Haber var, haber var. Bizi ilgilendirmeyen haberler arasında kuyruklu yıldız yüzeyinden fotoğraf yollayan Philae var mesela. Ya da G20 liderlerinin “yolsuzluk planı”nı önümüzdeki yıl Türkiye’de konuşacak olmaları. Veya Ebola tanısıyla ABD’de gözlem altında tutulan doktorun ölümü. Bizim için bunlar çok da önemli değil. Bizim için son günlerin iki önemli gelişmesi Volkan Demirel’in milli maç öncesi stadı terk edişi ve Nur Bozar’ın “Bu Tarz Benim” yarışmasından ayrılışı.

Derhal ifade etmek isterim ki şaka yapmıyorum. Her iki olayı da “popüler kültür”, “gündem değiştirme” filan diye indirgeyecek değilim. Burda başka bir mesele olduğunu düşünüyorum.

Volkan Demirel Türkiye’nin en başarılı kalecilerinden ve en tartışmalı futbolcularından biri. Gerek taraftar/oyuncu kimliğiyle gerek saha içindeki agresif tavırlarıyla rakip taraftarların pek sevmediği, ama genel anlamda kimsenin işini kötü yaptığını söyleyemeyeceği genç bir sporcu. Sıklıkla öfke kontrolü problemi yaşayan bir genç adam. Son milli maçtan önce ısınırken kale arkasından gelen küfürler sonrasında eldivenlerini bırakıp stadı terk ediyor. Yerine başkası kaleye geçiyor ve herkes “milli maçta küfür edilir mi?”, “milli forma terk edilir mi?” gibi sorulara yoğunlaşıyor günlerdir.

Nur Bozar bir yarışma programı vesilesiyle tanınan genç bir kadın. Favorilerden biri olarak gözüktüğü programdan aniden ve görünüşe göre kendi isteğiyle ayrılmasıyla “gündeme” oturmuş durumda. Burada da en çok konuşulan şeyler “bir iş teklifi yüzünden aniden bıraktı”, “yarışma jürisi, sunucu ve diğer yarışmacıların karıştığı büyük bir tartışmanın sonucunda ayrıldı” gibi rivayetler.

Ancak söz konusu iki olaya dair ikişer video izleyince bambaşka bir tablo ortaya çıkıyor. Milli kalecinin maç başladıktan sonra stada dönüşü, ve stadı ikinci kez terk ettikten hemen sonra onunla beraber geldiği anlaşılan özel güvenlik görevlilerinin basın mensuplarını darp etmesi. Ve genç yarışmacının “kendi isteğiyle” yarışmadan ayrılması ihtimalinin, bir jüri üyesi tarafından oyunbozanlık, güçsüzlük, hadsizlik olarak nitelendirildiği anlar.

Endüstriyel futbol ve reality show... İkisi de seyirlik, yer yer kurguyla gerçeğin birbirine karıştığı, seyircinin tam olarak ne olduğunu anlamasının istenmediği alanlar. Ve herkes, sevelim ya da sevmeyelim, iki genç insanın neden kendi doğrularına göre hareket ettiklerini konuşuyor. Oysa belki de yapmamız gereken şey, onların böyle bir hakkı olduğunu teslim edip esas meseleyi konuşmak: basın mensuplarına özel güvenlikleri saldırtmak nedir, ve “oyunda” kalmak istemeyeni oyunda tutmak için gösterilen bu aşırı çabanın sebebi nedir?

Volkan Demirel isterse sahaya çıkmaz, bunun cezası varsa öder, gerekirse milli takıma çağırılmaz, ama psikolojisi oynamaya müsait değilse onu sahayı terk etti diye kınayamayız. Ama eğer görüntülerden anlaşıldığı gibi, kendisinin stadı ikinci terk edişinin hemen ardından basın mensuplarına saldıran ve spor polisi tarafından “etkisiz” hale getirilen özel güvenlikler onun için oradalarsa, kendisini en ağır biçimde eleştirmek en başta onu sevenlere düşer. Benzer şekilde, Nur Bozar eğer bir sözleşmeyi ihlal ettiyse bu onu bağlar; ama bir sebeple istemediği bir yerde bulunmaya devam etmesi yönünde baskıda bulunmak saraylara layık otoriter bir kafadır. İşte o kafa sayesinde artık buralarda işin eğlencesi de kaçmıştır. Esas konu da, öyle ya da böyle, doğru ya da yanlış, “Sizin oyununuzu oynamıyorum” demeye cüret edenlerin üstüne çullanma refleksidir.

Yani, kuyrukluyıldızdan resim geldi, tüm dünya “yolsuzluk” konuşmak için Türkiye’yi seçti, Ebola giderek ciddi bir hal alıyor, ama Yeni Türkiye bunlarla ilgilenmeyip tam gaz içe kapanırken, bir de içe kapanmasına sebep olan kültürel defoları iyice parlatmakla meşgul. Dünyada olana bakmıyoruz, burada olanları anlayamıyoruz, ve aynen böyle kalmak için büyük bir çaba sarf ediyoruz.

Hızla konuyu değiştirmek zorundayız, ama bunu yapmaya çalışırken bir yandan da bize dayatılan konuları doğru düzgün konuşmaktan kimseye zarar gelmez.