IŞİD’in militanları ülkede cirit atıyorlarmış ne gam? İktidarın ve onların oyunları biraz farklıydı... IŞİD militanının üzerindeki oyuncak da farklıydı, ölümcül bir oyuncak; ‘bomba’.

Oyuncak asker olarak bilinen en eski oyuncaklar Almanya’da Nazi propagandası amaçlı üretildi. Oyuncak Hitler, Nazi bayraklı askerler. “Askerlere bakınca korkunç bir şey görüyorum” diyor Sunay Akın; “Bu askerlerle oynayan çocuklar II. Dünya Savaşı’nda öldüler ve bu oyuncak askerlerle oynayan çocuklar pek çok askeri öldürdü.”

Oysa oyun serbesttir, oyun özgürlüktür. Oyuncaklar düşlerimizdir...

Montaigne’in dediği gibi, çocukluğumuzda oyunumuz oyun değil, en ciddi uğraşımızdı.